Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Musab Aydın


BAŞIM ALIP ÇIKSAM BİR YÜCE DAĞA

Musab Aydın'ın yeni yazısı;


 

BAŞIM ALIP ÇIKSAM BİR YÜCE DAĞA

 

 

Dibi yosun tutan denizlerden çok, dağları seyretmeyi severim ben. Bu nedenle uçsuz bucaksız ovaları dolaşmak yerine her zaman dağların zirvesine çıkmayı arzulamışımdır. Dağlar, bazen aşılması imkânsız büyük bir engel olarak zihinlerimizde yer almışken bazen de özgürlüğün en güçlü sığınağı olmuştur. “Dağlar, dağladı beni” diye sitem edenlerimiz olduğu gibi “Benim meskenim dağlardır, dağlar” diyenlerimiz de az değildir. Ben ise şehrin kuytu sokaklarında dolaşırken “Başım alıp çıksam bir yüce dağa” diye mırıldanıyorum daha çok. Hasrete ve özleme yenik düşen yüreğimi dağlara yaslamışım her zaman. Geniş ovalara inat, başı dumanlı dağların yamacına sığınmışım, anne merhametine sığınır gibi… 

Dağlar insanoğluna benziyor biraz da hepsinin bir mizacı bir derdi vardır. Suskun gibi görünseler de her birisinin bir lisanı var elbette. Başında kar boran eksik olmayan her dağın bağrında akan serin dereleri var. Yol geçmez, geçit vermez dağların yalnızlığını sadece bulutlar paylaşır. Bazen zirvesine çıkacak takati bulamaz, yine de yalnız bırakmaz yamaçlarını sarmalar bulutlar. Dağlar, bereketin, kudretin ve merhametin yeryüzüne gülümseyen yüzüdür. Her ayrılığımızı dağlardan biliriz, bütün gurbetliklerimize sebep olarak suçlarız. Çektiğimiz sıla hasretini, ana, baba özlemini ve gönlümüze dokunan her acıyı onlardan biliriz. Oysa işin aslı böyle midir, yoksa öfkemizi de kahrımızı da dağlara mı yüklüyoruz orası da bilinmez…    

Aslında insanoğlu da çoğu kez kendisini dağlar ile özdeşleştirmiş. Bazen daha da ileri gitmiş kendisini dağ ile kıyaslamıştır. Belki de en çok dağlara benziyordur insan, her türlü zorluğa dağ gibi direniyor ya. Bu yüzden babamıza, dostumuza “dağ gibi adam” diyoruz, dağın verdiği sükuneti, sadeliği ve güven duygusunu ararız dostluklarımızda. Şairin dediği gibi “Başım dağ, saçlarım kardır” Ama zor zamanlarımızda ise “Benim meskenim dağlardır” diye tercihimizi dağlardan yana yaparız. Bir dağın havasını almışsa çocukluğumuz, en geniş ovalar dar gelir bize, şehirler ise birer tuzak. Şehrin en geniş caddeleri, bulvarları birer dehlize dönüşür. Çırpındıkça bizi aşağı çeken ve nefesimizi kesen bir girdap oluverir. Aslında şehir bir uçurumdur böyle zamanlarda. Dağların rüzgârı tüm serinliğiyle vurmuşsa sinemize, uçurumlar tutamaz bizi artık. Bizimle söyleşiye duracak kuşlar konmuştur uçurumun başına. Kuşları ürkütmeden durmak lazım uçurumun kenarında ve asla düşmeden…

Bakmayın dumanlı dağların yalnızlıklarına, zemheride bile çiçek açacak kadar umut dolu yamaçları vardır. Dağların zirvesi karla kaplıyken bile sarı ve mavi çiğdemler açmaya başlar. Düğün çiçeklerinin süslediği Ağrı Dağı’nın etekleri gibi. Hiç durmadan uzun yol gitme isteği çekiyor beni bu başı dumanlı dağlara. Uçsuz bucaksız tarlaların, geniş ovaların içinden geçerken bile bir dağa kavuşmanın arzusu ile durmadan yol alıyorum.  Hiçbir zaman bu ardı görünmez, başı sisli dağları nasıl aşarım diye düşünmedim. Bir dağa baktığımda, kıvrım kıvrım uzayıp giden bu yollardan nasıl geçilir diye hesap etmeden ve gözümü zirvesinden ayırmadan yola koyulmuşumdur her zaman. Göz ile görüyor olsak da ancak gönül ile yürüyebiliyoruz bu zorlu yolları. Gönül olmayınca, gözün gördüğü yolları nasıl bulabiliriz ki?

Havada hafif bir hüzün var yine. Belli ki güneş naz makamında, bulutların ardına gizlenmiş. Sonu görünmez ve uzayıp giden yolların önünü hep dumanlı dağlar kesiyor. Adım adım arşınladığımız yollar tükenmeyecek kadar uzun, bir de gurbette sıla hasreti. Gurbet, hep bir dağın ardında kalmak gibidir, aşılması mümkün olmayan büyük bir dağın… Böyle zamanlarda bir isyanın sesi yükselir yüreğinden “Bir of çeksem karşıki dağlar yıkılır” diye. Sahi, yıkılır mı dersiniz bütün heybetiyle duran o büyük dağlar? Yıkılmaz elbette, ölçü adalettir. Bir otun bir dağı çekmeye gücü, kudreti olmadığı gibi bizim de bir of çekmemizle de o dağlar yıkılmayacaktır.

Lakin dert, hasret büyük olunca, sesimiz hep bir dağda yankılanır olmuş. Çaresizlik büyüyünce yüreğimizde “Dağlar seni delik delik delerim” diye bir türkünün ardına düşeriz. Ferhat’ın delemediği dağı biz mi deleceğiz? diyeceksiniz.  Biliyorum, çoğu kez zirvesine bile çıkamadığımız dağı nasıl delebiliriz ki. Yolumuzu kesen her dağın ancak yamacından geçebiliyoruz. Yine de önümüzde hep bir dağ durmuştur, kâh yolumuzu kesen bir set olmuş, kâh sevdiklerimizden bizi ayrı düşüren… Her şeye rağmen zor zamanlarımızda bizi bağrında saklayan bir sığınak. Bazen dağın zirvesine ulaşamayışımıza isyan ederiz, dağlar girdi aramıza, sılaya gelmeyen yol utansın deriz. Bazen de bülbül olur yamaçlarında biten güle, sümbüle övgüler dizeriz.

Kimi zaman başın belaya girer, sen kaçarsın da bela arayıp bulur seni. Bir çıkış yolu ararsın da dünya dar gelmeye başlar. Sığınılacak bir yer ararsın, tam bir çaresizlik içindeyken rüzgâr fısıldar kulağına, “Başına bir hal gelirse dağlara gel. Seni saklar vermez ele.” Dağlar ele vermez elbette. Bazen haramisi, eşkıyası da sığınır yamacına. Dağ emniyettir, bir zaman barındırır. Yolu düzelmeyince ne haramiye yar olur ne eşkıyaya. Dağlar mertçe, yiğitçe karşılaşmanın en adil mekânıdır belki, hileden, tuzaktan uzaktır. Bu yüzden zulmün sembolü olan Bolu beyine, “Çıkıp şu dağlara yaslanmalıdır” diye meydan okuyan Köroğlu’nun sesine şahitlik ederiz. Zalime meydan okumanın yeri de er meydanı da her zaman dağlar olmuştur.

Her dağ biraz da Kafdağı’dır aslında. Dağların hep bir gizemli tarafı vardır, bir tarafını seyre dalsak da diğer yanı başka bir dünyadır. Kimi “Bu dağlar kömürdendir” demiş. Kimisi “Gönül Dağı’ olarak görmüş. Dağ nedir sorusuna verilen cevaplar çok farklı olabiliyor. Bana göre, dağlar yaslandığımız dert ortağımızdır, Aks-i sedasıyla bize yoldaşlık eden dostumuzdur. Vefadan ve dostluktan vazgeçmez dağlar, yağmur gibi sarmalar bedenini, sevda gibi fısıltı ile dokunur kalbine. Hz. Adem’in duaya durduğu Arafat büyük olmasa da bir dağdır. Hz. Nuh’un gemisine liman olan da. Hz. Musa’yı Tur dağıyla anarız. Dağlar, son Resul’e hep eşlik etmiştir. İnzivasına sığınak olan Hira, yalnızlığına ortak, ilk vahiy ile buluşmasına da şahitlik etmişti. Hicret yolculuğunda bir yol arkadaşı da Sevr dağıydı…    

 

Bu günler de bir ses yankılanıyor şehrin kuytu sokaklarında “Başım alıp çıksam bir yüce dağa”

 

 

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Osman Baharçiçek
9.11.2020 10:07:05
Çocukluğunu her sabah uyandığında kendisini karşılayan bir dağın olduğu bir yerde geçen birisi olarak bu yazının benim için çok şey ifade ettiğini belirmem lazım. Ellerine yüreğine sağlık aziz dostum. Selam ve dua ile....

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR