Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Mustafa DOĞU


BA´DE HARABİ´L SURİYE

Bu deyim için şöylede bir hikâye anlatılır; Kadim zamanların birinde, yaşlı-fakir bir dervişin yolu Basra´ya düşmüş...


BA´DE HARABİ´L SURİYE

"Ba´de harâbi´l-Basra", yani "Basra harap olduktan sonra" anlamındaki bu deyim, "iş işten geçtikten sonra" yerinde kullanılan bir tabirdir.

Bu deyim için şöylede bir hikâye anlatılır; Kadim zamanların birinde, yaşlı-fakir bir dervişin yolu Basra´ya düşmüş. Bu dervişin, kesesi ne kadar fakir ise, gönlü o derece zengin imiş. Basra halkı ona hiç itibar etmemiş. Ne, ?Aç mısın?? diye soran olmuş, ne de ?Açıkta mısın?? diye. Kasaplar, kestikleri bir dananın etinden, kedinin-köpeğin önüne atar gibi bir parça da onun önüne atmışlar. Fakat gelgelelim ki ne eti pişirebilecek bir ateş, ne de eti pişirtebileceği açık bir kapı bulabilmiş. Bu duruma çok üzülen derviş, Allah´a yalvarmış: "Ey büyük Allah´ım. Şu Basra halkının kayıtsızlığından sana sığınırım. Beni bağışla ve şu bir lokma etimi pişirecek bir ateş ihsan buyur.? Daha duası biter bitmez Basra´yı büyük bir yangın sarmış ve kısa sürede birçok yer kül olmuş. Bir köşede ateş üstünde etini pişiren derviş, Allah´ın büyüklüğüne hayran fakat kendi sabırsızlığından pişman olarak şöyle demiş: "Ba´de harâbi´l-Basra nefsimizi köreltebildik."

On yıl kadar önce kalabalık bir arkadaş grubuyla otobüsle Hatay-Reyhanlı´dan geçerek Suriye´ye doğru yola çıktık. Amacımız üç gün süresince başta Şam, Halep, Hama, Humus gibi iller olmak üzere İslam medeniyetine önemli eserler vermiş, uzun süre başkentin Şam olması hasebiyle merkez konumunu sürdürmüş bu toprakları gezmekti. Rabbimizin Kerim Kitabımızda defaatle yeryüzünü gezmemizi, yaratılış başta olmak üzere, kalkınmışlıkta-gelişmişlikte zirve yapmış çok güçlü milletlerin-devletlerin nasıl yerle yeksan edildiklerini, yalanlayanların akıbetinin nasıl olduğunu görmemizi, düşünmemizi, dersler çıkarmamızı bildirdiği veçhede bir gezinti yapacaktık.

Suriye iki binli yılların başına ?oğul Esad iktidarına- kadar, ülkemizi tehdit eden terör örgütünün yöneticisine hamilik yaptığından dolayı adeta savaşın eşiğine gelmiş, ilişkiler en alt seviyeye inmiş, sınırları en uzun olan iki komşu ülkeydik. Bundan daha ötesi ise; birilerinin bizlere sınırlar tayin etmesi neticesinde, özellikle Hatay bölgemizde bölünmüş akrabalıkların oluşması hasebiyle birbirimizden ayrılmamızın asla mümkün olamayacağı iki ülke. İşte bu iki ülke kendilerine yakışanı yaparak, dostlarını sevindirip düşmanlarını kahrı perişan edecek adımlar atmış, birilerinin tayini neticesinde oluşan sınırları adeta yok sayarcasına devlet teamüllerinin ötesine taşınacak çok sıcak-samimi-dostane ilişkiler geliştirmişlerdir. Bu sahaya hemen yansımış, kimliklerle bile gidilir gelinir olmuştu.

Suriye´ye giden herkes olumlu ortak kanaatlerle geri dönmekte ve gidiş/gelişler son derece ekonomik olduğundan dolayı hemen yeni grupların oluşumuna mihmandarlık ederek elden geldiğince çok sayıda insanın oraları görmesi sağlanmaktaydı. Neticede 2011 yılının başına kadar bu süreç böyle devam etmiş, başta Cilvegözü (Reyhanlı) ve Öncüpınar (Kilis) kapıları günlük yüzlerce-binlerce aracın karşılıklı gidiş gelişlerine şahitlik etmişlerdir. Bu ilişkilerin gelişimi, en çok bölünmüş akrabaların bayramlar başta olmak üzere çileye dönüşen ziyaretlerin-görüşmelerin rahatlamasını sağladığı için, o kesimi herkesten daha fazla mutlu etmiştir.

Suriye´ye gidip-gelen herkes bu ülkede Rusya´nın askeri-ekonomik-siyasi anlamda ne büyük yatırımlarının olduğunu, İran´ın kendi mezheplerince kutsal addedilen mekânların varlığından dolayı ne kadar yüksek düzeyde bir ilişkilerinin olduğunu çok net görebilmekteydiler. Yine Filistin mücadelesinin ülke sınırları dışındaki en önemli askeri-siyasi yapılanmalarının, ülke dışına çıkmak zorunda kalan insanların bu topraklarda barındırıldığını görmekteydiler. Bu ülkeye gidip gelenler daha sınırlardan içeri girdikten hemen sonra Beşşar Esad ve Lübnan Hizbullah´ının Şii lideri Hasan Nasrallah´ın posterlerinin her yerde yan yana asılı olduğunu bir o kadar şaşkın bakışlar altında müşahede etmekteydiler. Yine bu ülkenin insanlarının herhangi bir İslam ülkesinden az olmayacak kadar başta dini hayat olmak üzere, yaşamlarında ne kadar mutlu olduklarını gözlemleyebilmekteydiler.

Sabahın erken saatlerinde vardığımız Humus´taki Halid b. Velid cami adeta çoluğuyla çocuğuyla Suriyeli ailelerin doldurup taşırdığı mekânlardan biri olarak gördüğümüzde şaşkınlığımızı gizleyememiştik. Halep´teki Ulu caminin, Şam´da ki Emeviye camiinin, Hz. Peygamber´in torunu Hz. Zeynep´in türbesinin, Hamidiye çarşısının, Muhyiddin İbnü´l-Arabî´nin türbesinin olduğu mekânlarda da farklı manzaralar ile karşılaşılmamaktaydı. Hele Şam´ın bir banliyösünün on binlerce kişiyi ağırlayacak dünyanın değişik mutfaklarının sergilendiği restoranlarla dolu dolu olduğunu görünce tümden şaşkınlığımızı gizleyemez olmuştuk.

Özetle seküler/laik bir din ve hayat Suriye´de alabildiğince toplumun tüm kesimleri tarafından yaşanabilmekteydi. Siyasi bir talep mi? Hangi İslam ülkesinde bu gerekçelerle insanlara zulmedilmiyor ki, tek adam rejiminin uygulandığı Suriye´de müsaade edilsin. Özgürlük ve Kıyam merkezi kılınmış Allah´ın beyti Kâbe´de, on-on beş kişinin bir araya gelerek sohbet edebilmelerine bile despot Suud rejiminin askerleri asla izin vermiyor, müsamaha göstermiyor olduğu ayan-beyan biliniyor olduğu halde. Suriye´nin geleceğinin planlandığı masanın en önemli aktörü olan ve rol kesme yetkisini kendisinde gören dost-müttefik(!) Putin, başta Çeçen direnişi olmak üzere her türlü haklı talepleri çok acımasız ve kanlı bir şekilde bastırmadı mı? Daha çok yakın bir tarihte bütün dünyanın gözünün içine baka baka Kırım´ı ilhak etmedi mi? Bırakın içeridekilerini dışarıdaki muhaliflerini bile acımasız yöntemlerle ortadan kaldırmadı mı? Bugünün dünyasında halkı Müslüman olan ülkeler başta olmak üzere kaçında devlet eliyle adalet hakkıyla egemen kılınabilmiş ki?

2011 yılının Mart ayında Mezopotamya´nın antik kenti Dara´da bir takım isyanların başlamasıyla iç savaşın kıvılcımı ateşlendi ve ateş büyüdükçe büyüyerek tüm Suriye´yi kasıp kavurdu. Bu ateş, çok doğal olarak en yakın komşularını da tedirgin etti. Bu yanan öyle bir ateş ki; daha önce Ortadoğu´nun kadim medeniyetlerine beşiklik etmiş diğer coğrafyalarınkinden daha acımasız ve daha korkunçtu. Bugüne gelindiğinde yüzbinlerce ölü, bir o kadar akıbetlerinin ne olduğu bilinmeyen kayıplar, kalan ömürlerini özürlü-sakat olarak geçirecek olan milyonlar, evlerini-yurtlarını-yuvalarını terk etmek zorunda kalarak sığındıkları ülkelerde yaşam mücadelesi vermeye çalışan milyonlarca mülteciler. Parçalanmış-bölünmüş aileler ve çocuklar. Akdeniz´in sularına gömülen yaşamlar-hayaller ve en önemlisi de insanlık. Yakılan-yıkılan yok edilen bir tarih-medeniyet ve kültür. Oluş/turul/an onlarca örgüt.

Suriye´de isyanların başlamasıyla birlikte saflar-ittifaklarda netleşiyordu. ABD ve AB öncülüğünde ki batı ile Türkiye ve Suud´un da içinde bulunduğu birçok İslam-Ortadoğu ülkesi muhaliflerden, Rusya ve İran ise işin ta başından beri mevcut rejim ve Esad´dan yana saf tuttular. Derme-çatma-toparlama bir muhalefet, bu ülkeler kanalıyla silahlandırılacak, eğitilip donatılarak güya bu topraklara verdikleri mücadelelerle özgürlük getireceklerdi. Batının buradaki ikiyüzlülüğünü-sahtekârlığını-ahlaksızlığını anlamamak için insanın gerçekten tümden aptal olması gerekiyordu. Zira ABD´nin öncülüğündeki batı blokunun derdi, bu topraklarda özgürlüğün-insan hak ve hürriyetlerinin egemen olması asla olmadı, olamazdı da. Bunların varlık nedeni kan-sömürü-zulüm ve gasptır. Bunlar, özgürlüğü sadece kendi insanı için layık görmekte ve dışındakileri birer köle, kendilerine hizmetkâr kılınmış varlıklar olarak tanımlamaktadırlar. Yakın tarihimiz bunun sayısız örnekleri ile dolu doludur. Son elli yılda özgürlük vadi ile girdikleri-işgal ettikleri topraklara şöyle bir ibreti nazarla bakıldığında bu ayan-beyan görülecektir. Bunlar; bu topraklarda oluşturdukları istikrasızlık-kaos-karmaşadan beslenmekte, varlıklarını sürdürmektedirler.

Yedinci yılını geride bırakmakta olduğumuz Suriye iç savaşı İdlib üzerine gerçekleştirilecek operasyonla yeniden gündeme geldi. Tıpkı Halep´e yapılacak operasyonda gündeme geldiği gibi. Savaşın gidişatını belirleyen en önemli faktör şüphesiz ki Rusya´nın olaya müdahalesidir. Önceleri seyirci kaldığı bu iç savaşta sonraları aktif bir rol üstlenip kendisi için son derece stratejik konuma sahip Suriye´ye ve mevcut rejimine sahip çıkarak varlığını hissettirdi. Rusya olaya müdahil olana kadar, irili-ufaklı vahşi batının parlamentolarından adeta çocuklarının doyumsuz hazlarını tatmin etmek istercesine Suriye´yi havadan bombalamak için tezkereler çıkarıp, izinler alıyorlardı. Önüne gelen Suriye´yi havadan bombalıyor ve ?kurşun adres sormaz? kabilinden bombalar-şarapneller adres sormaksızın özellikle masum kadın-ihtiyar ve çocukları vuruyordu. Suriye toprakları bir o örgütün, bir bu örgütün eline geçiyor, dünü aratacak yeni dramlar yaşattırılıyordu. Neticede Rusya ve İran desteğinde ki rejim kaybettikleri toprakları geri almak için operasyonlar başlatıyor ve sonuca gidene kadarda hedefe kilitleniyorlardı. Bugün itibariyle rejim Suriye´nin %60´ının hâkimi olmuş, geri kalanları içinde planlar üretmektedir. Düne kadar Suriye topraklarının büyük bir kısmını kontrol eden batının besleyip göz yumduğu DEAŞ gitmiş yerine yeni besleme YPG-PYD sahne almıştır.

Astana görüşmeleri rejim açısından sürecin lehine işlemeye başlamasının da miladıydı. Bu görüşmelerde masanın etrafında üç ülke oturuyordu. Rusya-İran ve Türkiye. Rusya ve İran iç savaşın başından beri ödün vermeksizin-zikzaklar çizmeksizin her türlü varlığı ile mevcut iktidarın yanında yer almışken, Türkiye başından beri batı bloku ile hareket ederek muhaliflerin yanında yer almıştı. Normal şartlarda baktığınızda bu bir tenakuz idi. Bu üç ülkenin aynı masada Suriye´nin geleceğini konuşmaması gerekirdi. Ya Türkiye iddialarından vazgeçmiş veya diğer iki ülke. Çok kısa bir süre sonra Şam Emeviye camiinde namaz kılacağız temennisi, Esad´ın gidişine süre biçen söylemleri ile tüm teorileri-öngörüleri çöken, milyonlarca mülteciye kapılarını açmak zorunda kalıp batı tarafından en başta mülteciler sorunu olmak üzere, birçok askeri-siyasi-ekonomik anlamda ihanete uğrayan bir ülke. Karşısında tüm teorileri ve öngörüleri isabet kaydetmiş iki ülke. Masada neler olacağını veya olması gerektiğini anlamak için çok büyük strateji uzmanı olmanıza veya kesilmenize gerek yok. Olay çok basit ve yalın bir şekilde karşımızda duruyor ve biz bunu seyrediyoruz.

İdlib muhaliflerin elindeki son kale. Muhtemelen Rusya´nın kararlılığı ve bizim şu anda Rusya ile kurmuş olduğumuz sıcak ilişkileri sürdürme ve bozmamama çabamızın bir neticesi olarak İdlib´te rejimin eline geçecek. Bu doğal olarak yeni bir trajediyi de beraberinde getirecek. Her ne pahasına olursa olsun, rejim bloku içeride tüm kontrolleri tekrar sağlama noktasında son derece kararlı gözüküyor. Bu kuşatmanın en az zayiatla atlatılabilmesi tarafların ortaya koyacağı duruşlarla olacaktır. İdlib 2015 yılından beridir muhaliflerin kontrolünde. Burada en güçlü örgütün HTŞ (Heyet Tahriri Şam) ? ki Türkiye Ağustos sonunda (yani birkaç gün önce) terör örgütü olarak ilan etti- olduğu biliniyor. Aslında İdlib Halep kuşatması sonrasında önemli bir merkez olmuş ÖSO´da tüm askeri-siyasi üslerini buraya kaydırmıştı. İdlib anlaşma gereği Rusya-İran ve Türkiye´nin gözetim ve garantörlüğünde olan bir yerleşim merkezi. Şu anda dört milyona yakın insanın yaşadığı tahmin ediliyor ki normal zamanlarda nüfusu beş yüzbinler civarında olan bir yerleşim yeri.

Suriye´de şu ana kadar sayıları yüzleri geçmiş örgütsel yapılanmalar oluştu. Kaos ortamlarının vazgeçilmezi bu örgütler batının ucuz birer taşeronu olmaktan öteye gidemediler. Parayı veren emri de verdi ve tüm faturayı Suriye ve halkı ödedi, ödemeye de devam ediyor. Şu anda topraklarının ciddi bir kısmı bize göre terör örgütü en güvenilir dostlarımız ve müttefiklerimiz(!) başta batı ve Rusya´ya göre ise özgürlük savaşçısı olan PYD/YPG kontrolünde. Şimdilik böyle. Yarın arkasında durduğunu zannettikleri ikiyüzlü devletlerin yüz üstü kaderleriyle baş başa bırakana kadar.

Nerede-Ne şekilde-ne zaman biteceği kestirilemeyen, muhtemelen on yıllarca kaosun ve istikrarsızlığın egemen olacağı Suriye´de kim kazandı, kim kaybetti? Tartışmasız kazanan taraf ABD-AB ve Rusya. Öldürülen her masum Müslüman, bunların yeryüzü arzındaki emellerine ulaşma arzu ve iştahlarını artırırken, bir medeniyetin-tarihin-kültürün-harsın yok edilişini de keyifle izlediler-izliyorlar-izleyecekler. Kaybedeni ise tartışmasız tüm İslam devletleri-toplulukları-cemaatleri-vakıfları-dernekleridir. Yani koskoca bir ümmet, Şii´siyle, Sünni´siyle, Selefi´siyle, radikaliyle, ılımlısıyla? Suriye yanmış, yıkılmış, insanları acımasız bir şekilde çoluk-çocuk, kadın, ihtiyar demeksizin katledilmiş, sürgün edilmiş, vahşi batının insafına terkedilmiş kimin umurunda. Suriye yeniden normalleşecekmişte, muhacirler yeniden ülkelerine dönecekmişte? Bir sürü mişli-mışlı kelimeler ve cümleler. Irak, Afganistan, Mısır, Libya, Yemen´in var mı Suriye´den farkı. Özetle Ba´de harâbi´l-Irak, Libya, Suriye, Yemen? Birileri acaba nefislerini köreltebilip, hazlarını doyurabildiler mi? Müminler Allah´ın ferasetiyle-nuruyla-vahyi ile olaylara bakmayı öğrenene kadar korkarız ki daha çok ülkeler ve şehirler eklenmek zorunda kalır Ba´de harâbi´l cümlesinin sonuna vesselam.

Mustafa Doğu

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR