Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Hasan POSTACI


Bir Şubat Senfonisi

Yazarımız Hasan Postacı'nın "yeni" yazısı...


Yeni bir yıla girmek insan psikolojisinde genellikle geleceğe dönük umutları gürleştirir. Bu nedenle yeni yıl kutlamaları yapılır. Yeni umutlar, başlangıçlar, heyecanlar… Bu duygu hali acaba yaşlanmanın ve ölüme bir yıl daha yaklaşmanın korku, kaygı ve ürpertisini baskılamak, perdelemek ve unutturmak için mi yaşanır?

Yılın ilk ayı bu heyecanların ve kaygıların paradoksal çarpışmalarından bir dengeye, olağan akışa geçiş içinde göz açıp kapayıncaya kadar geride bırakılır. Birde insan nüfusunun kahir ekseriyetinin kuzey yarım kürede yaşadığı ağır kış şartları dikkate alınırsa zemherinin kasvetini yaşamın sözüm ona tadını çıkarmaya yönelik herkesin kendi sosyal, kültürel ve ekonomik koşullarına paralel bir arayışa, uğraşa döner. Küresel kapitalizmin tüketim kültürünün ajitasyonlarında kimi için bir kayak merkezinin lüks ikliminde kışın tadı çıkarılır, kimi sinema salonlarının, televizyon ekranlarının tiryakiliğine terk eder kendini.

Ve derken şubat ayı gelir. Şubatı ilginç kılan miladi takvimin 2. Ayı olmasına rağmen Rumi takvimin son ayı olarak yaşanmasıdır. Batı kültür ve aklının zamanı kodlama biçimi ile Doğu dünyasının asimilasyona uğramamış otantik halinin zaman algısındaki bu derin çelişki ruhlarımızı abandone eden bir çığlık gibi yakalar çağın insanını.

Doğu aklının zamanla ontolojik ilişkisi daha mütevekkilidir. Eşyanın doğası ile doğrudan organik bir ilişki kurar. Baharın müjdecisi olan cemreler Havaya ve suya Şubatın 3. ve 4. Haftasında düşerken toprağa ise Rumi takvimin ilk ayı olan martın ilk haftasında cemre düşer. Bu adeta yaşamı ve ölümü birebirine organik olarak bağlayan, barışık kılan bir zaman örüntüsüdür.  Zamanın yaşama dair muhteşem bir senfonisi içinde ilk mi son mu olduğu belli olmayan döngüsel sonatı gibidir. Bu eşsiz senfoni ruhun dinginliğini besleyen ve yaşam ile ölümün kaçınılmaz geçişkinliğini bir musikiye dönüştürür. Bu çelişkiler senfonisi, zaman ve coğrafyanın aşkın irfanı ile anlamlandırılmadan insanın varoluşsal sancıları ve çığlıkları dindirilemez.

Arafta bir ülke olarak Türkiye’nin şubatlarında da bu derin çelişkilerin zaman ve coğrafya üstü metaforlarını görmek mümkün. 14 Şubat sevgililer günü küresel paradigmanın yağmaladığı ülke zihin iklimini teslim alarak sevginin ve aşkın irfani derinliklerini etin ve kanın, metanın ve tüketimin, altının ve gümüşün, zevkin, şehvetin ve tutkunun süfliliklerine, ontolojinin sığ sularına mahkûm eder.

Diğer yandan zamanın akışında Şubatın kırmızı tonu baskındır. Trajedinin her Şubat’ta belli periyotlarla form değiştirdiği ama nitelik değiştirmediği acılar, infazlar, yoksunluklar, maduniyetler, zulümler kazıyarak kendi günlerini tarihe not düşer. Ve tarih 1, 2, 3,…28 şubatların her periyoduna trajedinin farklı forumlarını kazır.

Birkaç örnekle kanatalım hafsalayı;

2 Şubat 1982 Hama katliamı

4 Şubat 1926 İskilipli Atıf Hoca’nın idamı

5 Şubat 1937 Laikliğin anayasaya konulması

11 Şubat 1979 İran İslam Devrimi

12 Şubat 1949 Hasan El Benna’nın silahlı suikast ile şehit edilmesi

18 Şubat 1952 Türkiye’nin NATO üyeliği

21 Şubat 1917 miladi takvime geçiş

21 Şubat 1965 Malkolm X’in  silahlı siukast ile şehid edilmesi

23 Şubat 1979 Metin Yüksel’in şehit edilmesi

26 Şubat 1992 Karabağ Hocalı katliamı

28 Şubat 1997 darbesi

Finali 28 Şubat 1997 yılında MGK’da askeri bürokrasi tarafından seçilmişlere dayatılan ve zorla imzalatılan kararlar sonrası toplumun üzerinden bir silindir gibi geçen uygulamaları bin yıl sürecek salvolarıyla statükonun ideolojik vesayetinin kalın gölgesini süreklileştirmek isteyen iradenin bu yeni darbe tarzı post modern darbe olarak tarihe geçti. 28 Şubat post modern darbesini üzerinden 25 yıl geçmesine rağmen açtığı yaraların bu ülkeye ve topluma ödettiği bedeller, açtığı yaralar hala etkilerini sürdürüyor.

Bu sürece şahitlik etmiş her bireyin yaşamında doğrudan veya dolaylı olarak trajik izler bıraktı ardından. Susurluk trafik kazası ile ortaya çıkan karanlık ilişkiler, gencecik beyinlere uygulanan ikna odaları, Acizmendilerden Fadimelere uzanan medya manipülasyonları, yeşil sermaye algısı üzerinden mağdur edilenler, seçilmiş başörtülü vekile, ‘..Bu kadına haddini bildirin..’ hezeyanları ile hafızalara kazınan başbakanlar, demokrasiye balans ayarı yapan apoletliler, seçilmiş başbakana “pezevenk” diyen üniformalılar,  kapatılan partiler, dernekler, vakıflar, eğitim siteminin kimyası ile oynanarak geleceği karartılan çocuklar, finans manipülasyonlarıyla içi boşaltılan bankalar, iç ve dış küresel sömürüye peşkeş çekilen bir ülkenin enkazıydı, acılarıydı geride bırakılan.

28 Şubat post modern darbesini, Susurluk düğümünün sırlarının gömülü olduğu Siverek ilçesinde bir lisenin yöneticisi olarak karşılamıştım. 29 Ekim 1997 Cumhuriyet bayramı kutlamaları ülke genelinde ortak bir konseptle yapılması kararları kapsamında ilçedeki koordinasyon alay komutanlığına verilmişti. Sanırım 29 Ekimden birkaç gün önce bir öğlen sonrası okul müdürlüğüne yanında iki askerle beraber rütbesini hatırlayamadığım bir subay gelmişti ziyaretimize. Selamlama, hal hatır sorma sonrası bir davetiye uzattı ve sizi eşinizle birlikte vurgusunu yaparak, 29 Ekim akşamı alay komutanlığında düzenleyeceğimiz baloya mutlaka bekliyoruz kelimeleri dökülürken dudaklarından gözleri ile dikkatlice beni süzüyordu. Sanırım jest mimiklerim ve tüm vücut dilimle beraber tepkilerimi anlamaya çalışıyordu. Gayri ihtiyari tebessüm ettiğimi hatırlıyorum.  Sonrasında baloya gelemeyeceğimi kesin bir biçimde belirttim. Bu şekilde ilgili yerlere bilgi verilmesini istedim.

Bu davetin amacı dindar bir kişi olup olmadığımın tescil edilmesiydi. Eşimin tesettürlü olduğunu bilmemelerine imkân yoktu sanırım. Daha sonra ilçedeki tüm idarecilere böyle bir davetiyenin verildiğini teyit ettim. 28 Şubatın ilçemizdeki küçük bir yansımasıydı bu. Amaç net bir polarizasyon oluşturmaktı. Bizim dünyamızdan olanlar ve olmayanları gün yüzüne çıkarmak, belirlemek, örtülü bir şekilde gözdağı vererek bizden değilseniz buralarda duramazsınız, çalışamazsınız mesajını vermek.

Cuma namazlarına askeri ajan göndermek ve namaz kılan kamu çalışanlarını belirlemekte bu kapsamda yapılan çalışmalardandı. Bunu fark ettiğimde bir içtihat değişikliği yaparak şartları yerine gelmediğini düşündüğüm cuma namazlarını kılmama kararımı değiştirerek cuma namazlarına özellikle gitmeye başladım. Madem cuma namazı sosyopolitik işlevi olan bir namazdı, öyleyse mevcut koşullarda cumayı kılmak bu sosyopolitik duruşun gereğini yerine getirmek anlamına gelecekti. Kılmamak ise bu işlevini etkisizleştirmeye neden olacaktı.

11 Ekim 1998 Türkiye geneli düzenlenen başörtüsü eylemine Şanlıurfa’da eşimle katılmıştım birkaç öğretmen arkadaşla beraber.  polise kalabalığı dağıtın talimatı geldiğinde coplar, tazyikli sular, biber gazları bir anda ortalığı kasıp kavurdu. Eşimle birbirimizi kaybetmemek için ile el ele arbedenin olmadığı bir yer bulmaya çalışıyorduk. Karşımızda eli coplu polisleri gördüğümde copları rastgele yiyenlerimiz oldu. Gayrı ihtiyari biz öğretmeniz falan diyenlerimize karşın küçük bir duraksama sonrası verilen emri uygulamada tereddüt etmiyorlardı. Ardından gözaltılar, saatlerce nezarethanelerde alı koymalardı, 28 Şubat uygulamalarına temel bir insan hakkı olan gösteri ve yürüyüş yapma ve sivil itirazların karşılığı.

Sadece başörtüsü dolayısıyla mağduriyet yaşayan, okuldan atılan, meslekle ilişkisi kesilen vb. kişi sayısının beş yüz bin civarında olduğu konu ile ilgili raporlarda yer alıyordu.

Yerelde yaşadığımız olaylar sanırım birçoklarımızın yaşadıkları ile temelde örtüşecektir. Bu yönüyle 28 Şubatı diğer darbelerden ayıran önemli bir fark, toplumun tüm kesimleri üzerinde siyasal mühendislik uygulamalara başvurmasıydı. Bunun toplumsal havsalada açtığı travmalar kuşaklar boyu sürecektir diğer darbelerde olduğu gibi…

Her şeye rağmen Şubatlar cemreler üzerinden baharın müjdecisi olarak yarınlara dair umutlarımızı gürleştirecektir. Yaşanan tüm trajedilere inat zaman ve mekânın ötesinde Şubat senfonisi ruhumuzun engin derinliklerinde özgür yarınların musikisi olarak yeni sonatlarını bestelemeye devam edecektir.

 

Kaynak: Farklı Bakış

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR