Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Nevzat KAYA


Bu Arenada Hiç Bir Şey Göründüğü Gibi Değildir!

Seküler siyasetin, daha doğru ifadeyle Allah´sız siyasetin anlamadığı bir şey var. O da Allah´ın hükmünün herşeyin üzerinde olduğunu, hileleri ve tuzakları boşa çıkardığını, asıl dizayn edenin O olduğunu, nihayetinde tüm işlerin toplanıp O´nun önüne gide


Recep Tayyip Erdoğan´ın, 2002 yılında ülkenin iktidarına gelmesi, sadece kendi mecrasında akan bir seçimle olmamıştır. 
O zamanki tek eksenli Türkiye, başta Amerika olmak üzere küresel güçlere, daha doğrusu siyonlara ipotek bir ülkeydi. 
Yani bu siyon ağababalar, sadece ´bu iş böyle olacak´ derlerdi ve o iş öyle olurdu. 
Köleliğe özgürlük, güdümlü olmaya da bağımsızlık diyorlardı. 
Kısacası sadece adımız Türkiye´ydi, gerisi laf-ı güzaftı.

İşte bu ağababaların izin vermedikleri hiç kimse bu ülkede iktidara gelemezdi. 
Şayet hesap etmedikleri birileri gelirse de, ya kendilerine uyacak ve itaat edecekti ya da bir darbe, muhtıra veya başka bir yöntemle görevden binbir çeşit kulpla uzaklaştırılacaktı.

Nitekim 60 darbesiyle hükümeti lağvedilen ve bu kadarı ile yetinmeyip, dönemin Başbakanı olan Adnan Menderes´i de idam eden, yine onların çocuklarıydı. 
Gerçek sebep ise neydi biliyor musunuz? 
Her ne kadar diğer iç sebepler varsa da Menderes´in, 58-59 yıllarında çeşitli sebeplerle(petrol aramak gibi) bazı mitinglerde ve sohbetlerinde Sovyetler ile ilgi olumlu konuşmalarıydı. 
Oysa onlara göre bu apaçık bir eksen meselesiydi ve Menderes onlara göre artık haddi aşmıştı.

Sonra onların çocukları bu ülkede hep var oldular.
70´lerde de, 80´lerde de, 90´larda da onlar vardı ve herşey adeta onlara bağlıydı. 
Anlayacağınız Ağa, tarlaya rençber almakla kalmıyor, başına bir de bekçi dikiyordu.

En nihayet 96-97 Erbakan Hükümeti döneminde de, rahmetli D-8´lerden denk bütçelere, ağır sanayi hamlelerinden dev fikirlere kadar çok başarılı bir iç ve dış politika yürütüyordu ki, biraz sonrası artık onlar için sınırı aşmaktı ve onların çocukları balans ayarı için yine devreye girmişlerdi.

Onlara göre 28 Şubat bin yıl sürmeli idi. 
Böylece ağanın tarlasına göz dikenlere ´siz değil, fellahınız gelsin´ mesajını veriyorlardı. 
Ağanın yanında gözde adamlardan olmak herkese nasip olmazdı. 
Yine nasiplerini almak üzere postallarıyla bu ülkenin kaderine basıyorlardı..!

Küresel gücün, kendi yüksek menfaatleri uğruna, her dönem taktiksel stratejiler ortaya koydukları, dönemsel doygunluğa ulaştığı zaman da, yeni stratejiler için yeni altyapıları inşa ettiği bilinen bir gerçektir. 
Bunu yerli lisanla ifade edecek olursak, her ülkede kendi işlerini gören, gözeten bekçiler bir dönem için sınırlıdır. 
Yeni stratejiler için bu kalıntılar artık kullanılmaz ve çok önceden hazırlıklarına başladıkları yeni yapılar, yeni dönem için devreye girmeye başlar.
Çoğu zaman bu kabuk değiştirme dönemleri çok sancılı geçer. 
Büyük tartışmalara, kavgalara, mücadelelere hatta iç savaşlara kadar giden süreçler yaşanır. 
Toplumsal bilinçaltını felç edecek düzeyde, bitmeyen bir propaganda ve korkunç bir kirli enformasyon savaşı ile bu yer değiştirme süreci şöyle veya böyle tamamlanır..!

Haliyle, bu ülkede artık güç krizine girmiş, başına buyruk hareket etmeye başlamış soğuk savaş dönemi kalıntılarını tasfiye etmek isteyen Amerika, yeni dönem için 20 yılı aşkındır yetiştirip desteklediği, önünü açtığı ve çoğu kripto olmak üzere, kademe kademe planlandığı süreci artık devreye sokuyordu. 
Yeni süreç Ortadoğu merkezliydi ve bu iş onlar için büyük bir projeydi. 
Böylece herkesin dilinde klişe olmuş olan ´BOP´ süreci de artık başlıyordu. 

Büyük Oyunlar Var!

Yeni sürecin parolası ´ılımlı islam´ kavramıydı.
Sinirleri alınmış, genleriyle oynanmış bir islam modeli ortaya koymak, BOP için en önemli aşamaydı. 
Ve elbette ki bu modeli ortaya koyacak tek ülke, gerek tarihsel ikna kabiliyeti, gerekse de laik bir rejime sahip, aynı zamanda müslüman bir ülke olan Türkiye olacaktı.

O zamanın Türkiye´si ise, 28 Şubat Post Modern darbesinin postalları altında ezilmiş, muhafazakar islami kesim adeta bu ezilmişliğin ve daralmışlığın verdiği psikolojik travmalar altında, zihinsel ve fikirsel olarak "ılımlı islam" anlayışına evrilmenin, buna ikna ve angaje olmanın altyapısına hazır hale getirilmiştir.

H.Brack Obama ile birlikte şahin görünümündeki Amerikan politikası artık yüz değiştiriyordu. Halbuki reel politikası hiç mi hiç değişmeyen Amerika´nın, Obama ile birlikte psikolojik olarak yumuşatıcı bir siyaset yüzüne dönmesi, projenin sadece bir parçasıydı. Gerçekte ise şiddet ve işgal açısından Obama döneminin diğer dönemlerden hiçbir farkı olmadı.

İşte tam da burada rol-model ülkesi olacak Türkiye´nin, bölgedeki diğer halklara karşı bu projeyi üstlenecek yerli işbirlikçiler olarak adına "Hizmet Hareketi" denilen "Gülen Cemaati" devreye giriyordu.

Yeni sürece, İslam´a çok uzak duran, hatta ideolojik olarak İslama karşı takıntılı bir hal içinde olan, soğuk savaş döneminin unsurları laik-kemalist-ulusalcı derin yapının yerine, 20 yılı aşkındır üyelerinin din eğitimi aldığı, müslümanları daha rahat ikna edebilecek bir profile sahip olan, düşüncesi tutuklu, kafası kiralanmış, adı ise "cemaat" olarak anılan bir grup geçiyordu.

Erbakan hükümetinin post modern bir darbeyle lağvedilmesi sonrası ortaya çıkan ´talan koalisyonu´ ülkeyi adeta soyup soğana çevirmişti.
Bunun yanında İslami kesime karşı başlatılan soruşturmalar, kovuşturmalar, tutuklamalar, kamu kurumlarından ihraçlar, başörtüsü zulmünün tüm kamusal alana yayılması gibi daha bir çok alanda yapılan zulüm boyutundaki haksızlıklar ve hukuksuzluklar, sadece bir kesim için hiç bir anlam ifade etmiyordu. 
O da Gülen grubu cemaati ile şimdilerde değişik adlarla örgütlenmiş küçük bir kaç gruptan oluşan yapılardı.

Anlayacağınız Türkiye sosyolojisi artık yeni sürece hazır hale getirilmiş olunuyor, böylece sahneye çıkmaya hazır olan "ılımlı islam başlıklı" tiyatronun oynanmasına da mani bir durum kalmıyordu.

Evet olay tam da budur ve böyledir. 
Yoksa kimilerinin anlayışıyla bu işler bakkal hesabı basitliğinde olan şeyler değildir.

Küresel siyaset, toplum mühendisliği, derin politikalar ve projeler "al gülüm ver gülüm" hesabıyla dönmüyor. 
Bilakis bu yola çıkanlar, tarihi önceden yazmak gibi bir kader hırsızlığına soyunurlar. 
Oysaki tarihi yazan Allah´tır ve bunlar bu yola çıkarken, Allah ile savaşmaya çıktıklarının farkında bile değillerdir.

Siyaset meydanında oyunlar büyük oynanır. 
Zaten küçük düşünenlerin bu alandan alacakları bir fayda olmaz. Belki zararla dönerler. 
Fakat seküler siyasetin, daha doğru ifadeyle Allah´sız siyasetin anlamadığı bir şey var. 
O da Allah´ın hükmünün herşeyin üzerinde olduğunu, hileleri ve tuzakları boşa çıkardığını, asıl dizayn edenin O olduğunu, nihayetinde tüm işlerin toplanıp O´nun önüne gideceğiyle ilgili hakikattir.

Var olan bu hakikate binaen, buna karşı icra olunacak sünnetin, bizim ellerimizle ne taşıdığımızla ilgili olmasıdır. 

Keşke bunu gerçekten anlayabilseydik de "bir avuç insanın, güçlü kuvvetli ordulara nasıl galebe çaldığının" sadece tarihsel bir olgu olmadığını, tamamen gerçek bir realite olduğunu o zaman anlardık. 

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR