Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Bülent ACUN


BU TOPRAĞIN METANETİ

Yazarımız Bülent ACUN'UN YENİ YAZISI...


Münevver 35 yaşında, iki çocuk annesi, etrafına neşe saçan hayat dolu bir hanımefendiydi.

“Yaş 35 ömrün yarısı eder'' diyen şair yine yanıldı.

Niceleri gibi Münevver de ‘'Yaş 35 ömrün tamamı eder'' diyerek gelip geçti, konup göçtü bu alemden.

Halbuki, o akşam  her şey ne kadar da güzeldi. Bütün ablaları, biricik kardeşleri Ramazan'ı askere uğurlamak için baba evinde toplanmışlardı.

Yusuf dede, Havva nine, kızlar, damatlar, torunlar, yakın akrabalar, komşular.

O akşam herkes oradaydı. Yemekler yenmiş, çaylar içilmiş, gecenin ilerleyen saatlerine kadar neşeyle sohbet ve muhabbet edilmişti.

Ne olduysa o gecenin sabahında olmuştu. Ayşe her sabah olduğu gibi o sabah da annesini uyandırmak için yanına gitmiş fakat her sabah kızının sesini duyar duymaz uyanan Münevver, o sabah bir türlü uyanmamıştı.

Kızı, ablaları, yeğenleri, annesi o sabah Münevver'i hiç kimse uyandıramadı. Ne demişti şair;

“Yaprak nasıl düşerse, akıp kaybolan suya

Ruhta öyle yollanır dayanılmaz uykuya''

Evet; vade dolmuş, ecel gelmiş ve Münevver gitmişti. Halbuki, hiçbir hastalığı  ve rahatsızlığı yoktu Münevver'in.

 ‘'Gitmek için geldiğimiz dünyada ölmek için hasta olmaya gerek yok'' dercesine  aramızdan çekip gitti Münevver..

Münevver gitti, geride mürüvvetini görmediği Ayşe'sini ve Yusuf'unu  hayat arkadaşı eşini, yaşanmış onca hatıra ve yarım kalmış hayallerini bırakarak.

Neye niyet, neye kısmet. Biricik kardeşlerini askere uğurlamayı düşünürken  çok sevdikleri bacılarını kara toprağa uğurladılar Münevver'in ablaları.

Bu ayrılık yürekleri yakmıştı.

Münevver'in ardından sel gibi gözyaşları akmıştı.

Kızlarını kara toprağa, oğullarını  da vatan toprağına yolcu eden Yusuf ve Havva Arslanca çiftinin acısı adeta yürekleri dağlıyordu.

Onları hayata sadece Rabblerine olan tevekkülleri bağlıyordu.

Kara haber bana ulaşır ulaşmaz hem eski görev yaptığım camiiden cemaatim, hem 3 yıllık ev sahibim  hem de dünürüm olması münasebetiyle Yusuf Amca'yı hemen arayıp, başsağlığı dileyerek teselli etmeye çalıştım.

Bu çetin imtihan karşısında Yusuf Amca'yı fevkalade metin  buldum.

Yüreği yanmıştı  fakat o sabırla hakka dayanmıştı.

Ciğerparesini, evladını kaybetmişti, fakat metanetiyle kendisini kaybetmemişti.

Kadere olan imanı belli ki onu kederden emin kılmıştı. Ocağına ateş düşmüş fakat onun yüreğinden  ve dilinden vakar yükseliyordu.

“Ne yapalım hocam?” diyor. Emir ALLAH'ın elden ne gelir, veren o, alan o bizim neyimiz var ki? Bu hayatta sahip olduğumuz her şeyden ayrılacağız. Rabbim bizi imandan, Kur'an'dan ayırmasın. Hocam ALLAH ne verirse her şeyin en iyisini verir. Ne alırsa her şeyin en iyisini alır. Ne yaparsa her şeyin en iyisini yapar''

İşte bu son cümlede ben artık koptum.

Evet, bu cümleler günlük hayatta hemen hepimizin rahatlıkla kurabildiği cümleler.

Fakat acının, ağrının ve sızının tam ortasında bu cümleleri kurabilmek yürek ister. Bu toprağın insanları fazla kitap okumazlar, fakat rahmanın  insan ve hayat kitabını o irfanlarıyla satır satır  okurlar.

Ne diyelim;

“Onun lütfu da hoş, kahrı da hoş, gerisi boş”

Gidenlere rahmet, kalanlara sabır ve metanet olsun.

Kaynak: Yeni Söz Gazetesi

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR