Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Faysal Mahmutoğlu


Bir Alevi Açılımı Mümkün mü?

Yazarımız Faysal mahmutoğlu'nun "yeni" yazısı...


Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Ankara’da Hüseyin Gazi Cemevi’nde Muharrem İftarına katılmasının ardından 13 Ağustos’ta da Nevşehir’de daha önce hiç katılmadığı Hacıbektaş etkinliklerinde yer alması, yeni bir dönemin işareti mi veya yeni bir açılım mı başlayacak, sorularını gündeme getirdi.

Yirmi yıllık iktidarında çözmeye yanaşmadığı Alevi sorunlarını bugün çözmeyi düşünmesi pek olası görünmüyor. Esas olarak bu ziyaretleri, Alevilerin beklentilerini karşılamaktan ziyade, son günlerde Alevilere yönelik gerçekleşen provokasyonlardan rahatsız olan Cumhurbaşkanı’nın bir jesti olarak okumak daha sağlıklıdır. Cemevlerine yönelik saldırılarla iktidarın bir ilgisinin olmadığı ve iktidarın bu saldırıları onaylamadığı mesajının verilmek istendiğini düşünmek daha makul gözüküyor.

Başka bir ifadeyle, gerginleşen ortamı sakinleştirmeye yönelik bir ziyaret. Çünkü Aleviler önemli bir toplumsal fay hattını oluşturmaktadırlar.

Bir cemevi ziyaretiyle Alevilerin kendisine oy vermeyeceğini çok iyi bilen deneyimli bir politikacıdır Cumhurbaşkanı.

Alevilerin gönlünü almak için yapılan ziyaret kaldırılan, Hz. Ali ve Hacıbektaş-ı Veli tablolarının gölgesinde kaldı. Erdoğan’ın bu fotoğraflardan rahatsız olacağı varsayımından hareketle yerleri değiştirildi. Bu da haklı tepkilere neden oldu. Bu tabloların duvardan indirilip yerine camilerde asılı olan tabloların asılması Alevi toplumunu incitti. Bu davranış iktidarın “inançlara saygı” söylemiyle tanakuz içindedir. Bu tabloya Alevi dernekleri ve kanaat önderleri tepki gösterdi. Alevi Vakıfları Federasyonu Genel Başkanı Haydar Baki Doğan, “Seçimler yaklaşıyor ve Alevi oyları kıymete bindi. İktidar partisi cemevlerini dolaşıyor. Buradan sesleniyoruz. Sadaka karşılığı satılık oyumuz yok, inancımız da yok.” dedi.

AK Parti’nin ilk döneminde Alevi sorunlarına çözüm bulmak için yedi tane Alevi Çalıştayı düzenlendi. Talepler rapor halinde dönemin Başbakanı Erdoğan’a sunuldu ancak hiçbiri kabul görmedi. Bunlar söylem düzeyinden öteye geçemedi.

Alevilerin cemevlerine ibadethane statüsü verilmesi talepleri, “İbadethane camidir” diye kabul edilmedi. Kaldı ki iktidar, cemevlerini kültürel etkinliklerin yapıldığı merkezler olarak görüyor. Hatta cemevi için “cümbüş evi” nitelemesi dahi yapıldı.

Okullarda okutulan “Din kültürü ve Ahlak Bilgisi” derslerinden Alevi çocukların muaf tutulması talebi çok masumane bir talep. Eğer zorunlu din dersi, Alevi çocuklarını Sünnileştirme politikasının bir sonucu ise bu çok daha vahim sonuçlar doğuruyor.

Sivas Madımak otelinin “ibret müzesi” yapılması, devletin elinde bulunan inanç merkezleri ve dergahların Alevilere iadesi gibi talepleri de haklı taleplerdir.

Öte yandan, Aleviliğin ne olduğuyla ilgili tartışmalar da hep devam etmiştir. Aleviler, kendi aralarında da homojen bir yapıya sahip değiller. Aleviliği, Alevi toplumunun büyük çoğunluğu bağımsız bir inanç (din) olarak tanımlamakla beraber, az da olsa mezhep ve tarikat olarak görenler de mevcuttur.

Şamanizmin Anadolu yorumu olduğunu düşünenler olduğu gibi, Zerdüştlüğün Anadolu’da yaşayan hali olduğunu ileri sürenler de bulunmaktadır.

Alevilik, İslam siyasi tarihinde şia (taraftar) ile eş anlamlı olarak kullanılmıştır. Ali’yi sahabenin en üstünü olarak gören, Ali’ye sevgi bağlılığın ötesinde Ehl-i Beyt adına siyasi bir topluluk olarak ortaya çıkmıştır. Şia zaman içinde Zeydiyye, İsmailiyye, İmamiyye, Nusayriyye gibi kollara ayrılmıştır.

Anadolu Aleviliği ise çok farklı bir yapıya sahiptir.

Anadolu Aleviliği farklı isimlerle günümüze kadar gelmiştir. Bunların en yaygın olanları:

Bektaşilik: Hz. Ali ve Ehli Beyt sevgisini esas alan Hacı Bektaş-ı Veli tarafından kurulduğuna inanılan bir tarikattır. Türkiye’de her Bektaşi Alevi olduğu halde, her Alevi Bektaşi Değildir. Hacı Bektaş-ı Veli Aleviliğin büyük piri kabul edilir.

Bektaşilik bir tarikat olduğu için isteyen herkes bu yola intisab edebilir. Ancak Alevilik soya bağlı gibi görünüyor. Alevi çocukları, tıpkı Sünnilerde olduğu gibi babalarının mezhebine tabi olarak yaşamlarını sürdürürler.

Kızılbaşlık: Aleviler tarafından en çok benimsenen isimdir. Bu kavramın esin kaynağı farklı rivayetlere dayanmaktadır.  Bunlardan en önemlisi, “Uhud savaşında Hz. Peygamber İbn Kumeyye’nin kılıç darbesiyle yaralanınca sahabeden Ebu Deccane Peygamber’in üzerine kapanmış kılıç, ok ve mızrakların hedefi olmuştu. Böylece Peygamber’e bir zarar vermelerine engel oluyordu. “Muhammed öldü” sözünü işiten Ali ve Talha, Peygamber’in olduğu yere koşmuştu. Ali, Ebu Deccane’nin delik deşik olan vücudunu kaldırmış, Talha’nın yardımıyla Peygamberi düştüğü yerden kaldırmıştır.  İslam tarihinde başına, ilk defa kırmızı sargı saran Ebu Deccane’dir.” (Mezhepler Tarihi ve Şah İsmail, Ziya Şakir, s.56)

Şah İsmail’in askerlerinin kırmızı külah taktıkları rivayet edilir.

Türk Şamanlık dinine mensup olanların da başlarında kırmızı külah olduğu için Anadolu Alevilerine Kızılbaş denildiği şeklinde rivayetler de bulunmaktadır.

Tahtacılar: Yörük Türkmenlerden oluşan, daha çok orman bölgelerinde yaşayan ve ağaç işleriyle uğraşan göçebe Alevilere verilen isimdir. Günümüzde Toroslar çevresinde yerleşik hayata geçmiş bulunuyorlar.

Bazı yörelerde hakaret amaçlı olarak Rafizi de denilir. Esas olarak Rafizi, Hz. Hüseyin’i katleden, El harre gününde Medine’ye saldıran; sonradan Kabe’yi mancınıkla taşa tutup ateşe veren Ümeyye oğullarına karşı ayaklanan İmam Zeyd’i terk ederek yalnız bırakan taraftarlarına verilen isimdir.

Yüzyılların getirdiği katliam, asimilasyon ve ötekileştirme politikaları Aleviliği ve Alevileri hızla İslam’dan uzaklaştırmıştır. Sünni toplumunu kendisine bir tehdit olarak algılama noktasına gelmiştir. Sünni toplumu da Aleviliği bugünkü haliyle İslam dışı bulmaktadır. Bunda devletin resmi politikası da katkı sunmaktadır. Bugün Türkiye’de Alevi bir bakan, bakan yardımcısı, vali, genel müdür ve polis şefine rastlanmamaktadır. Adeta kamusal alan Alevi yurttaşlara kapatılmıştır.

Aleviler camiyi ve mescidi değil, cemevi ve dergahları kendilerine ibadethane olarak görmektedirler. Camilerde eda edilen namazı değil, cemevlerinde yapılan cemi ibadet olarak kabul etmektedirler.

Aleviler bizim Kur’an’ımız “Telli Kur’an” (saz, bağlama) ve Kur’an-ı natıktır” (konuşan Kur’an) demektedirler.

Oruç olarak Ramazan orucunu değil Hızır ve Muharrem orucunu tutmaktadırlar.

Kimilerinin cümbüş, kimilerinin dans olarak nitelediği semahı, ibadetin bir gereği olarak kadınıyla erkeği birlikte dönmektedir.

 Sünni İslam’ın belirlediği tüm dinsel ritüelleri adeta reddetmektedirler.

 

Kaynak: farklı Bakış

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR