Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Yusuf YAVUZYILMAZ


Batı Konusunda Bir Değerlendirme

Yazarımız Yusuf Yavuzyılmaz'ın "yeni" yazısı...


Batı yorumları genellikle seçmeci bir yaklaşımla hayat buluyor. Kim hangi yönden, hangi paradigmanın ve hangi değerler dünyasının içinden bakarsa diğerini görmezden geliyor. Bu anlamda kaçınılmaz olarak birbirinden farklı Batı değerlendirmeleri ortaya çıkıyor. Tüm yaşanan tartışmalar ve modernleşme sürecinin serüveni kaçınılmaz olarak şu sorunun eşiğine bizi bırakmaktadır: “Batı nedir?”

Hiç kuşku yok ki, Batı konusundaki tartışmaların temeli farklı Batı anlayışlarına dayanmaktadır. Dünyanın geri kalanını vahşice sömüren emperyalist bir dünya mı, yoksa, hukuk ve demokrasi alanında belli bir standarda ulaşmış bir dünya mı? Yoksa her ikisi mi? Kuşku yok ki, karşımızda tek bir Batı yoktur. Bu durum doğal olarak, “hangi Batı?” sorusunu öne çıkarmaktadır

Amerika, İngiltere, Almanya ve Fransa’daki Batı ile Irak, Afganistan ve Suriye’ deki işgalci Batı farklı mı, yoksa aynı dünya görüşünün izdüşümleri mi? Batıyı savunanlar, Batının ulaştığı bilim ve teknoloji seviyesini, hukuk normlarını, demokrasi standardını örnek göstererek savunmalarını temellendiriyorlar. Karşı çıkanlar ise dünyanın Batı dışında kalan topraklarını acımasızca sömüren ve katliam yapan Batı’yı öne çıkarıyorlar.

Batı değerlendirmeleri yaparken göz önünde bulundurmamız gereken soru şudur: Batının ulaştığı bilim, teknoloji, hukuk ve demokrasi seviyesi sömürgeciliğinden ayrı tutulabilir mi? Bu sorunun cevabını vermek kolay görünmüyor.

Öte yandan Batının ulaştığı teknolojik ve bilimsel seviyenin cazibesi Batı dışı ülkelerin aydınlarını önemli ölçüde büyülüyor. Kendi kültür ve inancından uzaklaşmadan Batı’nın seviyesine ulaşmak isteyen aydınlar, çözülmesi zor sorunlarla karşı karşıya kalıyor. Batı’nın ürettiği bilim ve teknolojinin arkasındaki seküler kültürden etkilenmeden bu bilgileri İslamileştirmek mümkün mü? Kuşkusuz bu mümkün olabilir. Nitekim tarihte Yunan bilgi birikimi İslam dünyasına aktarılırken bu başarılabilmiştir.

Faruki’nin Bilginin İslamileştirilmesi arayışı böyle bir soruna cevap vermek üzere üretilmiştir. Ancak burada istenen senteze henüz ulaşılabilmiş değil.

Öyle görülüyor ki, Batı değerlendirmeleri farklı tepkilere neden oluyor.

1- Batı düşüncesini, bilimini, felsefesini tümden kabul edenler.

2- Batı düşüncesini kategorik olarak reddedenler

3- Batı düşüncesini kendi kültürleriyle sentezlemek isteyenler.

Batı kapitalizminin arka planında ona uygun bir felsefe ve bilim anlayışının bulunduğu açıktır. Pozitivizm, materyalizm ve Darwin teorisi Batı düşüncesinin temel dinamikleridir. Pozitivizm bilimi ilahi değerlerin karşısına bir hakikat arayışı ve kesinlik olarak koydu. Materyalizm, Tanrı’yı sadece hayattan kovmadı, aynı zamanda onu reddederek varlığın mutlaklığını savundu. Darwin teorisi ise hayat mücadelesi ve doğal ayıklama kavramlarını bilimin temellerine koyarak sömürgeciliğe bilimsel bir alt yapı hazırladı. Darwin teorisinin temel ilkeleri sosyolojiye kolayca aktarılarak sömürgeciliğin hizmetine sunuldu. Maden ki hayatta canlı türleri arasında bir mücadele var ve bu mücadelede güçlü olanın ayakta kalması bilimseldir, aynı mücadele milletler arasında da vardır ve güçlü olanın güçsüzü dönüşmesi bilimseldir ve ahlakidir. Dolayısıyla Batılıların kendinden daha zayıf olanları, gerekirse zor kullanarak dönüşmesi meşrudur. Peki, Müslüman bir zihin böyle bir bilimsel anlayışı kabul edip savunabilir mi? Kuşku yok ki, böyle bir anlayışın İslam ahlakı içinde yer bulması mümkün değildir.

Diğer yandan Batı kalkınmasının temelleri şu üç maddede özetlenebilir:

1- Köle ticareti

2- Sömürgecilik

3- Faiz.

İslam aklı, Batı’nın refah düzeyine erişmek için bunları yapmaya elverişli midir? Ya da Batı dışı bir paradigma ile yeni bir anlam dünyası kurarak Batı seviyesine ulaşılabilir mi? Batı düşüncesi, özellikle Sosyalizm, Marksizm, hümanizm ve aydınlanma insanı, efendi ve Tanrı’nın karşısına, biricik değer olarak kabul edip hayatın merkezine koyar. Bu noktada özgürlük bireye dışarıdan yönelen her tür sınırlamayı tehdit olarak görür. İnsan eylemlerinde yönlendirici ve inşa edici güç kendisidir. Çoğu Batı ideolojisi insanın Allah’a inancını özgürlük kaybı ya da özgürlükten kaçış olarak görür. Bireyin nefsi isteklerini özgürlüğün kaynağı olarak görür. İslam düşüncesine gelince durum tamamen değişir. Özgürlük yaşanan hayatı ve nefsin isteklerini aşarak Allah’a yönelmeyi ifade eder. Batı düşüncesi nefsin isteklerini özgürlüğün temeline koyarken, İslam nefsini ilah edinmeyi yasaklar. Bu iki medeniyet arasında asla kapanmayacak farklılıklardan biridir. Ancak bu durum, farklı felsefi paradigmadan hareket etse de Batı’nın ulaştığı siyasal, bilimsel ve toplumsal seviyeden yararlanmayı engellemez.

Öte yandan Müslümanlar siyasal anlamda Müslüman olmayanlarla çeşitli organizasyonların içinde bulunabilirler. Hz. Peygamberin bizzat içinde bulunduğu “Hılfu’l Fudul” (Erdemliler İttifakı) ve özellikle farklı siyasal anlayışları müzakere ve katılım temelinde bir araya getiren “Medine Vesikası” deneyimleri, tarihte olduğu gibi günümüzde de Müslümanların Müslüman olmayanlarla adalet temelinde çalışmalar yapabileceğini göstermektedir.

Unutulmamalıdır ki, Müslümanların ötekisi kafirler değil, zalimlerdir.

 

Kaynak: farklı bakış

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR