Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Ali BULAÇ


Ali Bulaç; Vahiy rüya mıdır?

Kur'an ve hadis kaynakları ile kelamcı ve fakihlerin; meşşai filozoflar ile sufilerin rüyaya ilişkin görüşlerini gördükten sonra modern psikologların görüşlerine de yakından bakmaya çalıştık.


 

Kur'an ve hadis kaynakları ile kelamcı ve fakihlerin; meşşai filozoflar ile sufilerin rüyaya ilişkin görüşlerini gördükten sonra modern psikologların görüşlerine de yakından bakmaya çalıştık. Böylece yaklaşık yedi aydır üzerinde çalıştığımız konunun son yazısına gelmiş olduk.

Kuşkusuz geleneksel rüya kuramlarıyla modern psikologların rüya görüşleri birbirlerinden hayli farklılık arzeder. Henüz aralarında derinlemesine bir karşılaştırma yapılmış değil (80).

Biz hem geleneksel bilginlerimizin hem modern psikologların rüyaya ilişkin görüşlerinden hareketle, vahyin peygamberin gördüğü rüyalar mecmuası olduğunu öne süren "Nebevi rüya" teorisinin bir kritini yapacağız:

1) Gerek geleneksel bilginler gerekse modern psikologlar uyku sırasında duyuların faaliyetinin yavaşladığını öne sürür, kimine göre tamamen iptal olurken, ruha ilişkin duygular veya iç duyular çalışmaya devam eder. Bu tespit, vahiy alış olgusu dışında bir hale işaret eder. Çünkü Peygamber vahiy alırken beş duyusu, özellikle işitme (Sem') ve görme (Basar) duyuları belki de son haddinde aktiftirler. Duyularının yavaşladığını, normal durumlardaki gibi fonksiyon göremez hal aldığını varsayacak olursak, peygamberin gelen vahyi algılaması ve kalbine ilka olunan bilgi ve haberleri eksiksiz hıfzedip muhataplara aktarması mümkün olmaz. Bu durumda duyular iptal edilmiyor veya yavaşlamıyorsa, peygamberin gördüğü rüya değildir; iptal ediliyor veya yavaşlıyorsa, uyanık değildir. Her iki bedensel ve ruhsal durumun bilinç üzerinde etkilidir. Rüya normal beşeri şartlara göre bir tür "bilinç kaybı"dır, nitekim modern psikologlar duyular dünyasına ait bilinç kaybı olmaksızın bilinçaltının açığa çıkamayacağını söylemektedirler. Vahiy'de ise tam, uyanık ve diri halde bilinç söz konusudur. Bilinç kaybına uğramış bir peygamberin aldığı vahyi doğru anlaması, algılaması ve aktarması imkansızdır.

Duyular yanında zihinsel faaliyetin durduğunu varsayacak olursak, bu vahiy alışa ve peygamberin aldığı vahyi doğru anlayıp doğru beyanına gölge düşürür. Tabii ki uyku sırasında zihni faaliyet durmaz, rüyalarla ortaya çıkan suretlerle devam eder. Nitekim eğer söz konusu zihinsel faaliyetler tam olarak kesintiye uğrasaydı, gördüğümüz hiçbir rüyayı hatırlamamız mümkün olmazdı. Biz rüyada zihinsel faaliyetimizi kaybetmediğimiz gibi beş duyumuzun da fonksiyonlarını da kaybetmeyiz. Tam aksine rüyada gözlerimizle görürüz -ki rüya zaten görme biçimidir-, işitiriz, dokunuruz, tadarız, koku alırız. Bu bir gerçek ise, ahiretin bir tür provası ve mülk alemi içinde ya da melekut alemine doğru yolculuğa çıktığımız rüya ahiret hayatının ve ahirette bedenen de dirileceğimizin (Haşr-ı cismani) en belirgin kanıtıdır.

2) Geleneksel ve modern bilim adamları görüldükten sonra rüyaların tam/eksiksiz olarak hatırlanamadıklarını kabul eder. Rüyalar ya tamamen ya da kısmen unutulurlar. Bundan hareketle psikologlar, haklı olarak "unutma" dolayısıyla rüyaların objektif olarak değerlendirilemeyeceğini söylerler. Tabiatı gereği unutulmaya mahkum rüyayı vahyin asli mecrası sayacak olursak, acaba gelen vahyin kaçı unutuldu, sorusunu akla getirir. Oysa Kıyame suresinde (75/16-18) gördüğümüz üzere Hz. Peygamber, unutmamak için ona öğretilen cümleleri/ayetleri çarçabuk tekrarlayıp duruyor, bu konuda ona vahyi getiren melek acele etmemesini öğütlüyor.

3) Yine rüya tabiatı gereği bireysel bir tecrübedir, kişiden kişiye değişir. Hal böyle ise ismi Kur'an'da geçen veya geçmeyen her bir peygamberin kişilik özelliklerine göre vahiy aldığını varsaymamız gerekecek ki, bu da ilk halkadan son halkaya peygamberlerin aynı mesajı muhataplara ilettikleri gerçeğini geçersiz kılar. Ebu Hanife ve başkalarının da açıkça altını çizdikleri gibi "din birdir, değişmez", farklılık arzeden şeriatlerdir. Peygamberlerin kişilik özellikleri, karakter yapıları, tarihsel ve toplumsal şartları ve durumları dinin özünü, aslını değiştirmez.

4) Filozofların rüya ve vahiy tezlerinde, kişinin vahiy almaya niyetli olup olmadığı, vahiy alma isteğini dile getirip getirmediği, bu yönde özel bir çaba içinde olup olmadığı; vahyin, vahiy alacak adayın geçirdiği tecrübenin belli bir aşamaya gelince mi geldiği, yoksa kendisi böyle bir beklenti içinde değilken Allah tarafından seçilip seçilmediği hususu açık değildir. Nebevi rüya tezi, peygamberin önceden kararlaştırılmış bir çaba içinde olduğu fikri ima edilmektedir. Oysa hiçbir peygamber kendi talebi ve özel çabasıyla peygamber olmuş değildir.

5) Kur'an-ı Kerim'de Hz. Peygamber'in üç rüyasından söz edilir:

a) Hz. Peygamber (s.a)’e müşriklerin az gösterildiği rüya: “Hani Allah, onları sana uykunda az gösteriyordu; eğer sana çok gösterseydi, gerçekten yılgınlığa kapılacaktınız ve iş konusunda gerçekten çekişmeye düşecektiniz..” (8/Enfal, 43.)

b) Hz. Peygamber’in gördüğü rüya: “Hani biz sana: “Muhakkak Rabbin insanları çepeçevre kuşatmıştır” demiştik. Sana gösterdiğimiz o rüyayı insanları denemek için yaptık, Kur’an’da lanetlenmiş ağacı da. Biz onları korkutuyoruz. Fakat (bu) onlarda büyük bir azgınlıktan başka bir şey arttırmıyor.” (17/İsra, 60); 

c) “Andolsun Allah, elçisinin gördüğü rüyanın hak olduğunu doğruladı. Eğer Allah dilerse, mutlaka siz Mescid-i Haram’a güven içinde, saçlarınızı tıraş etmiş, (kiminiz de) kısaltmış olarak (ve) korkusuzca gireceksiniz. Fakat Allah, sizin bilmediğinizi bildi, böylece bundan önce size yakın bir fetih (nasib) kıldı.” (48/Fetih, 27.)

Zikrettiğimiz bu ayetler, peygamberin rüyalarının, kendisinin diğer insanlar gibi gördüğü rüya ve  kendisine gösterilen rüyalar olmak üzere iki gruba ayırıyor. “Peygamberlerin gördüğü rüyalar vahiydir” cümlesi bu açıdan her rüyayı içine almaz. Bunlar vahiy olan ancak peygambere gösterilen rüyalardır; eğer peygamberin bir beşer olarak her gördüğü rüya vahiy hükmünde olsaydı, her gördüğü rüyayı muhataplara tebliğ etmesi ve vahiy katiplerine yazdırması gerekirdi. Nitekim nübuvvetle görevlendirilmeden altı ay önce sabah aydınlığı gibi gördüğü berrak rüyaları bize tebliğ etmemiş, uyulması gereken vahiyler hükmünde bildirmemiştir. Rüya yoluyla vahiy alan tek bir örnek elimizde, o da Hz. İbrahim'in, oğlu İsmail'i kurban ederken gördüğü rüyadır (37/Saffat, 102-108). Hz. Yusuf'un daha çocuk iken "güneş, ay ve 11 yıldızın kendisine secde ettiğini" gördüğü rüya (12/Yusuf, 4), ona vahiy bildirimi değil, geleceğe dönük ihbari bir bilgilendirmedir ki, yorumunu kendisi değil, babası Hz. Yakub yapmıştır. Hz. İbrahim ve Hz. Yusuf'un rüyaları ile Efendimiz'in Kur'an'da zikredilen üç rüyası Nebevi rüya kuramında iddia edildiği gibi, bir açık hava sinemasında temaşa ettikleri olay ve olgular değil, diğer insanlar gibi gördükleri rüyalardır, ancak elbette vahiy değerleri söz konusudur. Nebevi rüya kuramı, vahyin tamamını uykuda veya uyanıkken görülen rüyalara indirgemektedir.

6) Hz. Peygamber, nübuvvetten önce altı ay rüya görmüştür ama bu rüyalarla vahiy almış değildir, rüyalar vahye hazırlık süreci şeklinde vuku bulmuşlardır. Hz. Peygamber'den "Sadık rüya nübuvvetin 46'da 1'dir" şeklinde rivayet edilen hadis, söz konusu 6 ayın 23 yıllık vahiy sürecinin "2'ye çarpılmasından (46) bulunmuştur, vahyi alışı ifade etmez. Mü'min ve seçkin insanlar" salih" veya "sadık" rüya görebilir ama bu nübivvetin 46'da biridir anlamına gelmez. 46/1 rivayeti makul bir çerçevede tutulmayacak olursa, tehlikeli kapıları aralar. İhvan-ı Safa da, nübuvvetin insan halinin ulaşacağı, melekleri takip eden en yüksek derece olduğunu ve beşeri erdemlerden 46 hasleti kendisinde topladığını söyler, yukarıda zikrettiğimiz "Sadık rüya nübuvvetin 46'da 1'idir hadisini aktarıp, geri kalan 45 hasleti 18 bölümde açıklarlar. Ancak İbn Ömer'den gelen bir rivayete göre Hz. Peygamber, salih rüyayı peygamberliğin 46'da 1'i değil, 70'te 1'i saymıştır. Ebu Rezan el Ukayli'den gelen rivayete göre ise salih rüya peygamberliğin 40'ta 1'dir. Aksi bir mana peygamberin dışındaki insanların da vahiy aldıkları ve rüyalarının nass derecesinde bağlayıcı olduğu fikrini doğurur; bu iddiada olanlar teşri'de Allah'a ve peygambere ortak olmuş sayılırlar.

7) Hadis kaynakları Hz. Peygamber'in rüyaların tabirine önem verdiğini, zaman zaman sahabilerine rüya görüp görmediklerini sorduğunu, görmüşlerse onları tabir ettiğini veya ettirdiğini, sadık veya fasid rüya karşısında nasıl tutum almaları gerektiğini öğrettiğini kaydetmektedirler. Demek oluyor ki kendisi ve başkalarının gördüğü rüyaları 'rüya' kabul edip yorumluyor veya yorumlatıyordu, ama şu veya bu ayeti rüyada gördüm dememiş, ayrıca yorumlatmamış veya yorumlamamıştır. Kur'an ayetlerinden herhangi birinin rüya yoluyla vahyedildiğini tespit etmek mümkün olmamıştır. Geçmiş peygamberlerden de rüya yoluyla vahiy aldığını söyleyen olmamıştır.

Muteber hadis kaynaklarında yer alan rüyanın bilgi ve haber değeriyle ilgili bu mütalaalardan sonra Süruş'un Nebevi rüya tezinin hem Kur'an ayetleri hem Peygamber hadisleri açısından temelsiz olduğunu anlıyoruz. Ne Kur’an’dan bir ayet ne rivayet edilen bir hadis Nebevi rüya tezini doğrulamıyor. Sadık/salih rüyalar görülür, ehil kişilerce ve doğru olarak yorumlandıklarında birtakım bilgiler, işaretler, mesajlar, ikazlar, müjdeler ihtiva ederler, ancak ne sadık/salih rüya vahiyden bir parçadır ne de Hz. Peygamber'in aldığı vahyin tamamının rüya eseri olduğu söylenebilir. Yukarıda 6. maddede sözünü ettiğimiz "Hz. Peygamber'in bi'setten önce ve rivayetlere göre 6 ay boyunca gördüğü salih rüyalar" onu ruhen ve zihnen alacağı vahye hazırlık temrinleriydi, nitekim nübuvvet'in 46'da 1'i telakki edilen bu ilk 6 aydaki rüyada gördüklerinden Kur'an'da yer alan ayet mevcut değildir.

8) Peygamberin rüyaları vahiy ise, bunlar ancak vahy-i gayrımetluv olabilir. Şu var ki değer bakımından gayrımetluv vahiy "haber-i ahad" hükmündedir, kat'iyet ifade etmez; oysa Kur'an mütevatirdir ve kat'iyet ifade eder. "Gerçekten o (Kur’an), alemlerin Rabbinin (bir) indirmesidir. Onu Ruhu’l-emin[1] indirdi. Uyarıcılardan olman için, senin kalbinin üzerine (indirmiştir). Apaçık Arapça bir dille." (26/Şuara, 112-115.)

9) Vahiy alan peygamber ile rüya gören insan arasındaki temel fark, peygambere vahiy meleğinin gelip bilgi ve haber getirmesidir. Rüyayı ise herkes görür fakat melekle karşılaşmaz; ne meleği rüyada ne uyanık iken görmez. Eğer peygamber aldığı vahyi rüyasında gördüğünü söyleyecek olsaydı, muhalifleri de mukabil rüyalarla ona karşı çıkar, "rüya ise biz de rüya gördük" derlerdi. Müseylemetü'l Kezzab adlı yalancı peygamber

"El fiylü me'l fiylü

ve ma edrâki me'l fiylü

Lehü zenebun taviylu."

 

Fil, fil nedir

Fil'in ne olduğunu bilir misin

Onun uzun bir kuyruğu var.

diye sözde ayet uydurdu. Rüya vahiyde tek mecra olsaydı, müşrikler ve yalancı peygamberler düzinelerle rüya uydururlardı.

Hz. Peygamber, büyücülük, yalancılık, cinlenmişlik, şairlik vb. şeylerle suçlandı ama hiç bir müşrik veya Kitap ehlinden biri onun rüya gördüğünü, tebliğlerinin rüya ürünü olduğunu iddia etmedi.

10) Tez rüya ile ilgili olduğundan Kur'an'ın i'caz ve icaz özelliklerini; gramer, teşbih, mecaz, istiare, kinaye, mutlak-mukayyed, âmm-has, mücmel-mufassal vb. bütün kavram ve anlama araçlarını iptal eder. Bu tezle Kur'an'daki "hitaplar"ı ve ifade kalıplarını açıklamak mümkün değildir: a) De ki.. b) Biz (inna enzelna) indirdik.. c) Biz sana vahyettik (Evheyna ileyke vs.)

11) Bu tezle fıkha/hukuka mesned teşkil eden aytler/nasslar delil olma özelliklerini kaybeder. Fakihlerin söylediği gibi rüya ile hukuki hüküm bina edilemez; tabiatıyla şeriatı ve fıkhı geçersiz kılar.

12) Suruş bir yandan vahyi, peygamberin nefsani kuvveti, bâtıni derinliği, keskin nazarı, yaratıcı muhayyilesi, mükaşefe eseri ve dini tecrübesi ile eşsiz akıl yürütmesinin ürünü sayarken, öte yandan vahyin rüya eseri olduğunu söyler. Rüya cehd ve mücahedeyi gerektirmez; zihni ve manevi emeğe ihtiyaç hissettirmeden kendiliğinden vuku bulur.

13) Yine Suruş, "rüya eseri dediği Kur'an vahyi"ni ta'bir ederken, sosyoloji ve antropolojinin imkanlarından yararlanmaya ihtiyacımız olduğunu söyler; başka yerde rüyanın tefsir ve te'vil edilemeyeceğini, sadece ta'bir edilebileceğini iddi aeder. Eğer Jung, Adler ve Eric Fromm'un dediği gibi rüyaların yorumundan sosyoloji, antropoloji, mitoloji vb. malzemeden yararlanacaksak, bu sonuçta bizi zorunlu olarak tefsire ve te'vile götürecektir. Dahası sözünü ettiğimiz psikologlar masal ve mitolojilerin, hurafe ve aslı esası olmayan anlatıların rüyaların yorumunda temel alınmasını öngörürler, Kur'an ise bunların boş ve batıl inanışlar olduğunu belirtir.

14) Eğer peygamber rüya habercisi ise beş tür rüya görmüş olması gerekir:

a) Kozmos öncesi döneme ait rüyalar (Mebde'): Evrenin yaratılışı, Elest meclisi vs. 

b) Geçmişe ait rüyalar: Adem'in iki oğlunun trajik hikayesi, Nuh tufanı, Hz. Musa ve Hz. İsa ile diğer peygamberlerin yaşadıkları olaylar, kavimleriyle mücadeleleri.

c) Kendi yaşadığı dönem (610-632).

d) Geleceğe ilişkin olaylar, kıyamet, ahiret hayatı (Mead).

e) Rüyasında maddi ve sosyal hayatı düzenleyen emir ve nehyleri, hüküm ve kuralları vahiy yoluyla alıp tebliğ etmesi. Böyle bir şey paradoksun ötesinde zihinsel bir kurgudur.

15) Bizler, Kur'an'dan, rüya gören kişinin rüyasından değil, bilinci yerinde uyanık olan (fetanit, ismet, sıdk gibi temel sıfatları olan) birinin tebliğlerinden yararlanmaktayız. Suruş da der ki "Vahyin dili her ne kadar baştan sona rüya alemine ait ise de, gerçek alemle yanyanadır." Ama bu iki önermeyi bağdaştırmak zor görünüyor.

16) Vahyi rüyaya indirgemek, vahyin diğer geliş şekillerini iptal etme veya önemsizleştirme sonucunu doğurur.

17) Rüya kuramı neredeyse tümüyle eleştiriye kapalıdır. Çünkü hangi ayeti karşı-delil olarak öne sürecek olursanız olun, Suruş'un size vereceği cevap belli: "Bu ayet de bir rüya ürünüdür, rüyada böyle şeyler olur!"

18) Rüya kesin ve bağlayıcı bilgi kaynağı değildir, zira iyi ve mü'min insanlar rüya gördüğü gibi, kötü ve inkarcı şahıslar da rüya görür. Hatta bizim tasnifimize göre salih rüyaları sadece peygamberler ve seçkin mü'minler görürken, sadık rüyaları inanmayanlar da görebilir; Mısır kralının gördüğü 7 inek-7 başak motifli rüyası gibi. Rüya kapısı bağlayıcı bilgi ve gaybi haberler için açılacak olursa bu kapıdan kötü niyetli kişiler, iktidar peşinde koşan siyasiler, şarlatanlar vb. leri girer.

19) Nebevi rüya teorisinde merkezi terim olan "rüya" herkesin gördüğü rüya ile aynı şey değildir. Her ne kadar Suruş buna rüya diyorsa da, aslında İslam literatüründeki bunun tam karşılığı "rü'yet"tir. Rü'yet, rüyadan farklı olarak uyanık iken, çıplak gözle ve somut olarak bir şeyi, şahsı görmektir. Hz. Aişe'den gelen sahih bir habere göre, Hz. Peygamber, hiçbir şekilde Allah'ı görmemiş, fakat ona vahiy getiren meleği yani Cibril aleyhisselamı kendi suretinde, uyanık halde iken ve somut olarak görmüştür. (Tecrid-i sarih, IX, 34.)

20) Sonuç itibariyle Nebevi rüya teorisi moden zihin ve algının baskısının ürünü olup vahyin hakikatinden bir tür kaçıştır. Bilimsel yöntemle elde edilen bilgiler ve modern akılla açıklanmayan bir takım ayetler, bu sayede vahyin tamamı rüyaya indirgenip bir açıklama kapısı bulunmuş olmaktadır. Tez ayrıca modern hayatı tüketme hevesinde ve azminde olan zayıf ruhlu Müslümanlara da Kur'an'daki bazı hükümler ağır geldiğinden, bunlar sonuç itibariyle peygamberin gördüğü rüyalar cinsinden pratik ve bağlayıcı değeri olmayan geçmişe ait hükümler addedilip bir kenara atılmalarına "vicdani rahatlık" sağlar.  Bu tez zorunlu olarak Kur'an'a bilgi yanlışlıkları, tarihsellik, bâtıl fikir ve tuhaflıklar izafe eder. Kur'an ise bunun aksini savunur: "Batıl, ona önünden de, ardından da gelemez. (Çünkü Kur’an,) Hüküm ve hikmet sahibi, çok övülen (Allah)tan indirilmedir " (41/Fussilet, 42.) Kur'an, bu tezi savunanların iddia ettiklerinin aksine, ilahi mesajı anlaması için insanı aklını kullanmaya ve vicdanına (temiz fıtrat) müracaat etmeye davet eder.

Savunucuları ne kadar iyi niyetli olursa olsun, Nebevi rüya teorisi vahyi iptal eder.

Notlar

80) Modern psikoloji ile tasavvuf arasında köprü kurmaya çalışan Mustafa Merter, rüyanın insanın varoluş alanına üç ışık tuttuğunu söyler: İlki, bugünkü bilinçli hayatımız, yani hayat sahnesinde oynadığımız roller; ikincisi alt bilinçdışı gölge ve komplekslerimiz. Kabul etmek istemediğimiz ama hayatımızı etkileyen olumsuz yönlerimizin ifşa olunması; üçüncüsü üst bilinçdışı duyu ve duygularımız, derunumuzda potansiyel halde mevcut olup bizim veya başkalarının mübarek kişilikleri. (Mustafa Merter, Psikolojinin üçüncü boyutu nefs psikolojisi ve rüyaların dili, Kaknüs Yay., İstanbul-2014 s. 615-616. . Mustafa Merter, Dokuz yüz katlı insan (Tasavvuf ve benötesi psikoloji), 15. Bsm., Kaknüs Yay. İstanbul-2016. Ayrıca bkz. Kemal Sayar, Sufi psikoloji (Edisyon) İnsan Yay., 2. Bsm., İstanbul-2000.) “İslami bir bakış açısından modern psikoloji ve psikanalizm eleştirisi için bkz. Malik Bedri, Müslüman psikologların çıkmazı, Çev. İrem Nur Kaya, Mahya Yay. İstanbul-2019; S. Hüseyin Nasr, İslam ve modern insanın çıkmazı; Çev. Ali Ünal, İnsan Yay. İstanbul-1984. Ayrıca bkz. Edward Said, Freud ve Avrupalı olmayan, Çev. Erol Mutlu, Alfa Yay. İstanbul-2017;

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR