Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Mustafa DOĞU


BİRAZ AKIL, BİRAZ İZAN, BİRAZ VİCDAN, BİRAZ FERASET LÜTFEN!

Bir toplumun çürümesi ve kokuşması kendi içinde yayması gereken iyilikleri unutup, kötülüklerin neşvünema bulması ve toplum vicdanında meşrulaştırılmaya başlamasıyla oluşur.


 

Etimolojik olarak insan kavramının, alışmak-uyum sağlamak-ilişki kurmak-tanış olmak anlamına gelen ?üns? ve unutmak-terk etmek-sırt çevirmek anlamına gelen ?nesy? kelime kökünden türediği kabul görmüştür. Ünsiyet, insanın insan olma bilincini kuşanması, sorumluluk sahibi akleden bir varlık olduğunu idrak etmesi olarak algılanırken, tersi davranışları sergiliyor olması nisyan yönüne bir çağrışımı ifade etmektedir. Ontolojik olarak ise, kurumuş bir toprağın su ile karışımı ile oluşan balçığın en güzel tasvir ile tasvir edilerek insan suretine çevrildiği ve Allah´ın ruh (akıl-vicdan-irade) üflemesiyle ete/kemiğe büründürülerek can bulduğuna inanılmaktadır. Dolayısıyla insan kokuşmuş, alçak ve zelil bir davranış sergilediğinde balçığın, erdemli, ahlaklı, onurlu bir davranış sergilediğinde de İlahi ruhun meziyetlerini sergilemiş olmaktadır. Neticede insan, ahsen-i takvim (en güzel yaratılış) ve esfele safilin (aşağıların aşağısı) arasındaki bir çizgide gidip gelebilme yetisine sahip mükellef bir varlıktır.

İnsan, kendisini diğer yaratılmışlardan farklı ve üstün kılan akıl melekesini düzgün ve sağlıklı kullan/a/madığında anlaşılması çok zor bir varlığa dönüşmektedir. Rabbimiz göndermiş olduğu vahyi ayetleriyle sürekli bu melekeye gönderme yaparak bunun sağlıklı bir şekilde kullanımının insanı vicdan-adalet-ahlak ve erdem sahibi onurlu-şahsiyetli-izzetli bir varlık kılacağını bildirmektedir. Bu melekeyi sağlıklı kullanmayan, vesayetçi-vekâletçi bir tavır sergileyen kişiler için zulüm, hak ve hukuk tanımamazlık, gayri ahlaki bir duruş sergilemenin kaçınılmazlığını ve ahiret hayatı berbat kılınanlardan olacağını son derece açık ve sarih olarak bildirmektedir.

İnsan, iman etmek suretiyle varlığının yegâne nedeni ve tek sahibi olan Rabbine kul ve razı olunmuşlar sınıfına dâhil olmak suretiyle mutlak kazananlardan olmaktan başka bir hesabı olmayacak ve Allah´tan başka önünde eğileceği hiçbir güç kalmayacaktır. Bu varlık, bu tercihiyle sorumlu ve mükellef kılındığının bilincini ruhunun derinliklerine kadar hissedeceğinden ölçüsü ve terazisi sadece ve sadece vahyin kontrolündeki mümeyyiz akıl olacaktır. Bununla tüm yaşam anlam bulacak, bununla tüm ilişkiler değer kazanacaktır. Adaleti ikame etmek için en sevgili kılınanların bile aleyhinde şahitlik yapabilecek, yetimin, yoksulun malını yemeyecek, çalmayacak, haksız kazançların peşine düşmeyecek, aldatmayacak ve aldanmayacaktır. Her daim iyiliği ayakta tutmak için uygulayan ve emreden-tavsiye eden, kötülüğü bertaraf etmek için ise yapmayan ve nehyeden-engelleyen pozisyonunu diri ve canlı tutacaktır.

Bir toplumun çürümesi ve kokuşması kendi içinde yayması gereken iyilikleri unutup, kötülüklerin neşvünema bulması ve toplum vicdanında meşrulaştırılmaya başlamasıyla oluşur. Bundan dolayıdır ki Rabbimiz bizleri bu konuda sürekli uyarmakta ve içimizden mutlaka bir topluluğun ?iyiliğin yaygınlaşması ve kötülüklerin engellenmesi? sorumluluk bilinciyle kuşanmış ve bu uğurda ?hiçbir tehditkârın tehdidine boyun eğmeksizin?, ?hiçbir kınayıcının kınamasına aldırış etmeksizin? bu misyonu sürdürmelerini emreylemektedir. Maide suresi 79. Ayeti celilesinde ise İsrailoğulları´ndan bir örnek vererek ?İşledikleri herhangi bir kötülükten birbirlerini vazgeçirmeye çalışmazlardı. Yapmakta oldukları ne kötüydü!? buyurarak, yapılan yanlışlıkların ve kötülüklerin üstlerini örtme çabası içinde olmanın ağır bir vebaliyet yüklediğini ve hesabının da çetin olacağı noktasında bizleri uyarmakta-ikaz etmektedir.

Bir devletin hangi ideoloji-izim veya din esasları üzerinden yönetildiğinden ziyade ?adalet? üzere yönetilip-yönetilmediği çok daha önemlidir. Adaletin tesis edilemediği toplumlarda yolsuzluk, hırsızlık, ahlaksızlık, hukuksuzluk yaygınlaşacak, haklının değil, güçlünün egemen olduğu toplumlar-devletler oluşacak ki burada huzurdan-sükûnetten-faziletten bahsetmek imkânsızlaşacaktır. İslam fıtrat dini olarak insanlığa tarihin her döneminde ne pahasına olursa olsun adil olmayı emreylerken, dönem dönem uygulayıcılarının elinde saltanata-despotizme-zulme aracı kılınarak ?iktidarlarının muktedirliğine? aracı kılınmıştır. Bir kavme-millete-topluluğa-kişiye olan kin ve nefretin dahi kişiyi adaletsizliğe asla sevk etmemesi gerekliliği çok açık ve net bir şekilde bildirilmiştir. Bu tersinden bir okumayla aşırı sevgi ve bağlılığında yine adaletsizliğe sevk etmemesi gerekliliğini oraya çıkarmıştır. Dolayısıyla yapacağı en ufak bir hatada ?seni kılıcımızla düzeltiriz ey Ömer!? sözü birileri tarafından manidar karşılanmamış, sözün muhatabı böyle bir topluluğa imam kıl/ın/dığı için Rabbine sonsuz hamdlerde bulunmuştur. Allah resulü Mekke kendilerine dar kılındığında hicret talebinde bulunan müminlere ?adaleti ile meşhur olmuş? Necaşi´nin ülkesi Habeşistan´ı adres göstermiştir. Kısaca insanlarla oluşacak tüm ilişkilerin nirengi noktasının niceliği ve niteliği ?adalet? olarak tayin edilmiştir. Zaten ?mümin? kendisinin emin olduğu kişi anlamına geldiği kadar, kendisinden de emin olunan anlamına gelmiyor mu?

Türkiye´de son on beş yirmi yıldır hâkim olan bir söylem ve eylem var insanları ötekileştiren-aşağılayan-değersizleştiren. Uzun yıllar iktidar olmalarına müsaade edilmemiş muhafazakâr-dindar kesim önce yerel yönetimlerde, sonrasında da ülke yönetiminde başarılı olup birilerinin tüm engellemelerine rağmen iktidar koltuklarına oturmaya muvaffak oldular. Çeyrek asrı aşkın bir süredir de halka adalet-refah-ahlak-hak ve hukuk vaatleriyle büyük bir teveccühe mazhar olarak geldikleri koltuklarda oturmaya devem etmektedirler. Ara ara bu kadroların iktidarda bulunmalarından rahatsızlık duyan jakoben zihniyetli azgın azınlık modern-post modern darbe denemelerinde bulunsa da, ültimatom gibi bildiriler yayınlasa da, ara rejim iktidarlarıyla araya fasılalar koysalar da iktidarı sandık ve sandık dışı operasyonlarla alaşağı etmeye muvaffak olamamışlardır. Hukuku adeta oyun hamuru gibi istedikleri gibi şekle sokmuş, akla ziyan tevil ve tefsirlerle iktidarın hareket alanını alabildiğince daralttıkça daraltmış ve sıkışan iktidarda doğal olarak başka garabetleri doğuracak yeni yasal düzenlemelere gitmek durumunda kalmıştır. Sıkıştıranda, sıkıştırılanda günlük, oportünist bir bakış açısıyla ülkenin geleceğini karartmaya devam etmekteydiler. Aklıselim yerini günü kurtarmaya bırakmış, sükûnet ve suhulet yerini intikamcı çözüm arayışlarına itmiş ve o gün veya gelecekte beraberinde oluşabilecek olumsuzluklar değerlendirmeye dahi tabi tutulmamıştır.

Bu ülke bir asra yakın bir zamandır kahir ekseriyetle niyet okumacı politikaların egemenliği altındaki iktidarlar tarafından yönetilmektedir. İktidara talip olan tüm siyasi partiler halka geçmişte yaşanan tüm acıları bitireceğini, hakkın ve hukukun üstünlüğünden asla ödün verilmeyeceğini, adaletin mutlaka toplumun tüm kesimlerinde cari hale getirileceğini, yolsuzluğa-haksız kazanca müsamaha gösterilmeyeceğini, kamu malı başta olmak üzere tüm israfın önüne geçileceğini, obez olmuş devleti küçültüleceğini, yakını olmanın değil liyakatin öncelleneceğini, hiçbir kurum-kuruluş ve güç odaklarıyla sırf iktidarda kalmak için çirkin işbirliklerine gidilmeyeceğini, gelirin eşit dağılımının sağlanacağını, insanların niyetlerinden ve düşüncelerinden dolayı kınanamayacağını ve mahkûm edilemeyeceğini, bir takım itham ve iftiralarla insanların ötekileştirilmeyeceğini, herkesin inancında ve düşüncesinde hür olmasının sağlanacağını, kısaca can-mal-akıl-namus ve din emniyetinin sağlanacağını vadederler. Ama ne acıdır ki iktidar ve birazda muktedir olamaya başladıklarında tüm bu vaatleri unutarak, muhaliflerine, kendini eleştirenlere dün kendilerine yapılanları unutmuşçasına-yok saymışçasına yine bildik indi yanlış tevil ve tefsirlerle misliyle karşılığını acımasız bir şekilde ödetmeye devam etmektedirler. Yani değişen bir şey olmamakta dünün şikâyetçileri bugünün şikâyet edilenleri konumuna düşmektedir.

Ahirete iman eden ve İlahi adaletin orada tecelli edeceğine inan iktidar sahipleri ağır bir mesuliyet taşıdıklarını ve yine çok ağır bir hesap ödemeyi beraberinde getirecek adeta ?ateşten bir koltuk?ta oturduklarının çoğu zaman farkında olamamaktadırlar. Elde edilen kazanımları kaybetmemek uğruna inanılan değerler kendilerine yandaş olanlarla birlikte yozlaştırılmaya, çarpıtılmaya başlanmakta ve inandığı gibi yaşamayanlar, yaşadığı gibi inanacakları hukuku oluşturmaktadırlar. Bütün bunları gerçekleştirirken yanına başta âlim-aydın-yazar-çizer takımını ve bunların kurumsallaşmış yapılarını almakta ve bunlar eliyle kamu vicdanında rahatlamaya çalışmaktadırlar. İşte bundan dolayıdır ki, Allah´ın buyrukları-dini, hasbi-samimi bir duruşla halkını yönetmeye çalışan Ömer´in elinde adalet olurken, yanlış-indi-hesabi tevil ve tefsirlerle bu mekanizma Ümeyye oğulları ve Abbas oğullarının elinde büyük oranda zulme, haksızlığa, talana, adam kayırmacılığına dönüşmüştür. Burada kusur ve kabahat haşa Allah´ın dininde değildir. Uygulayıcının yanlış ve sapkın tevil ve tefsirlerindedir.

?Durun kalabalıklar bu cadde çıkmaz sokak? diyen birileri de her daim olacak ve gidişatın doğru istikamet üzere olmadığını söyleyecektir. Adaletin ne pahasına olursa olsun ?velev ki düşmanınız dahi olsa- veya- en sevdikleriniz için bile olsa- ikame edilmesi gerekliliğini, hak ve hukukun güçlüden yana değil haklıdan yana olması gerekliliğini, ahlakın-erdemin vazgeçilemeyecek değerler olduğunu, yolsuzluğun-hırsızlığın kimin eliyle gerçekleşirse gerçekleşsin çok ağır bir suç olduğu ve ne pahasına olursa olsun mutla hesabının sorulması gerekliliğini, israfın isterse temsilde, isterse itibar arayışlarında olsun haram ve büyük günah olduğunu, liyakatin yerine adam kayırmacılığın devletin düzenini bozacağını, bütün bunların toplumsal ifsada sürükleyecek nedenler olduğunu haykıracak ve uyaracak birileri mutlaka olacaktır.

Birileri Allah´ın kendilerine yüklediği bu sorumluluğu yerine getirirken aklını-izanını-vicdanını kaybetmiş birileri de bunları eleştirerek gidişatın devam etmesi gerekliliğini savunacaklardır. Burada da bir ironi maalesef gerçekleşmekte ve bu yanlışları ?şimdi zamanı değil?, ?zamanlaması çok manidar?, ?bu söylemlerinizle falancalarla aynı safta duruyorsunuz? gibi güzellemeleri yapanlarda dünün bu uygulamalarından en çok şikâyetçi olanları ve belki de mağdurlarının olmasıdır. Her daim sünnetullahtan, sünneti nebiden bahseden dünün İslamcıları ise tüm bu yaşananlar karşısında sessiz kalmakta veya sessini iktidardan yana kullanmakta. Tüm bunlar yaşanırken tek gerekçe ortaya konulmakta ?bunlar bizim takımdan!?. Bizim peygamberimiz değil miydi ?Hırsızlık yapan kızım Fatıma dahi olsa tereddütsüz elini keserim? diyen, vesselam.

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


ömer çetin
17.05.2019 23:31:07
umarım mj yerine ulaşır .aleykum selamm

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR