Kapitalizm, her izm gibi güçlü bir put. Karşında ayine duranları köleleştiren bu put, istediği
olmayınca annelik gibi yüce bir değeri tepe-taklak merdivenlerden yuvarlamaktadır.
Ve aslında yuvarlanan annelik değil anneliğin bir değer olduğu ailedir.
Aileyi kapitalizmin huşulu kölelerinin mabedi olarak algılatan bir yaklaşımının
sonunda istediği alınmayan kişi bunu putuna saygıda kusur olarak algılayınca
böyle bir tepki vermesi doğaldır ama doğru değildir.
Her istenilenin alınması için türlü türlü kredi, faiz reklamlarıyla tüketim
çılgınlığına prim veren anlayışın geleceği noktadır anneliğin ve babalığın
ayaklar altına alınması.
Anne babayı sadece ihtiyaçlarının karşılandığı bir sermaye cüzdanı olarak
gören bir nesil cüzdan boş olduğu zaman onu istediği gibi harcayabilir.
Bu bize çocuk eğitiminin ve eğitim sisteminin sorgulanması gerektigininin sinyallerini vermektedir.
Park sensörlerini bilirsiniz. Çarpacağı hedefe yaklaştıkça sinyal sesi yükselir.
Bu ve benzeri olaylar aslında toplumsal çöküşün sinyallerinin giderek yükseldiğini göstermektedir.
Erkek şiddetine odaklanan İstanbul Sözleşmesi savunucuları çocuk şiddetini, kadın şiddetini
görmezden gelmektedir.
Sanki şu söylenmek isteniyor; erkeğin dışında şiddet unsuru yoktur.
Bu ve benzer gençlerin ailelerine ve kadınların erkeklere nasıl şiddet uyguladıklarıyla
ilgili bir araştırma var mı acaba?
Bu yazının kaleme alındığı gün bir kadının sevgilisinin yüzüne kezzap dökerek
yakmasıyla ilgili ne denilebilir?
Tabi bu yine insanların evlilik dışı birliktelikleri norman gören İstanbul
sözleşmesini gündeme getirmektedir
"Aile birliği kusmuğa benziyor" "Ben yılın sürtüğüyüm" "Namus mu
kirletmeden duramam oooh!"
"Allah mısınız aileniz batsın" ve benzeri çirkin ve itici pankartlarla ortalıkta gezenlerin
aileye, anneye, anneliğe ne gibi bir değer atfetmesini bekliyoruz ki?
Tabi bunun en temel nedenlerinden birisi de İstanbul sözleşmesi olarak anılan, kadını
güçlü kılmak için her türlü rezilliğe prim veren anlayıştır.
Kadına şiddeti önleme olarak lanse edilen ama kadınlığın içini boşaltıp, salt cinsel
özgürlüğe davetiyeye çıkaran ve aynı zamanda kadınlığın kadınlar tarafından
aşağılanmasına zemin hazırlayan sözleşmeden güç alanlar meydanlarda AİLE aleyhine slogan
ve ıslıklarla toplumum en muhkem kalesini itibarsızlastırmaktadır.
İşte itibar kaybı yaşayan ailelerde ANNELİK bir değer olarak kalabilir mi?
Dünyanın birçok ülkesinde aileyi korumak için bu sözleşmeye karşı savaş ilan edilirken
bizim medeniyet veya kadını koruma adına bu sözleşmeye sahip çıkmamız ne kadar anlamlı?
Rusya’nın üst meclisi Federasyon Konseyi’nin başkanı olan Valentina Matvienko,
“eşcinsel çiftlere çocuk evlat edinme hakkı verilirse insan ırkının sonunun geleceğini” söyledi.
Dünyanın dört bir yanında ailenin korunmasıyla ilgili önemli çalışmalar yapılırken bu
sözleşme aileyi yok etmek için hibrit tohumları ekmeye çalışmaktadır.
Hedonist kültürün bir uzantısı olan bu İstanbul sözleşmesi sadece arzuların
tadminini önemseyerek nefsi ilah edinen bir neslin temellerini atmaya devam etmektedir.
Bunun sonucunda, uyuşturucu bağımlısı, hayatı sadece zevklerin tatmini, anne babayı
harcama cüzdanı olarak gören, işi bittiği zaman huzur evleri köşelerine atan bir nesille
geleceğimizin kökünü kurutmuş olacağız.
Çok geç olmadan Eğitim sistemi, İstanbul Sözleşmesi ve süresiz nafaka tekrar
gözden geçirilmelidir.