Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Faysal Mahmutoğlu


AHLAKİ YOZLAŞMAYA SAVRULAN DİNDARLIK

Faysal Mahmutoğlu'nun yazısı;


 

Dindar bir toplumu; ancak din adına, din simsarları kandırabilirdi ve öyle oldu” (1)

“Din paradan ve iktidardan beslendiği  sürece,  paranın ve iktidarın hizmetçisi olacaktır, halkın değil.”  (2)

Din, insanı dünya ve ahirette mutlu kılacak eylemler vazetmektedir. Ahlak ise dinin nihai hedefi olarak telakki edilir.

Din; bireysel yükümlülüğe büyük önem verir,  bu yükümlülük; “zerre miktar iyiliğin karşılığı mükafat, zerre miktar kötülüğün karşılığı cezalandırmadır.” Ahlakta  ise ceza ve mükafat beklentisi  belirleyici unsur değildir, belirleyici olan aklı selim ve vicdandır. Peygamber “yüce bir ahlak üzere tavsif  edilmiştir”.

Ahlak bir yaşam tarzı olarak kabul görmeli, ölçü; “ne kadar ahlaklıysan o kadar insansın “olmalı. Mutezile; imanı olduğu halde, ahlaklı olmayanlara “ mümin “ sıfatını vermez.

Ahlak,  genel olarak din ile aynı zeminde dikkate alınır. Din’i ahlakın temel kaynağı olarak görmek yerine bir destek unsuru olarak kabul etmek daha isabetlidir. Her dindar kişi ahlaklı olmadığı gibi her ahlaklı kişi de dindar olamayabilir. Dinden bağımsız bir ahlak anlayışı mümkün mü? Yüzde sekseni ateist olan İskandinav ülkelerinde ahlakilik dünya ortalamasının çok üstündedir. İnsana saygı, hoşgörü, tevazu, yardımseverlik gibi ahlaki erdemleri güçlü olan ülkelerdir. 2015 yılından bu yana yayınlanan İslamilik endeksinde de başta Yeni Zelanda olmak üzere bu ülkeler ilk ondadır.  Müslüman ülkelerden ilk elliye 39. sıradan Malezya girebiliyor, Türkiye İslamilik endeksinde 95. sırada yer almaktadır.

İyi bir dindar aynı zamanda güzel ahlaklı ve vicdanlı olmalıdır, ancak dindarlık eşittir güzel ahlak olarak da anlaşılmamalı.

Bugün dünyada sorunların çoğu ahlakla yakından ilgilidir. Doğru ve yanlış nasıl aklın konusuna giriyorsa, iyilik ve kötülük de ahlakın konusudur. Hak ihlalleri, işgaller, açlık, yoksulluk ve savaşlar ahlakın sorunudur.

İnsanoğlu yaratılışı itibarıyla iki yıkıcı tutkuya bağlıdır; yönetme ve sömürme tutkusu. Bu tutkular aklı ve vicdanı esir almaktadır.

 Yüz yıl önce yaşamış Filibeli Ahmet Hilmi’nin belirtiği gibi; günümüzde dini ritüeller dindarlığın göstergesi değil, elbise giymek, yemek yemek ,uyumak gibi bir görev şeklinde ifa ediliyor. Bir tacir yalan söyler, aldatır sonra namaz kılar. Bir yönetici vahşice zulümler işler veya cinayet emirleri verir, ezan okuduğunda seccadesini serer namazına başlar. Namaz kıldıktan sonra zulmüne devam eder. Seccadesi elinden düşmeyen, Enfal ve Halepçe kasabı Saddam Hüseyin, Kur’an sallayarak dindarlık gösterisinde bulunurdu.

Tek davası ahlak olan Müslüman düşünür Nurettin Topçu, 1965’te şunları yazmaktadır:  Ahlaksızlığın ummanı olan bu Şark’ı yaşadıkça tanıyorum. Yaşanan şekliyle Müslümanlık Şark’ı bitirmiş. Buraya artık ne ilim girer ne ahlak. Bunların önce her şeyi bırakıp insanlık devrine girmeleri lazım. Mesele de tam bu; insan olunmadan dindar olunmaz.

İslam coğrafyasında vicdansız bir ahlak, ahlaksız bir din tablosuyla karşı karşıyayız. Ahlakın dine, dinin de çıkarlara ve iktidara tabi kılındığı bir yerde ahlaksız şeyler meşrulaştırılabilmekte, din kisvesiyle pazarlanmakta. Dindarlık paranın, lüksün, şatafatın, kibrin gösteriş dünyasının esiri haline getirilmiş, ‘iyilikte yarışanlar’ yerine ganimet paylaşımı yarışına girişmiş durumdalar. Zenginlik, şatafat, debdebe ile dini ritüeller arasında sıkışan bir din fotoğrafıyla karşı karşıyayız. Her sene hacca ve umreye gider ama komşusunun açlığıyla ilgilenmez.

 Başörtüyü her şeyin önüne koyan, Müslümanlığın temel ölçütü haline getirmenin sancılarını yaşıyoruz. O varsa her şey tamam. İslam bir ahlaki yaşam tarzından çıkıp ideolojiye dönüştüğü andan itibaren ahlaki alan hep tartışılır olmuştur. Kendisiyle değil, başkalarıyla uğraşmayı görev bilen bir Müslümanlık anlayışıyla karşı karşıyayız. ‘Ahlak kişisi ‘olmak yerine ahlak polisliği tercih ediliyor.

Mütevaziliğin, sadeliğin, iyiliğin, adaletin,  ahlakın, eşit paylaşımın ve hakkaniyetin dini olan İslam; adeta  “güce tapınma”nın bir aparatı haline getirilmiştir. Topluma sorgusuz biat aşılanmaktadır.

Yüzlerce İmam-hatip okulu, her mahalleye birkaç cami, birkaç kur’an kursu, yüzün üzerinde ilahiyat fakültesi, devasa bir imam ordusu, sayıları binlerle ifade edilen cemaat ve tarikat ile  dindar nesil yetiştirme projesi fiyaskoyla sonuçlandı. Düşüncesini beğenmediği bir ilim adamına, “Mustafa’yı nikahıma alırım” diyen bir İmam türü yetişti. Hapishanede olan bir parti liderinin eşine, bir anneye, bir öğretmene kan dondurucu iğrenç ve çirkin ifadeler sarf eden yaratık da bu mahalleden çıkma.

Akademisyenler diyanetin 150 tane hutbesini incelemiş. Bu hutbelerde devlet sevgisi, Allah sevgisinden daha fazla kullanılmış. Yani, DİB Allah’ın emirlerinden çok devletin emirlerini anlatmış. Din tamamen devletin güdümüne sokulmuş. Bu tablo bütün İslam coğrafyası için geçerli. Hak ihlallerine, zulme ve adaletsizliğe dair tek bir hutbe verilmez, bu İlahi emirler adeta sansüre tabi.

Denizde boğulup dalgaların kıyıya vurduğu çocuklar hangi coğrafyanın çocukları? Polis panzerinin altında ezilip ölen çocuklar hangi coğrafyaya ait? Bu çocuklar saray ulemasının gündemini işgal etmez. Dinin bunlar için bir yorumu yok mu?

Öteden beri dindar bildiğimiz bir takım insanların durumu yürek yakıcı. Son yıllarda bu “dindar”lardan öylelerini görüyoruz ki;  inanıp yaşadıkları din ile yapıp ettiklerine nasıl bağdaştırdıklarına şaşıp kalıyoruz. Hakaret küfür, iftira adamda ne desen var. Bunların birçoğu devlet ricalinin hoşlarına gidecek üç beş cümlelik din, iman, mukaddesat, şanlı tarihimiz lafı edip ,”sen de mi” diyerek orayı sağlama aldıktan sonra ( aslında o zevatın sırtına basarak) , artık sözde davaları, gerçekte ikballeri ve çıkarları için tehlikeli gördükleri kişilere karşı sınır tanımıyorlar. (3)

Bugün İslam dünyasının insanlığa sunduğu iyilik, doğruluk, yenilik, teknolojik buluş adına maddi ve manevi bir katkıdan söz edilemez. Müslüman dünya, insanlığa sadece kan, gözyaşı, etnik ve mezhepsel çatışma ve savaş sunmaktan başka bir fonksiyon icra etmemektedir.”Tanrı adına işlenen cinayetlerin sayısı, şeytan adına işlenenden çok fazladır”. (4)

Rövanşizm, intikam, hakaret, küfür, iftira, zulüm, itibarsızlaştırma ve imha etme gibi uygulamalar İslam tarafından kınanan ve Müslümanların uzak durması gereken çirkin hareketlerdir.

Ahlak; insanın yüzünün iyiliğe çevrilmesidir,  sağlaması da vicdan ile yapılır.

İslam dünyasının çöküşü; dini, bir otorite aracı yapan iktidar ve servet hırsına kapılmış hükümdarların kokuşmasıyla başladı.(5)

 Sonuç olarak; cahillerin cesur, alimlerin korkak olduğu topluma ancak kötü bir son yakışır.

Kaynakça:

             1- Ali Şeriatı

             2- Ali Şeriatı

             3- Mustafa Çağrıcı

             4- Erica Jong

             5- Roger Graudy

 

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR