Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Yusuf YAVUZYILMAZ


Arayış

Yazarımız Yusuf Yavuzyılmaz'ın "yeni" yazısı...


Türkiye tarihi özellikle Tanzimat’tan bu yana yeni bir hayat tasavvuru arayışında olmuştur. Son iki yüzyıllık arayışımız bunun hikâyesidir. Karşılaştığımız travma ve kopuşlar da bu serüvenin sonucudur. Tanzimat sonrasında ortaya çıkan Türkçülük, İslamcılık, Yeni Osmanlıcılık ve Batıcılık da bu arayışa cevap vermek üzere ortaya çıkmıştır.

Tanzimat’tan bu yana düşünsel planda ortaya çıkan arayışların entelektüel alandan realiteye geçişi radikal anlamda Cumhuriyet modernleşmesi ile olmuştur. Bu kopuş iki ideoloji üzerine inşa edilmiştir: Türkçülük (Milliyetçilik) ve Batıcılık. Öte yandan ortaya çıkan asıl sorun, geçmiş ile gelecek arasında anlamlı bir bağlantının nasıl kurulacağı konusunda yaşandı.

 Türkçülüğün iki büyük ideoloğu olan Ziya Gökalp ve Yusuf Akçura’dan, görüşleri Atatürk modernleşmesi ile daha çok örtüşen Yusuf Akçura öne çıktı. Kurtuluş Savaşı sonrası oluşan kimlik arayışı ve siyasal ortamda Yusuf Akçura’nın Anadolu Türklüğünü temel alan Milliyetçilik anlayışı, Ziya Gökalp’ın bütün Türkleri bir araya getirmeyi amaçlayan Turancı milliyetçiliğe karşı tercih edilmiştir. Kuşku yok ki, Mustafa Kemal için Ziya Gökalp’ın Turancılığı o günkü konjonktürde sağlıklı ve savunulabilir bir yaklaşım değildi.

Yusuf Akçura ve Ziya Gökalp’ın dini anlama biçimleri göz önünde bulundurulduğunda neden Yusuf Akçura’nın tercih edildiği daha net anlaşılabilir. Milliyetçilik, Batıcılık ve İslam arasında sentez kurmak isteyen Ziya Gökalp düşüncesi radikal modernleşme projesine uygun bir tasarım değildi. Buna karşılık Yusuf Akçura, İslamcılık ve Osmanlıcılığın miadını doldurduğunu geriye sadece Türkçülüğün kaldığını savunmuştur. Buradaki Türkçülük de İslam’dan arındırılmış bir ideoloji olarak karşımıza çıkmaktadır.

Türk İslam sentezi etrafında sistemleşen Türk merkezli İslam anlayışı Necip Fazıl, Nurettin Topçu, Sezai Karakoç ve İsmet Özel gibi isimlerde çeşitli düzlemlerde ortaya çıksa da, ortaya çıkan tereke, İslam’ın neden milliyetçilik içinde kendini ifade ettiğini anlaşılabilir kılmaktadır.

Cumhuriyet modernleşmesinin ilk yıllarında sürdürülen din politikası İslamcılığı sistem dışına iterken, İslamcılar kendilerini milliyetçilik üzerinden ifade etmişlerdir. Bu durum kriz anında İslamcılığın neden milliyetçiliğe evrildiğini açıklayıcı niteliktedir.

İslami kesimlerin ve İslamcıların iktidar yürüyüşü ve ilerlemesi şu soruyu gündeme taşıdı: “İlerlerken ve iktidara sahip olunduğunda Müslüman olarak kalınabilecek miydi?” Bu hayati soru daha da kritik bir sorunun eşiğine bizi bırakıyor: “İslamcılık adil bir siyasal proje üretme kapasitesine sahip mi?” Son kritik soru ise şu: “Neden İslamcılık Neo liberal veya otoriter düşüncelerin etkisine bu kadar kolay girebiliyor?”

Kuşku yok ki, İslamcılık hakkındaki soruların cevaplanması derin bir entelektüel kazı çalışmasını gerektiriyor. Ancak bilinen o ki, İslamcı havzadan zihinsel olarak beslenen siyasal hareketler dünya ölçeğinde krize girmiş görünüyor. Bu noktada iki farklı tavır ortaya çıkıyor. İlki, İslamcılığın özellikle siyasal anlamda miadını doldurduğu, ikincisi ise, İslamcılığın iktidar deneyimlerinde muhafazakârlık ve milliyetçiliğe evrildiği, dolayısıyla başlangıçtaki tezlerini büyük ölçüde kaybettiğidir.

İslam dünyasının geleceği hiç kuşku yok ki, İslamcılığın kendi tezlerine sadık kalarak muhafazakar ve milliyetçi tavırdan uzaklaşmasına bağlıdır. Milliyetçi tezlerin üzerine inşa edilen bir İslamcılığın farklı etnik gruplar için birleştirici bir mesaj üretmesi mümkün değildir. Türk ve Kürt dindarlar arasında yaşanan ayrışmanın bir nedeni de milliyetçi tezler üzerine yapılan din yorumlarıdır. Milliyetçi tezler üzerinden yapılan din yorumu devleti ve beka sorununu önceleyeceğinden, hak, hukuk ve adalet arayışlarını ötelemektedir. Sistemi değiştirip dönüştürmek için iktidara gelen İslamcılar, zamanla her tür değişim talebine karşı statükonun sesi haline dönüşmüşlerdir.

İslamcı akımların önemli bir zihinsel sorunu da iktidar karşısındaki duruşlarıdır. Öyle görülüyor ki, İslamcı akımların kendilerini iktidara koşullamaları, gelişen süreçte toplumu ve başlangıç noktalarını unutmakla sonuçlandı. Öte yandan İslamcı iktidarlar, iktidara geldikleri ülkelerde sistemi değiştirip dönüştürecekleri yerde, sistem tarafından dönüştürüldüler.

Peki, İslamcılık iktidar serüveninde neden tanınmaz bir biçimde kendine yabancılaştı? Bu soru İslamcılığın sağlıklı bir iktidar ideolojisi geliştiremediğiyle yakından bağlantılıdır. Öte yandan İslami kökenden gelen iktidarların yolsuzluk ve hukuksuzluğa bulaşmaları kendilerine duyulan güveni büyük ölçüde ortadan kaldırmıştır.

 

Kaynak: Faeklı Bakış

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR