Evde bir bayram telaşı? Telaşın büyüğü annemin? Bir o yana koşturuyor, bir bu yana. Evin bitmek bilmeyen günlük işleri arasında bayram için yiyecekler hazırlıyor. Bayramda ne baklavalar yapılırdı ne börekler ne de sarmalar dolmalar... Sadece yağlı ekmek pişirilirdi. Hem de bütün köye dağıtılacak kadar çok. Her eve bir veya iki tane verilirdi. Geceleri biz uyurken annem gece yarılarına kadar bize kıyafet hazırlama telaşındaydı. Bayramlık kıyafetler için öyle ipekli ya da İngiliz kumaşlarından elbiseler beklemiyorduk elbette. Büyüklerin eskilerini kesip biçtikten sonra rengi az solmuş ters tarafını yüz yapar, kumaşın rengi ne olursa olsun siyah veya beyaz iplikle elinde dikerdi.
Zaman su misali, hızla akıyor. Zamanı tüketiyoruz, ömür tüketiyoruz, kendimizi ve insanlığımızı tüketiyoruz. Tüketemediğimiz tek şey çocukluğumuzun anıları. Her bayram binlerce kilometre yol alarak çocukluğumuzun peşinden gidiyoruz. Koştuğumuz sokaklarda dolaşıyoruz. Bayramın eğlence mekânı olan köy meydanına gidiyoruz. İçinde oyunlar oynadığımız o kocaman(!) meydanlar niye bu kadar küçülmüş. Yok, bulamıyoruz damağımızda ki o tadı. Bulamıyoruz kendimizi, peşinden koştuğumuz çocukluğumuzu?
Şimdi bayram alışverişleri için bütçeler yapılmakta. Her aile için yekûn bir miktar tutsa da yetmiyor. Yemek beğenmez, kıyafet beğenmez çocuklar büyütüyoruz. Onlarda bizden ne görmüşlerse öyle davranıyorlar aslında. Demek ki, bizde çocukluğumuzla beraber kaybetmişiz insanlığımızı ve Müslümanlığımızı. Bayramlar tatil için kaçırılmayacak fırsatlar olmuş. Aile büyükleri artık külfet, ziyaret etmek bile başlı başına büyük bir dert. "Ölseler de kurtulsak" düşünceleri ışık hızıyla geçiyor aklımızdan. Sonra çakılıp kalıyor zihnimize. Artık dillendirmekten imtina etmeyenlerimizde az değil.
Biz bu ahval üzereyken, açlık, ölüm olmuş yağıyor gönül coğrafyamıza. Açlık hayatın kendisi olmuş. Derinin kemikleştiği bedenler izliyoruz utanmadan, kızarmadan. Hırs yapıyoruz, daha büyük sofralar kurulsun istiyoruz. Her gece, her bayram bombalar yağıyor yüreğimizin şehirlerine. Sokaklar kan revan içinde. Biz riyakâr Müslümanların enkazında kalmış, çocukların ve bebeklerin küçücük bedenleri. Avuçlarında bir ömür, gözlerinde öfke, sitem, nefret. Biz de seyirci kalmıyoruz elbette, fiks menü iftar için 150-200 lirayı gözden çıkarsak da, 23 liralık fitremizi gönderiyoruz kardeşlerimize!.. Kim bilir kaç hayat kurtarıyoruz(!). Kapı komşumuzun yoksulluğu ise bizi hiç ilgilendirmiyor. "Zaten vereceğimizi verdik nasılsa" diye olmayan vicdan nöbetlerinden kurtulmak öyle sanıldığı gibi zor olmuyor.
Kurban bayramlarımızda da duyarsız kalmıyoruz. Dillendirmiyoruz ama burada kurban kesmenin pahalıya patladığını ve çok zahmetli olduğunu düşünerek hareket ediyoruz. Biz kardeşlerimize göndeririz kurbanımızı değil mi? Laf aramızda bir hisse buranın dörtte bir fiyatına kesmiş oluyoruz, zahmetine de girmeden. ?Ne kurbanlığı gör, ne de tatil programını aksat? düşüncesi bizi esir almış. "Canım onların çok ihtiyacı var(!)". Sahi bizim neye ihtiyacımız var?
Anne bayram geliyor diyorum. Bana bayramlık dikiyor musun yine? Ya yağlı ekmek? Komşulara da vereceğiz değil mi? Sahi komşular alır mı bizim yağlı ekmeğimizi?..
Anne bayram geliyor. Arakan´a, Filistin´e, Suriye´ye, Libya´ya gelmeyen bayram bize geliyor. Niye bayramlarda bayram tadı yok be anne. Ne diyeyim, yine de bayram geldi...
bayram
aziz dost
tut ki ben geldim
bu bayram sabahında
bir tebessüm olsun yüzünde
ortak et bayram sevincine
uzat elini kadim dost,
düşme rüzgârın peşine
yalnız bırakır sevda çölünde
güneşi göreceksin sevinme,
yıldızlar gibi koparırlar onu da dalından
üzülme günün peşindeki geceye
ay´ın gölgesi düşer karanlığın üstüne
yüreğini sarmalayan ay´a sığın
sonra,
ateşi göreceksin, uzak durma
serindir ateş, ham bir gönülden
aziz dost
bayram sabahıdır
tut ki ben geldim