Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Yusuf YAVUZYILMAZ


Batı Karşısında Farklı Tutumlar

Yazarımız Yusuf Yavuzyılmaz'ın, Özgün İrade Dergisi 2020 Kasım (199.) Sayısında yayımlanan yazısı...


Genel olarak ideolojilerin tanımladığı gibi tek boyutlu bir Batı yoktur. Batı, içinde de rahatsız olan aydın ve gruplar vardır. Onlarla adalet temelinde ortaklıklar kurulabilir.

Hiç kuşku yok ki, Batı ve Batılılaşma konusunda Tanzimat ile başlayan Osmanlı modernleşmesinden bu yana farklı düşünce ve değerlendirmeler olmuştur. Tarihsel süreçte ilk defa Tanzimat modernleşmesi ile birlikte Osmanlı İmparatorluğu, çözümü iç dinamiklerde aramaktan vazgeçti. Bu genelde İslam dünyasının, özelde Osmanlı imparatorluğunun karşılaştığı en büyük krizdi. Krizin derin etkisi ve sürekliliği çözümü İslam’ın dışında arama arayışını da güçlendiren bir etken oldu. Osmanlı devletini içine düştüğü bunalımdan kurtarmak üzere ortaya çıkan fikir akımlarından Batılılaşma çözümü geleneğin ve dinin dışında arama amacındadır.

Klasik tanımlama ile temel düşünce akımları olan Türkçülük, İslamcılık, Osmanlıcılık akımlarından biri de Batıcılık akımıdır. Batıcılık ve Batı karşısındaki tutum sadece Türkçülük, İslamcılık, Yeni Osmanlıcılık ve Batıcılık akımları arasında değil, aynı akım içinde de farklı değerlendirmelere sahne olmuştur. Bu yüzden ana akımların kendi içinde farklı Batı değerlendirmeleri olmuştur. Batıcılık akımı içinde yer alan Abdullah Cevdet ile diğer Batıcı düşünürle arasında belirli farklar bulunduğu gibi, İslamcı akım içinde yer alan Said Halim Paşa ve Mehmet Akif arasında da farklar vardır.

İslamcılık akımı içinde değerlendireceğimiz düşünürlerden Namık Kemal, Said Halim Paşa, Said Nursi, Mehmet Akif, Necip Fazıl, Sezai Karakoç, İsmet Özel, Rasim Özdenören vb. isimlerin Batı ve Batılılaşma karşısındaki düşünceler belirgin farklılıklar içermektedir. Bu durum sadece Türkiye özelinde değil, İslam dünyasında da geçerlidir. Hiç kuşku yok ki, Cemaleddin Afgani, Muhammed Abduh, Reşid Rıza, Seyyid Kutub, Mevdudi, Hasan el-Benna, Ali Şeriati, Mutahhari, Aliya İzzetbegoviç, Fazlurrahman, Malik bin Nebi, Muhammed İkbal, Cabiri ve Hasan Hanefi gibi düşünürlerin arasında da Batı konusunda az ya da çok farklılıklar vardır.

Kuşkusuz, Batı hakkındaki değerlendirmeler genel olarak İslam dünyasının gerilediği bir zaman dilimine özgüdür. İslam dünyasının Batı karşısında gerileyip askeri, ekonomik ve bilimsel üstünlüğünü kaybettiği bir dönemde değerlendirmelerin farklılaşması da doğaldır. Batıyı tümden reddeden Selefi ve radikal akımlar olduğu gibi, Batıyla uyumlu bir ilişkiye girmek zorunda olduğu tezinden hareket eden ılımlılar da vardır. Bir de modernist İslamcılar vardır ki, onların batılılaşma karşısındaki tavırları da diğerlerinden oldukça farklıdır.

Mehmet Akif İslami değerlere bağlı kalarak batının ürettiği ilim ve tekniğin alınabileceğini savunuyordu. Peki, bu mümkün müydü? Batının teknolojisini üreten felsefi temelleri kabul etmeden onun gibi gelişmek mümkün olabilir mi? Teknoloji ve bilim, batının felsefi düşüncesinden bağımsız olarak değerlendirilebilir mi? Mehmet Akif bunun mümkün olduğunu savunuyordu. Mehmet Akif, ülkesini emperyalistlerden kurtarmak için elinden geleni yapan bir aydın olarak karşımıza çıkmaktadır. Öyle ki, tüm enerjisini bu uğurda harcamıştır. Ne ki, savaş kazanıldıktan sonra kurulan yeni paradigmada ona ve fikirlerine yer yoktu. Üstelik düşünceleri yeni kurulan sistem tarafından sakıncalı görülüyordu. Mehmet Akif, peşine hafiye takılmasını hazmedemeyerek Mısır’a gitti. Döndüğünde ise devletin yönetici elitleri tarafından yalnızlaştırılmıştır. Bu ülkenin kuruluş belgesini (İstiklal Marşı) yazan büyük insan birkaç üniversite öğrencisinin omzunda defnedildi. Devlet kendisine bir cenaze törenini bile fazla görmüştü.

Diğer bir İslamcı Said Halim Paşa ise batılılaşma konusunda Mehmet Akif’ten farklı düşünüyordu. O’na göre ise bilim ve tekniği felsefi düşünceden soyutlayarak ele almak mümkün değildi. Müslüman kalarak modernleşeceğimizi düşünenler sosyoloji ile Zoolojiyi birbirine karıştırıyorlardı. Dolayısı ile Batı’nın ulaştığı bilim ve teknik seviyesini düşünce sisteminden bağımsız ele almak mümkün değildir.

Türk modernleşmesi serüveninin farklı ideolojiler etrafında kümelenen aktörleri, ilerleme ve gelişme anlamında Batılılaşma konusunda hemfikir olmasına karşın, bunun hangi yöntemle yapılacağı konusunda ayrılıyorlardı. Diğer yandan, Batıcılığın baskın olduğu Türk modernleşmesinin kabaca iki çizgisi olduğu söylenebilir:

1-III. Selim, II. Mahmut, Mustafa Reşit Paşa, İttihat Terakki İle başlayan Mustafa Kemal ile radikal bir biçime dönüşen ve onun sonrasında CHP ve ulusalcılık üzerinden yürüyen otoriter, laik ve radikal modernleşme;

2- II. Abdülhamid ile başlayan, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasıyla ve Serbest Fırka ile devam eden, Menderes ve Özal ile emekleyen, Erdoğan ile birlikte zirve noktasına erişen demokratik-muhafazakar modernleşme.

Birincisinin doğal müttefiki bürokrasi ve askerken ikincisi muhafazakar -dindar halk yığınlarına dayanıyordu. Osmanlı’nın yıkılmasıyla başlayan süreçte, yeni devletin nasıl kurulacağı konusunda öne çıkan tartışmayı Mustafa kemal önderliğindeki Radikal batıcılar kazandı. Kurtuluş savaşının başında sağlanan konsensüs ancak 1924 yılına kadar sürdürülebildi. Kurtuluş savasını veren kadro ile hedeflediği Batıcı toplum düzeninin kurulamayacağını anlayan Mustafa Kemal 1924 ‘de geniş bir tasfiyeye girişti. Modern Türkiye Cumhuriyetinin paradigması büyük ölçüde bu siyasal hamleden sonra atıldı. Batılılaşma projesine mesafeli bakan muhafazakar- dindar-İslamcı kadrolar büyük ölçüde tasfiye edildi.

Cumhuriyetin kuruluşundan sonra Batılılaşma Kemalizm ile eşitlenmiştir Kemalist ulusalcılığın batılılaşmak için uygulamaya koyduğu devrimlerin toplumsal katmanlara ulaşmadığı, elit bir üst yapı ile sınırlı kaldığı eleştirileri yapılmıştır. Kemalist ulusalcılar ve modernleşmeci elitlerin özellikle giyim ve sosyal hayat üzerinden yaptıkları değişimin yüzeysel kaldığı açıktır.

Öte yandan, Cumhuriyeti kuran öncü kadronun zihninde deist, yani yaratan ama hayata müdahale etmeyen bir tanrı tasavvurunu temel alan din anlayışı vardı. Sosyal hayatı, akıl ve bilime göre düzenlemek için böyle bir tasarıma muhtaçtılar. Bu da onların toplumsal katmanlarda büyük yer tutan dindarlarla buluşmasını engelliyordu. İşte Said Nursi Risalelerinde temelde bu felsefeye karşı mücadele etmeyi amaçlamıştır. Dinin hayatla bağının koparılmaya çalışıldığı bir dönemde Nursi, bunu bir iman meselesi olarak görmüştü.

Batıcılık akımı içinde yer alan Radikal Batıcılar, Mekke yerine Paris, İslam yerine Hıristiyanlığı konumlandırmak istemişlerdir. En azından devlet-birey ilişkileri konusunda Hıristiyanlık tecrübesini aktarmak istemişlerdir. Felsefi anlamda, Batı modernleşmesinin temelinde aydınlanma düşüncesi vardır. Aydınlanma, insan merkezli bir düşünme biçimidir. Bu yüzden batılılaşmanın sağlıklı yürütülmesi ve sonuca ulaşması için aydınlanma felsefesinin temel yaklaşımlarını benimsemek gerekir. Radikal batıcılardan Vedat Nedim Tör’ün şu ifadeleri bu yaklaşımı ortaya koymaktadır: “Bugünün neslini Avrupa kültürü ile yetiştireceğiz. Ona her şeyden önce klasik sanat terbiyesini vereceğiz. Yunan ve Latin sanatından başlayarak, Avrupa kültürünün sanat numunelerini ve sanat tarihini öğreteceğiz. Bu suretle liseyi bitiren bir Türk genci Nefi’yi, Baki’yi değil, fakat Homer’i, Shakspeare’i, Goethe’yi, Racine’i, Sciller’i tadacak “

Bu durumun, İslam gibi aşkın olana bağlı bir din ile karşı karşıya gelmesi kaçınılmazdır. Aydınlanma felsefesinin dayandığı rasyonalizm, bireycilik, laiklik, hümanizm gibi anlayışlar İslam inancının temel parametreleri ile çatışıyordu. Aslında Türk modernleşmesinin krizi de bu noktalara dayanıyordu.

Türkiye modernleşmesinin felsefi temelinin zayıf olmasının yanında, Anadolu İslam anlayışı ile temasının zayıflığı onu başarısızlığa mahkum etmiştir. Anadolu’da Selçuklu ve Osmanlı İslam anlayışı bakımından Eş’ari ve Gazali geleneğinin paradigmasına yaslanmıştır. Dahası bu sentez hem büyük bir imparatorluk kurmuş hem de çevreden gelen diğer heterodoks İslam anlayışlarını etkisizleştirmiştir. Öyle görülüyor ki, Eş’ari- Gazali çizgisini temel alan bu sentez, hem yeni kurulan devlete meşru ve kabul edilebilir bir ideolojik temel bulmada oldukça başarılı olmuş, hem de bu sistemin dışında kalan heterodoks anlayışların etkisini iyice azaltmıştır. Aslında Türkiye Cumhuriyeti de büyük ölçüde din politikasını bu sentez üzerine inşa etmeye çalışmıştır. Bu sentezin özü, devletin siyasetini meşrulaştıracak bir dini anlayışı oluşturmaktır.

Diğer İslam ülkelerinde olduğu gibi Batı değerlendirmeleri güç merkezinin Amerika’ya kaymasından dolayı büyük ölçüde Amerika üzerinden yapılmaya başlanmıştır. Özellikle Amerika’nın sömürgeci tavırları ve İsrail’i koruyan ve her tür hukuk ihlalini sahiplenen duruşu Amerikan karşıtlığını keskinleştirmekte ve yaygınlaştırmaktadır. Mısır askeri darbesine desteğinin ardından, Son olarak Kudüs kararı bu anlayışı Amerikan karşıtlığının daha da yaygın hale gelmesini sağlamıştır. Ancak yine de Amerika’nın tek boyutlu değerlendirilmediğini belirtmek gerekir.

İslam dünyasında ve Türkiye’de Amerika karşısında farklı siyasal tutumlar ortaya çıkmaktadır:

1- Her koşulda Amerika karşıtı olan, anti Amerikancılar. Bu gurup içinde İslamcı gruplardan sol ideolojilere kadar değişik gruplar bulunuyor.

2- Bugünün dünyasında Amerikasız bir siyasetin zor hatta imkansız olduğunu düşünen ve olayı pragmatizm temelinde değerlendirenler.

3- Türkiye’nin 2.Dünya Savaşı sonrası yapılanmada NATO ve Amerika eksenine düştüğünü, henüz kendi siyasetini oluşturup uygulama yeterliliğini sahip olmadığını savunanlar.

4- Her olumsuzluğu Amerika üzerinden anlamlandırarak kendi eleştirilerini sürekli öteleyenler.

5- Her koşulda Amerikan taraftarı olanlar.

6- Türkiye’nin Amerika ile stratejik ortak olduğu zamanın değiştiğini, Türkiye’nin çok boyutlu bir dış politika izlemesi gerektiğini düşünenler.

7- Amerikan yönetiminin Türkiye’yi gözden çıkarmadığını, ancak mevcut iktidarla çalışmak istemediğini savunanlar. Bu görüşü savunanlar 15 Temmuz ve iktidara karşı girişilen darbe ve kalkışanların (Gezi ve Cemaat Destekli olaylar)arkasında Amerika’nın olduğunu düşünüyorlar.

8-Erdoğan’ın İslamcılığı dolayısıyla Batı’da ve Amerika’da kuşku uyandırdığını savunanlar.

9- Başlangıçta ortak çalışsalar da zaman içinde Erdoğan’ın Suriye ve İsrail konusunda Amerika ile anlaşmazlık yaşadığını savunanlar. Bunlara göre Erdoğan, Suriye konusunda Amerikan tezine engel görülüyor. Bu yüzden Amerika Türkiye karşıtı gruplara destek veriyor.

10-Türkiye’nin eski dönemlerde olduğu gibi Amerikan isteklerine koşulsuz boyun eğmemesi, Amerika’daki Türkiye karşıtlığını besleyen en önemli faktör olduğunu savunanlar.

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Türk modernleşmesi, Yeni Osmanlıcılık ve İslamcılık akımlarını dışarıda tutarak, Batıcılık ve Milliyetçilik üzerinden kurumlaşmaya çalışmasına karşın beklediği sonuca ulaşamamıştır. Dolayısıyla Abdullah Cevdet’ten Mustafa Kemal’e uzanan radikal batılılaşmacı çizgi, uygulandığı zamanlarda bile kırılmalar yaşamıştır. Ziya Gökalp’in savunduğu Türk kültürünü temel alarak Batı’nın tekniğinden yararlanma anlayışı, milliyetçiliğin zaman zaman faşizme varan uygulamaları karşısında beklenen desteği alamamıştır. Dolayısıyla Türk modernleşmesinin iki akım üzerinden yürüyen serüveni, özellikle 1980’lerden sonra büyük bir krizle karşılaşmıştır. Bu krizler, cumhuriyetin ilk dönemlerinden beri uygulanan Türk milliyetçiliğine karşı Kürtlerden yükselen itiraz ile laiklik politikalarına karşı İslamcılardan yükselen itirazdır. Türk modernleşmesi karşılaştığı bu iki büyük soruna cevap vermeye çalışıyor. Zaten bu ülkede toplumsal barışın kökleşmesi bu iki soruna verilecek cevapla yakından bağlantılıdır.

Son söz: Türkiye’nin yönünün Batıya dönmesi gerektiği düşüncesi başka, Batı tecrübesinden yaralanmayı talep etmesi başkadır. Ayrıca genel olarak ideolojilerin tanımladığı gibi tek boyutlu bir Batı yoktur. Batı, içinde de rahatsız olan aydın ve gruplar vardır. Onlarla adalet temelinde ortaklıklar kurulabilir.

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR