Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Yusuf YAVUZYILMAZ


Ahlak Kaybolduğunda

Yazarımız Yusuf Yavuzyılmaz'ın "yeni" yazısı...


Yaşadığımız dönem dindarların toplumdaki konumuna büyük darbe vurdu. Bunu mutlaka onarmak gerekiyor. Bunun temel ilkesi iyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak ilkesidir. Dindarların en önemli özelliği ahlaki üstünlükleridir. Ahlaki üstünlük kaybedildiğinde geriye hiçbir şey kalmıyor.

Bazı insanlar dindarlarda görülen zaaflara itiraz edip eleştirmeyi kabullenemiyorlar. Bunu bir zaaf ve davaya ihanet olarak görüyorlar. Dindarların zaaflarını eleştirmek, onları uyarmak ve yol göstermek İslami bir görevdir. Dindarlarda görülen zaaflar, görmezden gelinip üstü örtülemez ve asla savunulamaz. Çünkü zamanında görülüp ortadan kaldırılmayan zaaflar, ileride büyük sorunlara ve sapmalara yol açmaktadır.

İslam tarihinde büyük zihinler, Müslümanların zaaflarını, çözülmesi gereken temel sorun olarak görmüşlerdir. Gazali’nin devasa eseri İhya’da “Aldananlar’ diye bir bölüm vardır. Bu bölümde dindarların sorunlu davranışlarını ele alır. Namazla, oruçla, Kur’an okumakla, zenginlikle, tasavvufla, hadisle, ilimle aldananları konu alır ve eleştirir. Büyük zihinlerin bunu yapmalarındaki neden, sosyal değişimde iç sebeplerin önemini ortaya koymak istemeleridir.

Birlikte aynı dava uğruna yol yürüyenlerin zamanla birbirlerinden uzaklaştıklarına sıklıkla rastlanır. Birlikte yola çıkan, kader birliği yapmış yoldaşlardan bazıları tanınmayacak hale gelebilirler. Onlara karşı nasıl davranmak gerekir? Benim cevabım net: Sizden uzaklaşmak isteyenlere gerekli imkânları verin. Bu yaşananlar hayatın gerçeğidir. Bütün büyük davalarda süreç içinde dökülenler olur. Kimi para, kimi kadın, kimi bürokratik bir makam uğruna davalarını terk ederler. Kendi durumlarını meşrulaştırmak için olmadık teviller yaparlar. Kuşkusuz bunlar birlikte aynı davaya omuz verenler için trajiktir. Ancak onları geride bırakmanın vakti gelmiştir. Geçmişte birlikte bir amaç için mücadele ettiğiniz kişilerle yürüyecek yolunuz tükenmiş ise, yolunuzu ayırmanın zamanı gelmiştir. İmanı yeniden kuşanmak ve yola devam etmek gerekir. Müslümanların seferle imtihan olduğu gerçeğini akıldan çıkarmamak gerekir.

Nepotist, siyasal yandaşlık, ideolojik bağlılık dolayısıyla bir göreve gelenlerin durumu da hayli sorunludur. Siyasal bir referansla bürokratik bir göreve gelen insanların adil görev yapma imkânı bir hayli zordur. Göreve gelişleri kendi liyakatleri ile değil, siyasal bağlantıları ile olduğundan, her eyleminde bu bağlantıyı göz önüne almak zorundadırlar. Kendilerine gelen referanslı kişilerin, genellikle hukuksuz isteklerini yapmak zorundadırlar. Bu yüzden adil davranma imkânları yok denecek kadar sınırlıdır. Peki, böyle davranmak zorunda kalan bir bürokrat vicdanının derin itirazını nasıl susturacak? Yapacağı tek şey, kendi yaptığını onaylayan bir dini retorik üreterek vicdanını rahatlatmaktır. Bunun için dinin temel kavramlarına semantik müdahale yaparak kendine meşruiyet sağlayacak bir söylem üretecektir. Peki, bunu yapamaz ise ne yapacak? Bunu yapan cemaat ve tarikatlara intisap edecek. İşte hukuk devleti ve adalet arayışı bunun için son derece değerlidir.

Eğer bir partiyi, cemaati, örgütü temize çıkarmaya kendinizi şartlandırmışsanız, siz artık fanatik bir militansınız. Bu aşamadan sonra yapamayacağınız hokkabazlık, çiğnemekten çekineceğiniz hiç bir ahlak ilkesi kalmaz.

Ahlak bakımından en sorunlu insanlar değerleri değil de, içinde bulunduğu grubun menfaatlerini önceleyenlerdir. Önüne gelen haberin iktidar ya da muhalefetin işine yarayıp yaramadığını bakmamak gerekir. Haberin doğruluğu kıstas olmalıdır. Militan taraftar, doğası gereği seçmecidir. Onun için haberin doğruluğu değil, işine yarayıp yaramayacağıdır kıstas. Bundan dolayı o, lehine haberi kullanır, aleyhine olanı kullanmaz ya da görmezden gelir. Çünkü onun gerçeği aramak ve bulmak gibi bir derdi yoktur. Tek derdi, içinde bulunduğu grubun menfaatlerini savunmaktır. Bu konuda iktidar ile muhalefet arasında çok fazla fark yok. İkisi de seçmeci, ikisi de indirgemeci düşüncenin zaaflarıyla birlikte yaşıyor. Biz ise adaletin, hukukun ve özgürlüğün sesi olacak bir imkânı arıyoruz.

Politik, cemaatsel, ideolojik veya örgütsel taraftarlığın en sorunlu yanı, kullandığı haber ve bilgilerin tek taraflı genellikle de doğruluğunun test edilmeyen bilgiler olmasıdır. Fanatik militan için kullandığı bilginin doğru olup olmamasının önemi yok. Önemli olan kullandığı bilginin içinde bulunduğu yapıya vereceği destektir. Bu yüzden fanatik militanlar tek boyutlu insanlardır. Parti yandaşlığı da böyle bir psikolojiden beslenir. Fanatik militanların hiç sevmediği şey, özeleştiridir. Özeleştiri içsel sorunlar üzerine yoğunlaşmaktır; kendi zaaflarıyla yüzleşmedir. Bu yüzden militanlar tevbe etmeyi sevmezler. Çünkü tevbe en değerli özeleştiridir; kendi yetersizlikleri ve hatalarıyla yüzleşmelidir.

Terör örgütlerinden başlayarak, sivil hayatımızda rol oynayan politik, dini veya sivil toplum örgütleri de, fanatik taraftarlığın ahlaki bakımdan çürütücü tehdidi altındadır. Öte yandan toplumda eleştirel düşüncenin faziletinden söz eden çoğu kimse, en küçük bir eleştiriyi hazmedememekte, eleştiri yapanı susturmaya çalışmaktadır. Bu da eleştiri kültürünü savunanların bu kavramı istismar ettiklerini göstermektedir. Tek boyutlu düşüncenin yarattığı karanlık iklimden kurtulmak için mutlaka bilgi kaynaklarını çeşitlendirmek gerekiyor. Bu da iki büyük kavramı öne çıkarmaktadır: doğru bilgi ve ahlak. Toplumumuzda manipülatif ve yalan haberlerin bu kadar karşılık bulması, insanların ahlak ve adalet duygularının zayıfladığını gösteriyor.

Ahlaki bakımdan zaaf olan davranışların başında tekfir faaliyeti gelmektedir. İlim ve hikmet yolcusu başkalarını tekfir etme konusunda dikkatli olmalı ve aşırılıklardan kaçınmalıdır. Yusuf el Kardavi’nin dediği gibi bizler, önümüze geleni dinden çıkaran tekfir makineleri değiliz. Bu durumda Hariciliği çağrıştıracak tutum ve davranışlardan özenle kaçınmalıyız. Zira onlar Hz. Ali dâhil kendisi gibi düşünmeyen herkesi tekfir etmekten çekinmemişler ve sonunda Hz. Ali’yi şehit etmişlerdir. Bunu yaparken de “ hâkimiyet Allah’ındır” ayetini bağlamından kopararak kullanmışlardır. İlim ve hikmet yolcusu ayetleri slogan olarak kullananların tuzağına düşmemeli, onların eleştirisinden korkmamalı ve sloganların sorun çözmekten çok kitleyi harekete geçirici ifadeler olduğunu hiçbir zaman unutmamalıdır. Toplumsal sorunlara, sloganların indirgemeci ve kolaycı çözüm tuzaklarına düşmeden analitik yöntemlerle çözüm aramalıdır.

 Aydınlar, tarafsızlığını kaybetme riskini yükselten, hiçbir siyasi oluşumun içinde, profesyonel anlamda bulunmamalıdır. Özellikle iktidar karşısında uyarıcı konumda bulunmalıdırlar.

Hayat, düşünce benzerliği ve dava yoldaşlığı olan bazı kimselerle yollarımın ayrılması gerektiği bir noktaya sizi getirebilir. Bazı insanların sizi kendi amaçlarına ulaşmak için sizi bir araç olarak kullandığına tanık olabilirsiniz. Hakkı bu kadar kolay çiğneyen bir zihin yapısı gerçekten korkutucudur. Bazı insanların içinden çıktıkları değerler dünyası ile vardıkları yer arasında hiçbir benzerlik kalmıyor. En küçük bir menfaatte inançlarının kendilerine yüklediği sorumlulukları görmezden geliyorlar. Kul hakkını o kadar rahat yiyorlar ki, şaşırmamak elde değil. İnançlarını istismar edip, bunun üzerinden politik kariyer ve bürokraside bir makam elde eden, ticari kazanç sağlayan, yakınlarını işe yerleştiren, kişisel menfaat sağlama peşinde koşanlar ile yürünecek yol kalmamıştır. İnancını geçici dünya menfaatleri için araçsallaştıranlara karşı uyarıcı ve eleştirel bir konumda yer almak gerekir.

İslam dünyasının yasadığı krizin siyasal mücadele ile aşılamayacağını düşünüyorum. Çünkü siyasal arena en devrimci değişim taleplerini ahlaken çürütüyor. İnsanlar, yaptıkları tercihler ile tanınmayacak hale geliyorlar. Bundan dolayı daha köklü bir zihinsel dönüşüme ihtiyaç var. Bu yüzden daha köklü bir dönüşüm için çaba sarf etmek gerekiyor. Aydınlara düşen görev, özgürlük ve adalet için, yeni ve farkı bir siyasal ve toplumsal sözleşme için arayışa devam etmektir.

İnsanların haksızlık ve hukuk tanımazlıklarına bakıp, bağlı oldukları inancı asla yargılamamak gerekir. Sorgulanması gereken onların inançlarını nasıl bu kadar kolay istismar ettikleridir. Hayat insana bu konuda birçok öğretici örneklik sunar. Onların inançlarını, basit dünya menfaatleri için, bu kadar hoyratça harcamalarına üzülüyorum sadece.

Ahlak, benzer olaylara farklı tepki göstermeyi onaylamaz. Yıllar önce bir sunucu (Güner Ümit) Alevileri kast ederek “mum söndü” yapıyorlar demişti. Öyle bir linçe uğradı ki, o günden beri sunuculuk yapamıyor. Kuşkusuz ona gösterilen tepkiler doğruydu. Gülşen’in İmam Hatiplere ilişkin “sapık” nitelemesi ise haklı olarak tepki uyandırdı. Ancak Güner Ümit’e tepki gösteren sol Kemalist ulusalcılar Gülşen’in hakaretini görmezden geldiler. Hatta Gülşen’i masum göstermeye çalıştılar, buna karşılık verilen tepkileri ise aşırı buldular. Güner Ümit’i neredeyse asmayı teklif edenler sustu. Aslına bakılırsa “mum söndü” ve “sapıklık” aynı düzeyde hakaret içeriyor. Çünkü mum söndü ensest ilişkiyi içeren bir sapıklık olarak görülüyor. Asıl soru şu: Neden benzer olaylarda farklı tavır geliştiriyoruz? Kuşkusuz bu öteki saydığımız kesimle empati kuramamakla ilgilidir. Sahip olduğumuz ideolojinin kalıpları ahlakımızı teslim aldığında davranışlarda çelişkili durumlar ortaya çıkıyor. Ötekine her tür hakareti meşru kabul ediyoruz. Son soru: Gülşen, “İmam Hatipler sapıktır” yerine “Aleviler sapıktır” diye bir cümle kursaydı durum ne olurdu? Kuşku yok ki, aylarca önce söylenmiş bir sorunlu cümleyi, yeni söylenmiş gibi servis edip kamuoyu oluşturmakta ahlaki anlamda büyük bir zaaftır.

İnsanların bir bölümü ideallerini zirveye taşımak yerine davayı araçsallaştırarak kendilerini zirveye taşıdılar. Basit menfaatleri uğruna en kutsal değerleri bile istismar etmekten çekinmediler. Peki, biz ne yapacağız? Bıkmadan, usanmadan, hak, hukuk ve adalet mücadelesine devam edeceğiz; yerimiz, Kur’an’ı mızraklarının ucuna geçirerek istismar edenlerin değil, hak ve adalet uğruna “Salih amel” peşinde koşanların yanında olacaktır.

Ahlaki değerleri ihmal ederek kazanımlarını korumaya odaklanan bir toplum, zamanla tanınmayacak ve her tür kötülüğe fetva verecek bir konuma gelir. Bu yozlaşmanın, çürümenin, başkalaşmanın zirvesidir. Kazanımlar öne sürülerek adaletin yok sayılması önerisini reddetmek gerekir. Ahlak yoksa Müslümanların ötekini etkileyecek hiçbir özelliği kalmamıştır.

 

Kaynak: Farklı Bakış

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR