Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Faysal Mahmutoğlu


Altındağ ve Yükselen Irkçılık

Yazarımız Faysal mahmutoğlu'nun "yeni" yazısı...


İnsanlık tarihi yer değiştirmelerin ve yerinden etmelerin tarihidir. İstilaların ve göçlerin tarihidir. İlk insan, ilk Peygamber Hz. Âdem Cennet’ten kovularak ilk yer değiştirendir. Son Peygamber Hz. Muhammed doğup büyüdüğü Mekke’yi, tehditler ve baskılar sonucunda terk ederek Yesrib’e (Medine) göç etmek zorunda kaldı. Burayı yurt edindi ve Yesrib’te vefat etti.

Günümüz dünyasında sıradan insanlar yaşadığı toprağı “vatan” yapabilmek için kanını akıtması gerektiğine inanmıyor. Saraylarda yaşayan despotik liderlerin kendilerine “vatan millet” edebiyatı yapmasına, ölümü yüceltmesine, şehitlik edebiyatına kanmıyor. Kan ve gözyaşının olağan hale geldiği İslam coğrafyasında ölümün bir işe yaramayacağını biliyor. Canını ve sağ kalan yakınlarını despot liderlerden, din adına kafa kesen, kadınları, kızları ganimet olarak alıp satan, tecavüz eden terör örgütlerinden kurtarmak amacıyla göç yollarına düşüyorlar.

ABD göçlerle kuruldu, Avrupa ülkeleri yıllardır sömürdükleri ülkelerden göç alır, siyasi mülteci alır. Osmanlı göç alan bir ülkeydi; Balkanlardan ve Almanya’dan göç alırdı. Nitekim 1856’da Islahat Fermanı’nın ilanından hemen sonra, bazı Alman aileler Osmanlı hükümetine başvurarak ekip biçmek için toprak talebinde bulunuyordu. İlk Osmanlı “Muhaceret Nizamnamesi” bu saikle hazırlandı.

Türkiye ise göç almakla birlikte göç de veren bir ülke. Avrupa’da 6 milyon Türk’ün varlığıyla övünüyoruz. Bugün bile gençlerin yüzde 72’si yurtdışında yaşamak istediğini belirtiyor. Avrupa’da kalabilmek adına sahte, hatta kerhen de olsa gerçek evlilikler yapıyorlar. Neredeyse herkes çocuğunun Avrupa’ya kapağı atması için elinden geleni yapıyor, kimi zaman aracılara para kaptırıyor.

TÜİK verilerine göre Türkiye vatandaşı olup yurt dışına göç eden kişi sayısı 2016 yılında 69 bin 326 iken, bu sayı 2017 yılında 113 bin 326’ya, 2018 yılında da 136 bin 740’a ulaştı.

Türkiye’ye de mübadeleden sonraki ilk kitlesel göç Kafkasya ve Balkanlardan gelen Abhazlar, Arnavutlar, Boşnaklar, Çerkezler, Gürcüler, Pomaklar ve Tatarlar, ülkenin değişik şehir ve köylerinde Ermeniler ve Rumlardan boşalan yerlere yerleştirildiler.

16 Mart 1988’de Saddam Hüseyin’in Halepçe’ye kimyasal bomba atması üzerine Kürtler canlarını kurtarmak için Türkiye sınırına akın ettiler. Yaklaşık 500 bin kişilik sığınmacı (onlar için kullanılan sıfat) sınıra yakın bölgede geçici bir süreliğine tel örgülerle çevrili kamplara yerleştirildi. Bilahare memleketlerine geri gönderildiler. İkinci göç dalgası 1989 yılında asimilasyondan kaçan 350 bin Bulgaristan Türkü Türkiye’ye göç etti. Bunlar soydaştı ve ülkenin batı bölgelerine yerleştirildiler.

Göçmenler ağırlıklı olarak itibarsızlaştırılmış alt sınıfların yaşadıkları kenar mahallelerde yaşarlar. Altındağ da bunlardan biridir. İlçe Ankara’nın en azgelişmiş bölgelerinden biridir. Orta sınıfını yıllar önce kaybeden Altındağ’ın uzunca bir süredir nüfusu da azalıyor, gayrimenkul değerleri düşüyor.

Suriyelilerin Ankara’da ilk uğrak yeri Altındağ’dır. Yaklaşık 60-70 bin Suriyelinin yaşadığı Önder mahallesi “küçük Halep” olarak anılıyor. Önder mahallesinde Suriyeliler gerçek vatanlarında nasıl bir dünya yaratıp yaşıyorlarsa, tıpatıp aynısını Önder ve Battalgazi mahallelerinde yeniden kurmuş durumdalar.

Bölgede yaşayan Türklerle sığınmacılar arasında sık sık kavgalar yaşanmaktadır. 11 Ağustos gecesi parkta çıkan kavgada Suriyeli mülteci tarafından bıçaklanan iki gençten 18 yaşındaki Emrah Yalçın’ın yaşamını yitirmesi, bölgedeki yerel halkı ve Suriyelileri karşı karşıya getirdi. Olayların fitilini bu cinayet başlatmış oldu. Yerel halk Suriyelilere ait ev ve işyerlerini taşladı, dükkânları yağmaladı, araçları gasp etti. Ortaya çıkan tablo “tehlikeli gerginlik”, “mahallede provokasyon” değil tam olarak bir linçtir. Dışardan gelen konvoylar, farklı plakalı araçlar ve polisin geç müdahalesiyle gerçekleşen bir linç. “Türk Ensar”ın “Suriyeli Muhacir”e karşı giriştiği bir linç. Benzerleri yakın tarihimizde defalarca yaşandı. 6-7 Eylül 1955’te gayrimüslimlere yönelik pogrom, Sivas katliamı, Çorum ve Maraş’ta Alevi katliamı.

Saldırıya katılanların bir kısmının geçmişte suç kayıtlarının olması ve uyuşturucu kullanması, olayı adli bir vakaya çevirmez.

Altındağ’daki olay aslında bir uyarı niteliğindedir. Daha büyük sorunların ortaya çıkabileceği sinyalini vermektedir. Başka il ve ilçelerde gerçekleşme riski var. Çünkü öfkenin ve nefretin en kolay adresi ötekilerdir.

Birçok yerde olduğu gibi Türkiye’de de ırkçılık, ötekinin eşitlenme ihtimalinin ortay çıktığı veya güçlendiği zamanlarda tavan yapar. Göçmenlerin çadırlarda veya toplama kamplarından çıkıp sokağımızda ev sahibi olmasına ya da dükkân açmasına tahammül etmez.

Ülkemde Suriyeli istemiyorum”, “mülteci istemiyorum” söyleminin bir ırkçılık olduğunu, asıl itiraz etmeleri gerekenin, ülkelerinde yaşama şansları olmadığı için sağ kalabilme ve daha iyi bir gelecek uğruna binlerce kilometre yolu, mayınlı tarlalarda geçmeyi göze alan insanlar değil, politikaları ve kirli pazarlıklarıyla bunlara yol açan iktidarlar olduğunu anlatmalıyız.

Suriyeli mülteciler, Türkiye’ye uyum sağlamak yerine kendi yaşam tarzlarını uygulayabilecekleri alanlar yaratıyorlar. Tüm dünyada mültecilerin uyum sorunu var. Türklerin 60 yıldır Almanya’ya uyum sağlamadıkları biliniyor.

Gelinen süreçte siyasal iktidarın bir mülteci politikasının olmadığı görüldü. Türkiye’ye girişte kaydı tutulmayan büyük bir kitle belirsiz bir geleceğe doğru yol alıyor. Türkiye düzensiz, transit göç ülkesi haline gelmiştir.

Sınırdan geçen herkesin kaydının tutulması, göçmen merkezlerinin kurulması, gelenlere uygun statünün belirlenmesi, gidecekleri yerlerin belirlenmesi gerekmektedir.

İktidar, mültecilere karşı müşfik görünmesine karşın gerçekte Türkiye’yi mülteci havuzu haline getirerek Batı ile pazarlık konusu yapmaktadır. 16 Aralık 2013 tarihinde AB’yle imzaladığı “Geri Kabul Anlaşması’ndan sonra Türkiye göçmen deposu oldu. Bu, sıradan mazlumlara kapı açma olayından ibaret olmayan bir politikanın varlığının göstergesidir.

Muhalefetin, “Biz iktidara gelince misafirlerimizi davul zurna ile ülkelerine göndereceğiz” söylemi gerçekçi olmadığı gibi olayı Esat’la görüşmeye ve Suriye barışına indirgemektedir. Barış sağlansa bile bu insanların çoğunun gidecek evi, toprağı kalmamıştır. Ayrıca Esat’a nasıl güvenecekler? Bu yaklaşımın ırkçı- şoven çevrelerin istismarına açık bir yaklaşım olduğunu belirtmeliyiz.

Sonuç olarak itiraz mülteciye değil, kirli pazarlığa olmalı. Mültecileri, can güvenliklerinin olmadığı ülkelere göndermek kabul edilemez. Çözüm, iktidarın Avrupa Birliği ve ABD ile yaptığı kirli anlaşmalarını iptal ederek, onları mülteci yükünü paylaşmaya zorlamak.

Öte yandan, göçmenlerin hep suç işledikleri kanaati doğru değildir. Türkiye’de işlenen suçların sadece yüzde 1,3 kadarını Suriyeli mülteciler işliyormuş. Mülteciler bulundukları ülkelerde neredeyse nefes almaktan korkarak yaşamaktalar. Çünkü suç işlediğinde geri gönderileceğini biliyorlar.

Unutmayalım ki, sığınmacılık sebep değil sonuçtur.

Kaynak: Farklı Bakış

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR