Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Bülent ACUN


ÇORBADA SÖZÜMÜZ OLSUN

Yazarımız Bülent ACUN'UN YENİ YAZISI...


Şehr-i İstanbul'da buz gibi soğuk bir cumartesi sabahı. Bir grup arkadaşla 15 güne bir, bir araya geldiğimiz mutat toplantımızın yine vakti gelmiş, göz açıp yummadan 15 gün ne çabuk geçmiş öyle, sahi bir ömürde böyle geçmiyor mu?

Evet, bugün toplantı var. Sevgili dostumuz İbrahim Kalaycı bizi usta şoförlüğüyle cefadan ve cezadan azade bir vaziyette, Vefa'dan alıp Sefaköy'lere dostların meclisindeki sefaya götürüyor.

Her zaman mükellef bir sofrasıyla bismillah dediğimiz toplantımızda bu defa muhterem arkadaşlardan muhteşem bir sürpriz var. “Hayat süprizlerle doludur.” Diyenler ne güzel söylemiş, orta da ne çay, ne peynir, ne yumurta, ne de zeytin var... Cenk meydanındaki mücahit gibi için fokur fokur kaynayan kocaman bir tencere, içine bi dünya lezzet almaya hazır kaseler, ikramdan insana uzanan kaşıklar ve sofranın kısmı azamına büyük bir taht gibi kurulmuş içi hamur dolu geniş mi geniş bir sini.

Böyle bir manzarayla ilk defa karşılaşan dostların gözlerinden etrafa yayılan hayret dolu bakışlar… Evet bildiğiniz buz gibi bir sabah vaktinde, sıcaklığıyla içimizi, etrafında oluşan muhabbetiyle ortamımızı ısıtan nam-ı diğer arabaşı çorbası…

Emin olun böyle bir yazı yazmak aklımın ucundan bile geçmezdi. Fakat insanın aklından bile geçmeyen şeylerin, başına gelmesine hayat diyorlar.

İşte tahtına kurulmuş padişah gibi arabaşı tenceresinin hemen yanında yerini alan ikram sahibi Konya eşrafından sevgili dostumuz Abdullah Altıntepe, bir tarafta aşk ile kaseleri doldururken, bir tarafta şevk ile arabaşı çorbasının nasıl içildiğini anlatıyor. Tabi bize de kemali keyf ve zevk ile o leziz çorbayı kaşıklamak kalıyor.

Bu özgün çorbanın içilişini sevgili Abdullah Altıntepe'nin ağzından nakledelim:

“Arkadaşlar önce şu muhallebiye benzeyen hamurdan kaşığınıza bir parça alıyorsunuz, sonra da çorbadan alıp içiyorsunuz.”

Bu tarif üzerine Hatay'lı olması münasebetiyle mevzuya arif olan sevgili Abdullah Aydın Demir soyadıyla müsemma bir şekilde meclisi şu kısa cümleyle aydınlatıveriyor.

 “Arkadaşlar arabaşı çorbasını ağzınıza alıyorsunuz, çiğnemeden yutuyorsunuz.”

Bizde sayın Aydın Demir'in sözünü tutuyor, çorbayı hamuru ile çiğnemeden yutuyoruz.

 Bu cümleler üzerine arabaşı kültürüne hayli vakıf  bir Mersin'li olarak, bendenize kadim bir geleneğimizi slogonik bir cümleyle arz etmek düşüyor.

“Efendim herkes çorbasının içine hamuru düşürmeden içsin. Çünkü bizim oralarda gelenek şudur. Kim ki hamuru düşürür, sonra kendisi pişirir.”

Evet soğuk kış günlerinin sıcak dostu olan arabaşı çorbası, mutfağımızın en özgün lezzetlerinden biri. Arabaşı kültürü Yozgat, Niğde, Kayseri, Konya, Ereğli ve Mersin'de bir hayli yaygın bir şekilde yaşatılıyor. Bilmeyenlerin alışmakta zorlandığı arabaşı çorbasına hasbel kader alışanlar, bu güzel lezzetin müdavimi ve mübtelası olurlar.  Bu mübarek çorbanın en makbul olanı, keklik etinden yapılanıdır. Hindi eti ve tavuk etinden de leziz bir arabaşı yapılabilir.

Söz buraya gelmişken sosyoloji alanında hayli özgün kapaklarla okur karşısına çıkan, Sosyoloji Divanı dergisinin yetkililerinden bir öneride bulunalım ve diyelim ki ne yapın edin, bu toprakların lezzet sosyolojisini, şanına yakışır bir kapak ile sosyolojinin gündemine taşıyın… Bence bir çok lezzet bu açıdan incelenebilir. Fakat özellikle arabaşı ve çiğ köftenin sosyolojisinin incelenmesi zaruridir.

Yazımızı hasrettiğimiz arabaşı lezzetini bu cehetten bir inceleyelim. Arabaşı çorbasının belki de en önemli özelliği ve güzelliği onun bir horanta (geniş aile) ve cemaat çorbası olmasıdır. Evet, arabaşı cemaatle içilir, onu yalnız içmek neredeyse caiz değildir. (makbul değildir.)

Bilinçsiz kentleşmenin, modernleşmenin ve akılı cihazların bizi fert fert böldüğü bu atmosferde, arabaşı çorbası bu bölünmeye adeta meydan okuyan bir lezzettir. Bugün onca olumsuz gelişmeye rağmen hala İç Anadolu ve Akdeniz insanı arabaşının o geniş sinisi etrafında bir araya gelerek sevinçlerini çoğaltmakta, acılarını azaltmaktadır.

Arabaşı çorbası yaygın olduğu hemen heryerde adeta bir muhabbet ocağıdır. Sofra ülkesinin hanım sultanları, birbirinden leziz arabaşı çeşitleriyle, misafirlerine hünerlerini cömertçe gösterirler.

Soğuk bir cumartesi sabahı eski bir dosta rastlar gibi rastlasığım arabaşı çorbası beni benden alıp taa çocukluğuma götürdü. Üniversite'den Mersin'li Ferhat Aksu dostum kaseleri art artarda götürürken bendenizde o kaselerin şahsında 40 yıllık geçmişimi adeta bir film şeridi gibi gözlerimin önüne getirdim.

Nur içinde yatsın rahmetli Babannem ne güzelde yapardı arabaşı çorbasını… Merhumenin elinin lezzeti bambaşkaydı. Emin olun o lezzete doymak nedir bilmezdik. O geniş aile sofrası etrafında kimler yoktu ki? Bugün onların birçoğunu rahmetle anıyorum. Her geçen gün o geniş sofradan bir aşina çehreyi de kaybediyoruz. Dünün çocukları olarak bulunduğumuz o sofrada bugünün büyükleriyiz. Yarının kaçınılmaz akıbeti belli…

Merhum Zarifoğlu ne güzel ifade etmiş:

“Bir değirmendir dünya…”

Hayat hepimizi öğütüyor işte. Geçmişten günümüze taşımak istediğimiz değerlerin, hayalinin bile nasıl bir kıymete haiz olduğunu anlatmaya şu söz kafi gelse gerek:

“Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer.”

Yazımıza noktayı muhteşem bir mesel ile noktayalım. Sofra da çorbanın kendilerinden önce gelişine içerleyen kavurma, kebap, sarma, dolma gibi yiyecekler bir gün çorbayı köşeye sıkıştırıp:

“Arkadaş senin ne özelliğin var ki her sofra da bizden önce geliyorsun?” diye sitem edince; çorba durumu şöyle kurtarmış.

 “Arkadaşlar ben, benden sonra gelecekleri yani sizleri müjdelemek için erken geliyorum.”

İkram sahibi dostumuz Konya'lı olduğuna göre bir sonraki toplantıya bu meselden hareketle etli ekmek ya da tandır kebabı beklesek beyhude olur mu dersiniz?

Kaynak: Yeni Söz Gazetesi

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR