Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Seyit Ahmet UZUN


AŞK ŞÖHRETİ ALLAH’IN BEĞENİSİNDE GÖRMEKTİR

Yazarımız Seyit Ahmet Uzun'un 1yeni" yazısı


Allah’ın Habibi (sav) “En beğendiğim dostum malı ve insanlara yükü az, namazında devamlı ve duyarlı olandır. Rabbine kulluğunu en güzel şekilde yapan, gizli açık her durumda Allah’a itaat edendir. Durumu bilinmediği için halk arasında şöhrete ulaşmayıp parmakla gösterilmeyen.

Yaşayacak kadar rızkı olup rızkına sabreden mümindir.” Sonra ellerini birbirine vurup dinleyicilerin  dikkatini çekti ve şöyle dedi; “Ölümü çabuk, ağlayanı ve mirası az olandır.” 1

İnsanlar yeni bir dünyaya uyanıyor. Özellikle sosyal medya ve platformlarda beğenilme arzusu bütün yönleriyle insanları kuşatıyor. Daha çok beğeni alabilmek uğruna ölümü bile göze alacak çılgınlıkların yapıldığına şahit olmamız insanlığın gizemli bir yönüne işaret ediyor; Tanınmak, beğenilmek, sevilmek.

Bir tık insanın ruhunda bu kadar mı büyük bir mutluluğa sebep olur diye düşünmeden edemiyorsunuz. “Senin beğenine ölürüm be güzelim!” sözü lafta kalan bir ifade olmaktan uzaklaşıyor.

Beğenilme arzusu demek ki insanın DNA’sına kayıtlı bir imza!

Küresel güçler ve sermaye insanın bu zaafını fark edince onu nasıl avuçlarının içine alacaklarını da keşfetmiş oluyor. Artık telefonlar ellerimizden düşmüyor. Her paylaştığımız yazı, resim, anı gibi unsurların ne kadar beğeni aldığını öğrenmek için sürekli gözümüz paylaşımlarımızın beğeni butonunda.

Bu zayıflık girdabına kapılan kim olursa olsun fark etmiyor akıntının içinde kayboluyor.

Hangi beğenilerin sayısı artıyorsa o paylaşımlara daha fazla ağırlık veriyoruz. Yazılar değil de resimlerin özellikle de müstehcen diyebileceğimiz resimlerin veya mahrem ifşaların daha çok karşılık bulduğunu görmek bizi insanın zaaflarında ikinci noktaya dikkat çekiyor; Özel yaşamlar beğeni almada ve dikkat çekmede önemli rol oynuyor. Bunu da fark eden medya patronları programlarını bunların üzerine bina ederek reyting sayısını artırıyor. Kadın programlarının neden bu kadar yaygın olduğunu buradan çıkarabiliriz.

Aslında bu tür insanlar sorunlu ve yalnızlaşmış kişilerdir. Beğenilme duygusu onların hareket noktasını oluşturmaktadır. Böylece insan kendisi olmaktan çıkıp başkalarının olmasını istediği bir kişiliğe dönüşüyordu.

“Beğenilme kaygısı insanın gerçek niyetini sakladığı gibi hareketlerini de sınırlar. Olmadığı gibi görünmesini sağlar. Kişi kendinin ne olduğunun az çok farkındadır. Ve bu farkındalık karşısındaki kişinin beğenisini celp etmeyecekse olmadığı gibi görünmeye ve hareket etmeye başlar. Yani insan eksik olduğunun farkında ve bu haliyle beğeni toplayamayacağının da bilincindedir. İşte bu bilinç insanı kendi gibi davranmamaya, taklit hareket e düşüncelerle süslü bir dünyaya götürür. Böylece de beğenilme arzusuna ereceğini sanır. Oysa kendi olamayan bir başkası olamaz. Sadece başkasının kopyası olur.” 2

Aslında bu duygu insanı başkalarının köleliğine sürükler. Kendisini güçlü, ünlü, bilinen, zengin gibi görmesine rağmen derinlerde yatan özellik onu olduğundan farklı göstermeye sürükleyen beğenilme arzusudur. Efdalül Beşer (as) yukarıda belirttiğimiz ifadesiyle insanın beğenilme duygusunu yönelteceği mercii açıklamıştır. Allah’ın beğenisine talip olan insan kendi olmaktan uzaklaşmayacak ve nesnelerin kölesi olmayacaktır.

“En beğendiğim dostum malı ve insanlara yükü az olandır.” Sözüyle insanı nesnelerin köleliğinden azade edecek yolu göstermektedir.

Her şey zenginlik ve para diyen insan para için her şeyi yapabilecek insandır.

Çok zenginlik, yüksek makam ve çok saygı…

1 Tirmizi c. 2 Sf. 510

2 Mostar Dergisi sayı 208 Sf. 32-Düşünce Güncesi- Sulhi Ceyhan

Bu patolojik düşünce bedeli ne olursa olsun daha çok kazanma, yükselme düşüncesiyle insanı bulunduğu şerefli mevkiden alaşağı eder. İnsanlar tarafından saygı görmenin, beğenilmenin yolu para, şöhret ve makam olarak görülünce o özelliklere sahip olmanın her yolu mubah olacaktır.

Fenomenlerin beğenilmesi, siyasetçilerin kabul görmesi, sanatçıların onaylanması toplumda karşılık bulan düşünce ve davranışlardan kaynaklandığı için kişileri kendilerinden beklenen tepkiler vermeye yöneltmektedir.

“İnsanlara yükü az olan…” bu ifade ise insanın toplum nazarında saygınlığını imha edecek bir davranış kalıbına işaret etmektedir. Kim olursa olsun üç defa istekte bulunduğunuz insan dördüncünde sizi karşılarken surat asıklığı yaparak sizin ezik olduğunuzu hissettirecek bir yaklaşım sergiler. (Çok özel insanlar istisnadır) mesajlarınıza karşılık vermez, aramalarınıza dönmez, randevu taleplerinizi kabul etmez.

Şu tespiti bir yere kaydedin; insan kendisinden isteyeni, beklenti içinde olanı sevmez. Allah ise kendinden istemeyeni sevmez.

O halde istediğimizde ne onurumuza ne kişiliğimize zarar vermeyecek Allah’a yönelmek ve O’ndan istemek daha anlamlı değil mi? Tabi Allah’tan istemek tevekkül prensibini yok sayarak embesil ve tembel bir kişiliği benimseyerek değil, mücadeleci bir şahsiyetle. Elinin emeğini, alın terinin değerini bilerek Allah’a yönelmek ve O’ndan istemek.

Ve geldik şöhret konusuna!

Şöhret olma duygusu insanı yakıp kavuran bir ateştir. Beğenilme duygusunun resmiyete, kamuya mal olma halidir. Bu duygu bir müddet sonra kişiyi kibre dönüşerek kişiyi şöhrete taşıyan kişileri küçük görmeye yöneltir. İşte bunun için şöhret ateştir diyorum.

Efdalül Beşer (as) bu duygunun insanda oluşturacağı yıkıcılığı bildiği için sevdiği dostlarının şöhrete ulaşmayan, yaptığı iyiliklerin riya ve gösteriş alevlerinde yanmayan kimselerden olduğunu söylemesi manidardır. Aslında şöhreti insanın karakterine düzenlenen bir suikast olmaktan çıkarabilirsek, sözünün, davranışlarının değer taşıması açısından önemlidir.

Gençlik şöhreti takip ediyor, onları idol alıyor. Küresel güçler de bu aşamada erdemleri zehirleyecek eylemleri, çirkinlikleri bu idol, şöhret olmuş şahısların kliplerinde, şarkılarında, sahnelerinde davranış olarak sunarak gençliğin değerlerden, maneviyattan uzaklaşmasına zemin hazırlıyorlar.

İşte bu noktada Allah’ın sevgisinden uzak şöhret bir afet olarak insanın kalbi dünyasında bir yanardağa dönüşecektir. Yandıkça daha da yok olacaktır şöhret ateşinde. Nihayet fena fi şöhret girdabında her şey onun için şöhret olacaktır. Şöhretin muhafazası için kendisini kendi yapan karakter başta olmak üzere aile, çocuk, maneviyat hepsi ona feda edilecektir.

Karakterden uzaklaştıran şöhret afettir.

“Yetenek sporcuyu şöhret yapar, karakter ise efsane!” diyen Muhammed Ali aslında sadece şöhrete takılanların karakterlerini kaybedeceklerinin altını çizmektedir. Sanat, spor, edebiyat, akademi, din vb alanlarda şöhrete ulaşan insanların toplumun temel değerlerine savaş açacak şekilde söylem ve davranışlarda bulunması ve eşlerinden boşanmaları küçük bir göstergedir.

Allah’ın ve peygamberin beğenisini önemseyenlerin her şeyden önce adalete, liyakate, dürüstlüğü önem vererek, kibir sahilinden uzaklaşıp makam ve şöhretin sihirli dünyasına kapılmadan vahiy merkezli bir yaşamı benimsemelidir. Bu konuyu açmışken Ebu Zer’e değinmeden geçemeyeceğim.

Ebu Zer bir gün peygambere (as) gelerek yöneticilik isteğinde bulunur.

“Ey Allah’ın peygamberi! Beni vali tayin etmez misin?” dediğinde Efdalül Beşer (as) eliyle Ebu Zer’in omzuna vurarak şöyle der; “Ebu Zer! Sen zayıf bir adamsın. İstediğin görev ise bir emanettir. Bu emaneti ehil olarak alan ve üzerine düşeni yapanlar müstesna, aslında bu görev kıyamet gününde bir rezillik ve pişmanlıktır.” 3

Aslında bu hadisin bize açtığı ufuk günümüz dünyasına ışık tutmaktadır. Makamı, şöhreti ve parayı kaldıramayacak kadar zayıf karakterli, ince kalpli, hassas vicdanlı insanlara bu görevler sadece bizden mantığıyla verildiği zaman, söylemi Ebu Zer, yaşamı Haccac’ı Zalim’e benzer kişiler türeyecektir. Efdalül Beşer (as) çok sevmesine rağmen Ebu Zer’e bu görevi vermemesi dikkate şayan bir yaklaşım değil mi? “Kendime arzu ettiğim her hayır ve saadeti senin için de arzu ederim.” Diyecek kadar sevdiği birine liyakat sahibi olmadığı için görevi vermemektedir.

Şöhretin ve makamın ateşinde yanıp karakterlerini yok edenleri gördükçe bu tespitin ne kadar yerinde olduğunu daha iyi anlıyoruz. Bu tür kişilerin erdem ve inançtan değil de parasızlık ve imkansızlığından dolayı manevi iklimi soludukları da böylece ortaya çıkıyor. Böyle kişilerden olmaktan ve böyle kişilerle karşılaşmaktan Allah’a sığınırım. Çünkü bunların acımasızlığı daha şedit olmaktadır.

Bir zamanların mücahitleri zamanın müteahhitleri söylemi aslında tam da bunu yansıtmaktadır.

Hakkını veremeyeceğimiz mal, liyakat sahibi olmadığımız makam, kaldıramayacağımız şöhret bütün iyiliklerimizi yakıp kül eden bir ateştir.

Burada Mevlana’nın bir sözünü de hatırlayabiliriz. “Dünya malına tapıyorsun, şehvet ve şöhretin peşinde koşuyorsun, istediğini almayınca da üzülüyorsun. İçine düştüğün acıklı hali anla da aslının aslına doğru gel!”

Allah’tan başka her şey fani

Faniye kul olanın hali ne fena

Karunlar, Nemrutlar hani

Görürsen çağdaşları daha fena

Francis Bacon şöhretle ilgili harika bir tespitte bulunur. “Şöhret bir nehre benzer. Hafif ve şişirilmiş şeyleri üstünde taşır, ağır, katı olanları batırır.”

Mümin ne hafiftir ne de şişirilmiş bir nesne! O ağırlığını imandan, takvadan, adaletten, kanaatten alan bir şahsiyettir. Allah’ın elçisi, müminlerin önderi bu hususta ümmetini uyarıyor.

Konuşmasının sonunda ellerini birbirine vurarak dikkat çektiği şeye kulak verelim; “Ölümü çabuk, ağlayanı ve mirası az olandır.”

Bu üç unsura baktığımızda dünyayı taşımaktan ziyade dünyayı yaşayan ve anlayan bir insanı görebiliyoruz. Malcom X mücadeleci Müslüman ne güzel demiş; “Bize kalmayacak bir dünya için bize kalacak günahlar biriktiriyoruz.”

İnsan dünyaya hırsıyla bağlandığı zaman binlerce yıl yaşamak ister. İşte “Ölümü çabuk!” derken efendimiz ölümün kendisini rahatsız etmeyecek, ölümle karşılaşmaktan çekinmeyecek ve ne zaman gelirse gelsin onu gönül huzuruyla karşılayacak bir müminden bahsetmektedir. Hani Allah’ın dostu olduğunu iddia eden Yahudiler için “De ki: Ey Yahudiler! Bütün insanlar değil de, yalnız, kendinizin Allah’ın dostları olduğunuzu iddia ediyorsanız, bunda da samimi iseniz, haydi ölümü temenni edin (bakalım)! Ama onlar, önceden yaptıklarından dolayı ölümü asla temenni etmezler. Allah, zalimleri çok iyi bilir.” (Cuma/6-7)

Ölümü çabuk olan derken dünyaya kazık çakmamış insan diyebiliriz. Yani bir nevi demir almış bir gemiye benzetebiliriz. Her an gemi kalkmaya hazırdır bu limandan yolcular ona göre hareket eder.

Bu anlayışa sahip insan da her an ölüme hazırdır ve dünya limanından ahiret diyarına gitmeye hazırdır anlamındadır. 3 Sahihi Müslim c. 2 Sf. 18 İrfan Yayınları

 

İşte ölümü çabuk olan derken ölümün her an kendisine geleceğinin ve çok yakın olduğunun bilincinde olandır. Yani ölümü; bir nefes alıp vermemek, bir göz kapatıp açmamak yakın bilendir.

Diğeri ise cahiliye döneminde zengin insanlar ölümünden sonra ağıt yakan, ağlayan kadınlar tutarak ölümünü de şatafatlı hale getirenleri hatırlatmaktadır.

İşte Efdalül Beşer’in (as) sevdiği dostu böyle ağıt yakanlardan uzak sade bir ölüm ve merasimle sonsuzluğa uğurlanandır. Günümüzde ise namaz kılmayan ama cenazeyi kalabalıklaştıran insanlar da bir nevi onlardandır. Her şeyin gösteriş olduğu bir dünyada ölümün bile kalabalıklığına itibar eden insanlar ne acınasıdır! Allah cenazede insanların kalabalığına değil ölen kişinin getirdiği yüküne bakacaktır.

Yine Allah’ın Habibinin (as) belirttiği bu değerli insan bütün mirasın Allah’a ait olduğunun bilincinde yaşamını tevhid, takva ve adalet üzere inşa ederek kazancını hesap verebileceği şekilde sağlar.

Allah’ın sevgisinde şöhret bulmuş insan, dünyanın ve ahiretin en mutlu insanıdır. Allah’ın sevgi ve beğenisi uğruna canını, malını ortaya koyabilenlerden durumları dünya ehline ayan olmadığı için el ile gösterilecek şöhrete ulaşamayanlardır. Yani yaptıkları iyilikleri, ibadetleri gösteriş ve riya bataklığında kirletmeyenlerdir.

Ölümsüz şöhrete talip olanlar Ölümsüzün beğeni butonlarında öne çıkabilmelidir.

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR