Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Sait ALİOĞLU


Aradan Koca Bir On Yıl Geçti... Yeniden Mavi Marmara

Yazarımız Sait alioğlu'nun Özgün İrade Dergisi 2020 Haziran (194.) saysında yayımlanan yazısı...


Tartışma bir sabah namazı vakti İsrail’in yıllardır Gazze’ye uyguladığı ambargoyu kırmaya yönelik olarak Akdeniz sularında, öncülüğünü ise İHH’nın yaptığı; içerisinde altı yüz küsur vicdan sahibi insani yardım gönüllüsünün bulunduğu Mavi Marmara adlı yolcu gemisine İsrail askerleri tarafından yapılan o trajik ve barbar saldırının akabinde başladı…

Baştan belirtelim ki gerçekleştirilen o meşum saldırı nedeniyle şimdiye kadar cılız da kalsa gerek dünya ve gerekse ülkemiz özelinde Siyonist İsrail’in zulmünü tek seçenek olarak icra edip durduğu katliamların ne anlama geldiğinin görülmesi, artık her şeyin eskisi gibi olmayacağını da ortaya koyuyordu. Bir defa fitil ateşlenmişti! Aksine bu fitili kendileri büyük bir suçluluk ve bir nevi kapana kısılmışlık psikolojisiyle, sonucunu da kestiremeden ateşlemiş oldular!

İnşaallah, sonucu açısından insanlık ailesi adına hayr’olur!

Filistin, özgürlüğüne bir adım daha yaklaşıyor. ‘Yeni bir dünya mümkün!’ sloganıyla ve ayrıca insanca birlikte yaşama bilinciyle hareket eden evrensel vicdanın özgürlüğünün de ayak sesleri safha, safha duyulmaya başlıyor. Siyonist ve faşist  zihniyet ‘akil’  olsa idi Amerikan ve İngiliz emperyalizminin terkisine binip Filistin’i işgal etmez, günümüzde içerisinde bocalayıp durduğu bu durumlara da düşmezdi. Ki, onu saldırganlaştıran tutumda  emperyalizmin terkisine binip kendi emperyalizmini inşa etmesindendir. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, eskisi gibi de kalmayacaktı...

“Öldürmeyeceksin!’ mi, yoksa “’İzin almalısın mı?!..”

Öldürmeyeceksin!” emr-i kat'isine rağmen öldürmeyi, hayatı berdevam ettirmek şeklinde algılayan Siyonist güruh, her yerde kitlelerce insanı bugün daha çok karşısına almıştı; Yunanistan’ından, Nikaragua’sına; Arjantin’inden, Türkiye’sine kadar… Devletlerden de bağımsız olan yüz milyonlarca insan; sosyalistinden, komünistine; Müslüman'ından, Hıristiyan'ından, barış yanlısı Yahudi'sine kadar… Tabi birde burada ABD başkanı Barack Obama’dan bizim Siyonist zemberekli bir yığın köşe yazarına kadar onlarca ve yüzlerce kişide,  hiçbir adalet, insaf, ahlak ve vicdan emaresi nedir göstermeden başta İHH olmak üzere insani yardım gönüllülerine ve Erdoğan hükümetine saldırmayı ve çamur atmayı adeta Siyonist bir vecibe olarak işlemeye çalıştılar…

Otoriteden izin alınmalıydı(!)

Hay, senin otoritene...

Yıllardır ABD’nin Pensivanya eyaletinde yaşayan Fethullah Gülen ABD’nin önde gelen gazetelerinden sayılan Wall Street Journal’a verdiği ve medyada işlenen söyleşide İHH öncülüğünde Gazze’ye yardım götüren özgürlük filosunu eleştirdi. Gülen’in söyleşide dillendirdiği en önemli vurgu ise şu oldu; “İsrail’den izin alınmalıydı!” Gülen’e göre ki, İsrail uluslararası hukuka göre kurulu bir devlet olduğundan dolayı ondan bizzat izin alınmalıydı! Zira İsrail- otoriteydi. Ve izin nedir alınmadığı içinde, açıkça(!) kanunsuz davranılmıştı. İnsanlar  boşu boşuna şehit olmuşlardı; zira yine meşru otoriteye başkaldırmışlardı ve belki de düpedüz baği  olmuşlardı! Otorite, illa da otorite… Kim adına? ABD Emperyalizmi ve Siyonizm adına...

Muhafazakår bazı köşe yazarlarına bakarsak eğer; Fethullah Gülen’in adı geçen gazeteye verdiği mülakatta bazı gazeteciler soruyu tevdi edip ve ondan daha net cevaplar almadan, adeta onun ağzından Türkiye kamuoyuna düşen bazı sözleri aktarma cür’etini icra etmişlerdi; vs. vs. Ör. Yeni Şafak Fehmi Koru (5-6-2010); Birde Zaman Gazetesi’nden olayı yorumlayan Aldülhamit Bilici (5-6-2010) ve Hamdullah Öztürk (6-6-2010) Gülen tarafından yapılan yorumu bir nevi ‘ne şiş yansın, ne kebap!’ kabilinden tevil etmeye çalışıyorlardı. Yapmaya yeltendikleri teville hem kendi durumlarını düze çıkarmaya çalışıyorlar, hem kamuoyu nezdinde ‘izin alınması’ gerektiği(!) ima edilerek İHH'yı köşeye sıkıştırılmaya çalışıyorlar ve hem de hükümet içinden olası bir mutedil duruşla da bağımsız İslamcı çevreler tedip edilmeye (edeplendirilmeye(!), adam kılınmaya(!), susmaya(!) çalışılıyordu.

Müslümanları tedibe meraklı muhafazakår kalemlere liberal-sol cenahtan kamuoyunda tarihçi kimliğiyle tanınan Taraf Gazetesi'nden tarihçi yazar Ayşe Hür’de dahil oluyor, olayları, olguları, yaşananları adeta ‘tunusol kağıdı’ derekesine düşürmeye çalışıyor, çabalıyordu… Yazısında akla ziyan değerlendirmeler yapmaya çalışıyor,, alakasız yakıştırmalar ve bunlardan da öte bir kıskançlık ve bir miktarda kinde kendini ele veriyordu…

Hükümette ‘Gülen çatlağı’ oldu mu…

AK Parti, iktidara geldiği 2002 yılından sonra ülke ile ilgili bir yığın sorunu, kucağında bulmuştu. Terör sorunu, buna bağlı olarak sosyal, kültürel ve ekonomik temeli bulunan’ Kürt sorunu, başta Sünni kesim olmak üzere toplumun çeşitli kesimlerini ilgilendiren asırlık sorunlarla birlikte Türkiye’nin büyük bir devlet olma isteğinin karşısında çözülmesi gereken başta Ortadoğu ve Filistin sorunu gibi küresel sorunlar ister istemez AK Parti hükümetini her işi dengede tutmasını ve öylece devam ettirmesini gerektiriyordu! Bugüne kadar hiçbir hükümetin yapmadığı oranda ortaya konan atraksiyon, ulusalcı muhalifleri ürkütüyordu.

İşte bunun intikamını almaya çalıştıklarından olacak, izin alınmadan bir yardım filosunun İHH öncülüğünde Gazze seferine çıkması ve akabinde İsrail’in güvenliğini tehdit etmesi(!) açısından neredeyse AK Parti’ye muhalif tüm kesimleri bir araya getirmişti! Gazetecisinden, politikacısına neredeyse hemen herkes pusuya yatmıştı… İşte bu atmosfer içerisinde Fethullah Gülen’in görüşleri kamuoyuna yansıyınca AK Parti hükümetinden birisi Kültür Bakanı, diğeri ise Başbakan Yardımcısı olan iki zatın bir birine taban tabana zıt açıklamaları hükümette ‘Gülen Çatlağı’ olarak okundu! Aslına bakılırsa bir açıdan doğruydu. Bir yanda siyasal İslami hassasiyeti görecede olsa belirgin olan bir çizgiden muhafazakår-Demokrat bir çizgiye kayan; diğer yanda ise CHP gibi  ulusalcı karakterli Kemalist Sol bir çizgiden yine görece de olsa içerisinde muhafazakarların ve Müslümanların da bulunduğu bir çizgiye yönelen iki yetkili… Birisi hiç yoktan iyi evrensel çehresi olan sol, sosyalist çizginin insani kalmış yönleriyle hareket ederken, diğeri ise bizzat otoriteden izin almayı olmazsa olmaz şart koşan bir hoca efendinin tavrını mal bulmuş mağribi gibi savunup duruyor.-

Bunlarla birlikte bölgede ağabey konumunda bir devlet olma amacına yönelik siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik ve bunlara bağlı olarak ta adına ‘ritmik diplomasi’ denilen diplomatik atraksiyonlar içerisinde bulunan Erdoğan’ın varlığı ve gücü ister istemez hükümette bir çatlağı da göstermektedir… Ama bu çatlak görebildiğimiz kadarıyla ve içeride varlığını hissettiğimiz onca soruna rağmen zaman içerisinde onarım görecektir diye düşünüyoruz. Zira içeride var olan sorunların kåhir ekseriyeti, yaklaşık yüz küsur yıldır bu to praklarda hüküm süren laik eksenli ulusalcı –sosyal-demokrat ve sağcı- hükümetlerin eseri olduğundan dır ki, bu sorunların külliyen çözümü gerekiyorsa, en ‘ terörist Hamas’ı(!) destekler bir konuma itmeye çalışıyorlar, içeride de açılımları baltalayıp Müslüman kitleye yeniden gözdağı vermeye yelteniyorlar ve kumkuma olarak kalakalıyorlar… Ama hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Bir defa ok yaydan fırlamıştı! “Didine, didine çıktık ocak dibine” misalinde olduğu gibi Müslümanlar safha, safha ilerleyip Ortadoğu’ya, İslam dünyasına ve tüm dünyaya el uzatacaklardır…

Dünden Bugüne Ne Değişmişti?

17-24 Aralık karşı operasyonu günlerinden, 15 Temmuz dönemine kadar AK Parti içerisinde bulunup, buradan elebaşını ve 'Hizmet'i(!) savunan; daha sonra partiden bir şekilde ayrılıp kendi kulvarına dönen emir erleri, Mavi Marmara olayında, içerisinde bulunduğu parti, iktidar ve yüzü iktidara dönük bulunan geniş Müslüman kesimleri pek de dikkate almadan; deruhte ettikleri emir erliği mucibince, İsrail'i hararetle savunmuş; adeta büyük elebaşının ağzıyla konuşan dönemin muhalefet liderlerinin söylemlerine omuz vermişlerdi.

Bunun dışında, bir eleştiri olacak,ama kamuoyunda bir açıdan iktidarın stk'sı gibi algılanan, öyle bir görüntüyü de, aslında, dönemi açısından iktidara yanaşık olarak durduğu bilinen İHH'nın, süreç içerisinde, o da AK Parti'nin her ne kadar liderinin sık sık dile getirilen One munite'lere rağmen, yapılan işin içerisinden sıyrılma çabaları sonucu, İHH adeta günah keçisi konumuna düşürülmüştü.

Gerek o olayda şehit olanların yakınlarının, gerek kamuoyunun, İsrail'le ilişkili hemen her konuyla alakalı olarak, mevcut iktidarın  el çekmesini isteme durumu, iktidar nezdinde pek bir anlam ifade etmemiş; önce kendini sonuna kadar haklı gören İsrail'in, bu kez ilişkiler, ola ki tamamen kötüleşirse şayet, başta ekonomik ilişkiler bundan zarar alır düşüncesiyle; her iki devlette; iktidarlar nezdinde, anlaşma yolunu tercih etmişlerdi. Yine gerek başta şehit yakınlarının İsrail'e karşı açtıkları mahkemenin, olayın mağdurlarının ve yakınlarının istediği bir cezayı karşı tarafa uygun görmeyeceği gerçeği de, bu konuda adalet arayışının sonuçsuz kalmasına sebep olmuştu.

O dönem, sözde yapısında; muhafazakar hukuk insanından fazlaca sayıda sol kökenli hukukçuların bulunduğu düşüncesiyle, 12 Eylül referandumun sonucunda FETÖ'ye bile bile teslim edilen HSYK'nın, 'hukuk ipi'ni ele geçirdikten sonra, birçok kararda olduğundan daha fazla oranda bu konuda dost(!) İsrail'in bir avuç İslamcı için, onlar adına yargılanması düşüncesi de böylelikle anlamsızlaşıyordu....

Bunu şundan dolayı anlıyoruz; o da hemen her vicdanlı insanında düşündüğü üzere AK Parti iktidarın da Kudüs'ün İsrail'in -ebedi- başkenti olmadığını yüksek sesle dile getirmesine rağmen; bir yandan da, hemen her vesileyle Kudüs'ün İsrail'in başkenti olarak görücü politikalarına ek olarak, konu ile ilgili, tazminat işinin imza edilmesi için Kudüs'ün mekan olarak kabul edilmesi ve anlaşma yerinin, her ne kadar gizli tutulması öngörülmüşse de, bir şekilde medyaya yansımasına bakıldığında, Ak Parti iktidarı; bu işten bir an önce kurtulup İsrail'le var olan ticari ve ekonomik işbirliğini,o da kaldığı yerden sürdürmeyi, bizlere düşündürtüyordu.

Şuan AK Parti'nin yapmış olduğu birçok yanlışa rağmen, dönemi açısından yapmış oldu o yanlış niye bugünkü gibi bu kadar bir şayiaya yol açmamış, pek de umursanmamıştı?

Kısaca belirtmek gerekirse; her dönem bu topraklarda ümmeti düşünen bir avuç insan dışında, muhafazakarından, solcusuna, Kemalist'ine, oradan milliyetçisine, hatta cami cemaatine varıncaya dek toplumun kahir ekseriyetinin; ekonomik refahın zedelenmeden artması; 'ne olursa olsun illa da özgürlük' naraları atan marjjinal kesimlerin ne İslam ümmetinin onuru, ne İslamcılık, ne Müslüman ülke, toplum ve devletlerin birlik olmaları hiç de umurlarında değildi.

AK Parti'de, bugüne kıyasla, işi ekonomik refahın artması, özgürlük alanlarının genişletilesi kabilinden salt maddi temelli istekleri, onlar adına yerine "getiriyor, getirecek  ve getirmelidir düşüncesine binaen, o kesimlerin büyük bölümünden pek bir tepki almıyordu. Hatta, onların alanlarını genişlettiği oranda, onlardan onlarca kez büyük oranda oy alıp iktidarını muhafaza etmişti.

Birde Mavi Marmara hadisesi şimdi olsa idi; AK Parti'nin, seküler muhalefetin, muhafazakar kesimin ve en belirgini de Suriye savaşı sebebiyle; dönemi açısından söylersek, 'İslamcı cenahı oluşturan tüm İslamcı renkler, o gün olduğu gibi, ivazsız, garezsiz bir tepki mi ortaya konurdu; yoksa süreç içerisinde var olan ve gözlemlenen parçalanmışlık psikoloji içerisinde bir tepkisizlik ve hatta karalama yoluna mı sapılırdı? Bu da bizce önemli aslında...

Her ne olursa olsun; Mavi Marmara zihnimizde, aklımızda, gönlümüzde yaşayacak; Filistin, Gazze, Kudüs,Mescid-i Aksa şiarımız olarak kalacaktı. Ki, hayat 'iman ve cihat'tan ibaret değil miydi?

Herkes öyle düşünebilir,ama bizler için ne kadar acı olsa da, reel-politik düzlem bize göre olmamalı, ideal-politiği de kaldırabilmek ve içselleştirmek için kavî bir imana,inanca sahip olmamız icap ederdi.

On yıl sonra, tekrardan Mavi Marmara şehitlerine selam olsun...

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR