Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Abdurrahman ATEŞ


Ailede eşlerin değiştirilen rolleri, Sorumlulukları ve İtaat Olgusu

Yazarımız Abdurrahman Ateş'in, Özgün İrade Dergisi 2020 Şubat (190.) Sayısında yayımlanan yazısı


Ailede eşler birbirlerinin alternatifi veya rakibi olmadığı gibi biri diğerinden daha az önemli de değildir. Yaratılıştan sahip oldukları özellikleri itibariyle eşit olmasalar bile eşdeğerdirler. Sahip oldukları farklı özellikleri nedeniyle, ailenin kurucuları olan eşlerden her birisi için Allah’ın belirlediği farklı sorumluluklar söz konusudur. Ailede denge ve düzenin korunması, her birisinin bu sorumluluklarını yerine getirmesine bağlıdır. Buna rağmen son zamanlarda aileyi ilgilendiren konularda bütün yetki ve sorumlulukları kadına vermekten yana yapılan hukukî düzenlemeler (kadının eşi hakkındaki sözlü beyanının hukuki işlemler için, hatta eşinin kendi evinden uzaklaştırılmasında yeterli görülmesi gibi), ailede erkeğin yetki ve sorumluluklarının nerdeyse yok sayılmasına zemin hazırlamıştır. Bu yazıda, kadının değil de erkeğin ailedeki rolü ve sorumluluğunun ön plana çıkarılması, erkek aleyhine oluşturulan bu algının yanlışlığını Kur’an ve sünnet bağlamında ortaya koymaya yöneliktir. Yoksa kadının ailedeki rolü ve sorumluluklarının ikincil veya tali bir konu olarak kabul edilmesinden dolayı değildir.

Bilindiği üzere iki veya daha çok insanın birlikte yaşadığı ve faaliyette bulunduğu bütün durumlarda geçerli olan kural, daha işin başından itibaren görev ve sorumluluk alanlarının belirlenmesidir. Bu, belirsizlikten kaynaklanan problemlerle karşılaşmamak için zorunludur. Bir okulda aynı eğitim düzeyine sahip birçok öğretmen arasından birisinin müdür olarak tespit edilip atanması, bir iş yerinde işçilerin arasından birisine sorumluluk verilmesi, hatta bir ilde vali, ilçede kaymakam, mahalle veya köyde muhtarın bulunması bu rol dağılımı ve hiyerarşik yapının gereğidir. Kaos ve kargaşanın yaşanmaması veya en azından asgari düzeyde tutulması, bu rollerin gerektirdiği kurallara uyulmasına bağlıdır. Sadece insanların beraberliklerinde değil, karınca, arı, aslan, ceylan gibi hayvanların oluşturduğu âlemde bile benzeri bir rol dağılımı ve hiyerarşik yapılanma söz konusudur. Hayatın neredeyse bütün alanlarında söz konusu olan rol dağılımına ilişkin bu kural, aile oluşturmak üzere bir araya gelen erkek ve kadın arasında da geçerlidir elbette. Buna rağmen modern dönemde eşlerin güya eşitliği, daha çok da kadının özgürlüğü ön plana çıkarılarak, Allah’ın ailede belirlediği rol dağılımı yok sayılmakta, sorumluluk açısından eşler arasında hiçbir farkın bulunmadığı anlayışı toplumsal bir realite gibi zihinlere işlenmektedir. Hatta kimi zaman kadınların sadece sözlü ve delilsiz/şahitsiz beyanları bile eşlerinin kendi evlerinden uzaklaştırılmalarına yetmekte, böylece erkekler bir “sığıntı” muamelesine tabi tutulabilmektedir.

Oysa Allah, emrettiği evlilik vasıtasıyla oluşturulacak ailenin iki kurucusu olan erkek ve kadının rollerini belirsiz bırakmamış, ailede yöneticilik ve aile fertlerinin geçimini sağlama görevini kadına değil erkeğe vermiştir: “Erkekler, eşlerinin yönetici ve koruyucusudurlar. Bunun sebebi, Allah’ın bazı insanlara bazılarından üstün özellikler vermesi ve erkeklerin, kendi mallarından aile fertleri için harcama konusundaki yükümlülükleridir. Sâliha/iyi/erdemli kadınlar, itaatkâr olan ve Allah’ın kendi haklarını koruduğu gibi kocalarının yokluğunda onların haklarını koruyan kadınlardır…” (Nisâ 4/34) Âyet, genel anlamda erkeklerin kadınlardan üstünlüğünü ya da yöneticilik konusunda erkeklere her durumda bir ayrıcalık/öncelik verildiğini değil,  sadece kurulan bir ailede eşler arası ilişkiler için bunun geçerli olduğunu bildirmektedir. Dolayısıyla erkeğin yönetici ve koruyucu (kavvâm: قَوَّام) olarak belirlenmesi, ailede birlik ve düzenin sağlanması amacına yöneliktir. Fazlurrahman’ın ifadesiyle erkeklerin, fazilet ve insanlık açısından kadınlardan farkı olmamakla birlikte, görev ve fonksiyonları açısından kadınlardan üstünlüğü söz konusudur.[1] Gerek Kur’ân’da, gerekse hadislerde erkeğin, kendi evinde bulunan anne ve kız kardeş(ler)inin yöneticisi olduğuna dair hiçbir açık işaretin bulunmayışı da, yönetici olmanın sadece kocaya ait ve evlilik hayatı ile sınırlı olduğunu göstermektedir. “Bir kadının, kocasının izni olmadan (nafile) oruç tutması ve kocasının izni olmadan evine birisinin girmesine izin vermesi uygun değildir” (Buhari, “Nikâh”, 86; Müslim, “Zekât”, 84) hadisi de, bir taraftan evlilik bağları ile kadının kocasına itaatinin önemini gösterirken, diğer taraftan da erkeğin, hanımının yöneticisi olarak sorumlu olduğu alanın evlilik hayatı ile ilgili konularla sınırlı olduğunu açıklamaktadır.

Erkeğe bu rolün verilmesi, onun mutlak anlamda üstünlüğünden dolayı değil, sadece ailede sorumluluk üstlenmeye uygun bir pozisyonda bulunmasından dolayıdır. Ayrıca bu görev paylaşımında bir tarafın şerefini yüceltme, diğer tarafın şerefini düşürme de söz konusu değildir. Çünkü Allah, erkek ve kadından her birine, diğerinde bulunmayan bir özellik/üstünlük ihsan ettiği gibi, her birini, diğerinde bulunan bir özellik/üstünlükten de mahrum bırakmıştır. Bu gerçeğe işaret eden âyette şöyle buyrulmaktadır: “Allah’ın, kiminizi kiminize üstün kıldığı, başkasında olup da sizde olmayan şeylere imrenmeyin ve bunlara sahip olmayı da temenni etmeyin. Erkeklere, çalıştıklarının karşılığı olduğu gibi kadınlara da çalıştıklarının karşılığı vardır. O halde siz de çalışın ve Allah’ın lütfunu isteyin. Şüphesiz Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.” (Nisâ 4/32)

Tarih boyunca sadece dini emirlerle yönetilen toplumlarda değil, aynı zamanda beşeri sistemlerle yönetilen toplumlarda da aile reisliğinin hep erkekte olduğu gerçeği dikkate alındığında bu yetki ve sorumluluğun neden erkeğe verildiği daha kolay anlaşılacaktır.[2] Hatta Yahudilik ve Hıristiyanlıkta da erkek hâkimiyetine dayalı aile yapısı geçerlidir.[3]

Görünen o ki, aslında erkeğe verilen bu yetki ve sorumluluk, hukuk ile belirlenmeden önce de böyle gerçekleşmiştir. Eğer kadın ailede yöneticilik için uygun ve ehil olsaydı, yeryüzünde sadece bir erkek ve bir kadının var olduğu yaratılışın ilk dönemlerinde yöneticiliği kadın üstlenir ve insanlık da öylece devralırdı.[4] Oysa yeryüzünde sadece Hz. Âdem ile Havva var iken Allah’ın Havva’ya değil de Hz. Âdem’e hitaben “ey Âdem! Sen ve eşin cennete yerleşin…” (Bakara 2/35, A’raf 7/19) ifadesinde hem sorumluluğun Âdem’e verildiğine, hem de mesken konusunda kadının erkeğe tabi olduğuna dair bir işaret vardır.

Günümüz modern toplumunda ailede erkeğin reisliğinin yadırganması ve benimsenmemesi, reislik ile erkeğin kadın üzerinde mutlak hâkimiyetinin kastedildiğinin zannedilmesinden kaynaklanmaktadır. Çünkü modern dünyada reis olmak, üstte bulunmak, yetki sahibi ve mutlak haklı olmak anlamlarına gelmektedir. Oysa İslam anlayışında reislik, sorumluluk üstlenmek ve hizmet etmek anlamlarına gelir. Günümüzde aile reisi olan kişinin, sınırsız bir yetki ile donanmış kişi olarak algılanması, İslam’ın değil, olsa olsa bazı Müslümanların öngördüğü reislik anlayışından kaynaklanıyor olabilir. Bu anlayış ise İslam’a mal edilemez. Erkeklerin yönetici ve koruyucu (kavvâm: قَوَّام) olma özelliklerinin feminist söylemlerde farklı yorumlanmasında da oluşturulan bu algının etkisi olsa gerek.

Nisa sûresinin 34. âyetine göre erkeğin yönetici ve koruyucu (kavvâm: قَوَّام) olmasının gerekçelerinden bir diğeri de ailenin ekonomik sorumluluğunun erkeğe verilmiş olmasıdır. Boşanmak durumunda kalındığında bile, kadının beklemek zorunda olduğu iddet süresince mesken ve nafaka ihtiyacını karşılamak, hamilelik durumunda çocuk doğuncaya kadar nafaka temin etmek, doğumdan sonra da anne sütünün olmadığı ya da yetersiz olduğu durumlarda ve en fazla süt emzirme süresi olan iki yıl boyunca bebeğin beslenme masraflarını sahip olduğu imkânlar oranında karşılamak üzere aile reisi olarak erkek sorumlu tutulmuştur (Talak 65/6-7). Hal böyleyken kadını, çalışmak ve ailenin geçimi için yapılan harcamalara katkı vermekle sorumlu tutmak hem İslam’ın bu konudaki hükümlerine aykırıdır, hem de sorumlu olmadığı bir konuda sorumlu tutulduğu için kadına yönelik açık bir haksızlıktır. Kadının, Kur’an ve sünnette belirlenen meşru şartlar çerçevesinde çalışması ve elde ettiği kazancıyla ailenin geçimine kendi rızası ile katkıda bulunması mümkün iken bunun bir zorunluluk olarak görülmesi İslam’ın belirlediği rol ve sorumlulukların değiştirilmesi anlamına gelecektir.

Ailede yöneticiliğin erkeğe verilmesine bağlı olarak ortaya çıkan bir diğer husus da itaat meselesidir. Erkeğin yönetici olmasının, kendisine mutlak anlamda bir egemenlik yetkisi vermediğini yukarda belirtmiştik. Haddi zatında aile, eşlerin rekabet içerisinde birbirleriyle çekiştikleri bir kurum değil, karşılıklı rızaya dayalı oluşturulan bir kurumdur.[5] Dolayısıyla kadın, sahip olduğu bazı özellikleri (ya da yaratılıştan sahip olmadığı özellikler) nedeniyle kendi güvence ve güvenliği için, yine sahip olduğu doğal nitelikleri nedeniyle ailenin reisi olan erkeğe/kocasına tabi olmak zorundadır.[6] “…İyi/erdemli kadınlar, itaatkârdırlar…” (Nisa 4/34) ifadesiyle iyi/erdemli kadınların kocalarına itaat etme özelliğine sahip kadınlar[7] oldukları vurgusu da bunu göstermektedir.

İslam’ın, itaat edilme konumunda gördüğü ve itaat edilmesini ibadet saydığı sayılı kişiler vardır. Bunlar çocuklar için anne-baba, kadın için eş, ordu ve askerler için komutan, halk/teba için devlet başkanı olarak belirlenmiştir. Bunların dışında kalan ilişkilerde itaat olgusunun aranmaması itaat etmeyi gerektirmediği şeklinde anlaşılmamalı, sadece buna ibadet formu kazandırmadığı bilinmelidir. Mesela kardeşler ve dostların birbirlerini dinlemeleri tavsiye edilse de bunun zorunluluğuna dair bir kural konmamıştır.

Eşler arasındaki ilişkileri (nafaka temininden cinsel ilişkiye kadar) bütün boyutlarıyla ibadet formunda ve huzurun teminatı için değerlendiren İslam’ın bu konudaki düzenlemelerini, kadının erkeğe mahkûm edilmesi veya erkeğin kadın üzerinde mutlak anlamda hâkimiyeti şeklinde değerlendirmek hem İslam’ı bilmemektir, hem de hayatın gerçekleriyle bağdaşmamaktadır. Bununla birlikte kadınların eşlerine/kocalarına itaat etmedeki hassasiyetleri ile çalışma/iş hayatında amirlerine itaat etmedeki hassasiyetlerinin karşılaştırılması, itaatin dayandığı gerekçeler ile ilgili bir fikir verecektir. Çünkü çalışma/iş hayatında amirlere itaatin gerekçesi daha çok ekonomik iken, aile ortamında eşe itaatin gerekçesi dinî olup aile huzurunu sağlamaya yöneliktir.  Ekonomik endişelerle itaat etmeyi problem etmeyen kadınların dini endişelerle itaat etmeyi problem etmeleri, hatta onur meselesi haline getirmeleri açık bir çelişkidir. Çünkü Allah tarafından “ağır bir sözleşme” (Nisa 4/21) olarak nitelenen nikâh bağıyla sözleşme yaptığı eşine itaati, aşağılanma ve ikinci sınıf insan kategorisine indirgenme olarak algılayan kadınlar, çoğu zaman elde ettikleri ekonomik imkânlardan mahrum olmamak endişesiyle amirlerinin veya işverenlerinin emirlerini yerine getirmeyi görev ve sorumluluğun gereği saymakta, hatta bu konuda en sert yaptırımlara bile katlanmayı normal karşılayabilmektedirler.

 

[1] Fazlurrahman, Ana Konularıyla Kur’ân, (Tercüme: Alparslan Açıkgenç), Ankara, 1987, s. 127.

[2] M. Sait Şimşek, Günümüz Tefsir Problemleri, s. 354.

[3] M. Akif Aydın, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, “Aile” Maddesi,  2/196-197.

[4] M. Sait Şimşek, Günümüz Tefsir Problemleri, s. 354.

[5] M. Sait Şimşek, Günümüz Tefsir Problemleri, s. 355.

[6] Mevdudi, Tefhim, I, 317.

[7] Zemahşeri, el-Keşşâf, II, 68.

Kaynak: ozgunirade.com

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR