Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Selvigül ŞAHİN


Ahir Zaman Vebası Dünyayı Kuşattığında Umuda Sarılma Zamanları

Yazarımız Selvigül Şahin'in Özgün İrade Dergisi dergisi 2020 Nisan-Mayıs (192-193.) saysında ve aynı zamanda ozgunirade.com'da yayımlanan yazısı...


“Zindan

Ölün! Ölün! Bu aşkta ölün!

Bu aşkla öldünüz mü, hepiniz can bulursunuz.

 Ölün! Ölün! Korkmayın bu ölümden!

Bu toprak bedenden çıktınız mı, semavatla buluşacaksınız.

 Ölün! Ölün! Bu nefsten ayrılın!

Çünkü bu nefs bir kelepçedir ve sizler de esirsiniz.”

(Mohsen Chavoshi)

Nisan, mağrur, nazlı geldi günlerimize. Hiç böylesine bir karşılama görmemişti Nisan. Her bahar pembe beyaz tomurcuklar, mor erguvanlar, beyaz badem çiçekleri ve rengârenk kır çiçekleri, gelinciklerle donattığı yeryüzünü böylesine terkedilmiş, hüzünlü adeta bozguna uğramış ve kederli görmemişti.

Baharın adıdır dostlar Nisan, coşkunun, özlemin, yeniden hayat bulmanın, yeniden inşirah olarak, derinden, içli, çıldırtan bir nefes gibi dünyanın tüm ölmüş hücrelerine üflenen bir hayat iksiridir.

Şimdi kırgın ve kederliyiz. Yaşlı dünyamız ne yazık ki bahşedemediği bir âhir zaman vebası ile boğuşurken ne Nisan’ın usul usul açan çiçeklerle, uçan kelebeklerle, coşkun açan derelerle geldiğinin farkında ne de baharın diriliş soluğunun esenlik olarak yüreğine yürümesinin farkında.

Zor günler geçiriyoruz. Yaşlı dünyamız tüm insanlık ailesi ile birlikte, zengin, fakir, yaşlı, genç demeden büyük bir yaşam mücadelesi veriyor.

Sen bilir misin ey yolcu geçmişten bu güne kadar nice zoru zamanlar geçmiş. Nice imtihan duraklarında soluklanmış insanlık. Toplumların, milletlerin zor zamanları olmuş, Kur’an’ın “zorluk ve sıkıntı” zamanları olarak nitelendirdiği bu zamanların şimdi tam ortasındayız.

Yıllardır yaşanan savaşlar var. Ortadoğu’nun paramparça olmuş ülkelerinde göğe yükselen canhıraş feryatlar, sönen binlerce ocak. Tükenen hayatlar, yok olan insanlık, patlayan bombalar, sahillere vuran körpecik bebeklerin cansız bedenleri. Suskun insanlık ailesine bir terbiye tokadı gibi inen bu âhir zaman vebası hepimizin yüreğinde, yüzünde aşikar bir sille gibi patladı ey yolcu.

Şimdi tüm insanlık bu virüs belası ile uğraşırken bizler Kur’ anî bir bakış açısı ile başımıza gelen bu felakete bakma zamanlarındayız. Zor ve sıkıntılı zamanların ahlakı erdemli duruşu nasıldır. Başımıza felaketler yağdığında acaba nasıl bir tepki vereceğiz.

“Ölün! Ölün! Bu nefesten ayrılın!

Çünkü bu nefs bir kelepçedir ve sizler de esirsiniz” diye sesleniyor ya yukarıya yazdığım şarkı sözleri, şimdi ölümle yüzleştiğimiz, ekranlardan ölüm haberlerinin naklen aktığı zamanlarda oysa yüreğimiz daralıyor. Derinden bir sarsılma ile içimiz ürperiyor çünkü yine bir şairin Cemal Süreya’nın dediği gibi:

“Her ölüm erken ölümdür Biliyorum tanrım

 Ama, ayrıca, aldığın şu hayat Fena değildir…”

Şimdi her ölüm erkendir diyerek bakıyoruz ekranlara. Kendimizden uzak tuttuğumuz ölümle yüzleştiğimiz zamanlardayız. Öyle ki hepimiz her an bu keşfedilemeyen, mikroskopla bile görülemeyen virüse yakalanabilir ve ölümle yüzleşebiliriz. Ölüm şu an hepimizin ensesinde soluklanıyor gibi ey yolcu. Bitmek bilmeyen işlerimize ara verdik. Toplantılarımız, gezilerimiz, konferanslarımız hepsi yarım kaldı. Tıpkı Üstad Hasan Aycın hocamın dediği gibi: “Burası dünya burada işler yarım kalır.” Şimdi yarım kalmış tüm işler omzumuzda ve yüreğimizde çoğaldıkça çoğaldı. Ve daha çok ümitle korku arası bir hissedişle çocuklarımızın gözlerine bakıyoruz evlerimizde.

Evlerimizdeyiz artık.

Yıllardır, çocukların kreşlere gittiği, annelerin babaların işlere, gençlerin kafelere gittiği terki diyar eylediğimiz evlerimize artık geri döndük. Nice rahmetler gizlidir bilinmez. Neler geliyor aklıma neler.

Daha çok Batı’nın yüzünü görünce yüreğime derin bir acı oturuyor.  Terkedilmiş yaşlıları, toplu insan ölümlerini, gördükçe içim ürperiyor. İşte diyorum Rabbim Rahman ve Rahimdir. Rabbime olan inancım daha bir yürekten tazeleniyor, şükretmeliyim, dua etmeliyim, iyi bir kul olmalıyım diyorum. Çünkü anlıyorum ki yaşadığımız bu küresel kâbustan ders çıkarma zamanlarındayız. Ümitvar olarak bir mümin duyarlılığı ile umut sakası gibi aydınlık ve diriliş aşılayan bir seslenişimiz olmalı insanlığa.

Zorluk ve sıkıntı zamanlarında nasıl olmalıyım diye sormalıyım kendime ey yolcu. Şimdi şükür elbisesi giyme zamanları. Şimdi varlıkta, sağlıkta, bollukta nasıl Allah’a yöneliyorsam, hastalık zamanlarında, zorlu zamanlarda da duaya durma zamanları.

“İnsan, iyi şeyleri istemekten usanmaz; başına bir kötülük geldiğinde ise büsbütün ümitsiz ve karamsardır.” (Fussilet – 49)

Rabbim ayeti kerimesinde insanlık halini ne güzel de tasvir ediyor. Çünkü o en iyi bilendir yarattığını, yaşattığı insanı. Şimdi zor ve çıkmaz zamanlarda üzerimize yürüyen karabasan günlerin içinden sıyrılıp bu günlerimizde umutla, ümitle her güne aydınlık bir yüzle yürümemiz gerekiyor.

Zor zamanları gerçek anlamda iman eden müminlerin, insani duruş sergileyen tüm insanlık ailesinin soylu ve erdemli bir duruşla ümidini ve umudunu yitirmeden bu zorlu süreci atlatması gerekiyor. Her dönemde ve çağda insanlık ailesi zorlu süreçlerden geçmiş. Bu insanlığın başına gelen ilk ya da son felaket olmayacaktır. Yaşadığımız bir sünnetullahtır. Bu süreçte gösterdiğimiz basiretli duruş, ferasetli ahlak, ihsan, îsar ve sabırla farkındalık oluşturacağımız zamanlar. Yol göstereceğimiz, çare olacağımız, umut olacağımız zamanlar ey yolcu.

Yolculuk uzun ve meşakkatli olsa da yollar her daim aydınlığa çıkacaktır. Senin selim bir kalp ile ihsan ile yaklaştığın insanlık, affına muhatap olmuş insanlık, yaptığın infaklarla hayat bulan insanlık elinden ve dilinden emin olarak seni Müslüman olarak bilecek ve tanıyacaktır.

Şimdi ey yolcu bu zorlu ve meşakkatli zamanlarda dua ol, infak ol, umut ol, îsar ol, ahlak abidesi gibi sığındığın evinde af ve marifet durağı ol. Unutma insanlık senin elinden ve dilinden gelecek esenlik kuşanmış hallere, sözlere susamıştır. Şimdi verme zamanlarındasın. İhsan durağında hep iyi olacaksın. Tüm kötülüklere karşı duruşunla öyle bir iyilik eri olacaksın ki gerçek ihsanı yaşayarak göstereceksin. Yeri geldiğinde kendinden önce başkasını düşüneceksin. Kendini ona feda edeceksin.

Vereceksin ey yolcu. Vermek artık sözden değil özden bir davranış olarak malından, kazandığından, emeğinden olacak ve sözde kalmayacak. Sana verilen nimetin cinsiyle vereceksin. Rabbim sana mal vermişse şükür Allah’ım demeyeceksin. Malının nimetini yine malınla ödeyerek şükredeceksin ve gerçekten verenlerden olacaksın. Hem sen neyin sahibisin ki ey yolcu. Şimdi biriktirme zamanları değil. Şimdi dağıtma zamanları. İşsiz kalanlara, dükkânını kapatanlara, evi olmayan kiracılara, işi olmayan aile reisine gönülden tam teslim olmuşlara has derinden bir yakınlık duyarak izzetlice vereceksin.

Bu günler de geride kalır. Hiçbir imtihan sürekli olmaz unutma ey yolcu. Ama senin bu yoldaki duruşun, yürüyüşün ve halin önemlidir. Geriye bu duruş, samimiyet ve teslimiyetin kalacaktır. Rabbin sana verirken mal ve sağlık verirken, boy boy evlatlar verirken şükür makamındasın. Ya şimdi, şimdi sana ait olmayan ne varsa elinden alındığında gerçek sahibi olan Rabbine yine şükür makamında olacak mısın?

Ne diyordu Rabbim:

“Ne zaman insanoğluna bir lütufta bulunsak arkasını dönüp uzaklaşır; başına bir kötülük geldiğinde de uzun uzadıya yalvarıp yakarır.” (Fussilet – 51)

Tüm insanlık ailesi olarak ortak bir düşmanla karşı karşıyayız. Şimdi eleştiri, yargı, sorgulama sırası değil. Şimdi yardımlaşma, birlik olma ve muhasebe yapma zamanlarındayız.

Efendimizin sünnetiyle, abdestle maddi temizlik yaptığımız zamanlarda insanlık bundan nasibini alıyor. Şimdi her gün ellerimizi, yüzümüzü, bedenimizi sularla arıttığımız, virüs belasından korunmaya çalıştığımız zamanlarda, ruhumuzu da unutmayalım ey yolcu. En çok kirlenen, en çok kinlenen, en çok kibirlenen ve en çok hırslarla tarümar olmuş yüreklerimizi de yıkamanın, oraları da arıtmanın derdine düşelim. Dualarla, yüreğimize yapacağımız derinlikli yolculuklarla arınma süreci başlatalım yüreklerimizde. Nisan’nın bahar sevinciyle dünyamızı kuşattığı zamanlarda, bahar coşkusu ve sevinci yüreklerimizi terketmesin hiçbir zaman.

Rabbimizden gelene razı olarak, ama elimizden ne geliyorsa maddi ve manevi tüm çabamızla ümitvar olalım.

Evlerimizi karargah eyleyerek, siperde yaşayanlar olarak tüm kırılmış aile ilişkilerimizi yeniden inşa edebiliriz. Kırgın ve kızgınlıklarımızı bir kenara bırakarak, kendimizle yüzleşip, ana babalığımızı, evlat oluşumuzu sorgulayarak yeniden başlayabiliriz her şeye. Hiçbir şey için geç kalmış sayılmayız. Birbirimizin kusurlarını değil güzelliklerini görerek, ailemizin bizim kaderimiz, imtihanımız, yurdumuz olduğu bilinci ile içine doğduğumuz evin, cennet köşelerinden bir köşe olması için çaba harcayabiliriz. Üzerimize düşen sorumlulukları elimizden geldiğince yaparak, zahmetleri rahmetlere çevirebiliriz. Ki bilemeyiz Rabbim nice rahmetler saklamıştır nice belanın, musibetin içinde. Nice şerler hayırlarda gizlidir, nice hayırlar da şerlerde gizlidir. Biz bilmeyiz, bilemeyiz. Hikmetinden sual olunmaz. Rabbimiz bilir. Biz ancak ona teslim olur ve haddimizi bilerek kulluk eder, gönülden itaat etmeye çalışırız. İki cihan yurdu olan evimizi cennetlere çevirme zamanlarındayız ey yolcu unutma. Yola revan olduğun ev ahalisi senin kaderin, senin imtihanın. Onları belki eş olarak sen seçtin. Ama evladını, anneni babanı sen seçmedin. Akrabalarını, komşularını sen seçmedin. Bir arada bulunmanız kaderi ilahidir. Hiçbir şey tesadüfi değildir. Tevafuklar vardır bilirsin. Senin dünyanda tesadüf yoktur ve hiçbir şey senin hayatına öylesine girmemiştir, çıkmamıştır. Sen buradaki hikmeti görmeye çalış, irfani bir duruşla sorgula her şeyi. Ve sen ey yolcu içindeki dinmez sancıların bir gün dineceğini bilerek sarıl umutlarına, sarıl dualarına. Rabbim derdi vermişse dermanı da verir bilesin.

Şimdi dünya yanıyor dostlar. Bir kaos çöktü dünyanın üzerine öyle bir kaos ki, zengin fakir ayırmıyor. Müslüman gâvur demiyor. Herkesi eşitleyen bir yangının tam ortasındayız.

Mehmet Görmez Hoca’nın deyimiyle bu virüs belasını “ilahi bir ayet” olarak okuduğumuzda rahmetlere gebe olduğunu da anlarız.

Anlarız ahı olanların nelerde hakkı olduğunu. Anlarız o vakit sönen ocakların müsebbibi olanların da hesap vereceklerini. Yanmış yıkılmış Ortadoğu’nun hesap sorucu olarak yetim çocuklarının gözlerimizin içine bakıp oraya bir dinmemiş ah bırakacaklarını anlarız neden sonra.

Bizler rahat rehavet kuşanmış evlerimizde envai çeşit belenirken, açlıktan ölen iskelet haline dönmüş Arakan’lı çocukların bakışları düşer sofralarımıza… Hesap sorucu olarak yeter… Okulsuz kalan Suriyeli çocuklar kıyın kıyın bakarlar kırgın ve kederli gözleri ile… Hesap sorucu olarak tüm mazlumlar karşımızda dostlar. Dünyaya hesap sorucu olarak kan gölüne dönen Ortadoğu’nun yetimleri var, onlar Akdeniz’in kıyılarına vuran yetimler…

Hesap sorucu olarak daha neler neler var ey dostlar…

Kâbe-i Mükerrem’e var, Mescid-i Nebevi var, Kubbetü’s-Sahra var… Gitmediğimiz, dolduramadığımız, boş bıraktığımız, mescitlerimiz var. Kadim camilerimiz, Sultan Ahmet, Süleymaniye, Selimiye, Bursa, Diyarbakır Ulu Cami, Yavuz Sultan Selim, Fatih Camii ve dahi mahallemizin camisi var dostlar…

Hesap sorucu olarak cem olarak kılamadığımız namazlarımız var…

Yürekten yüreğe akmayan ikiyüzlü dostluklarımız, riyakâr akrabalıklarımız var.

Şimdi yığalım bakalım, yığalım malı, parayı, eşyayı, tam zamanı…

Şimdi yığdığımız tüm varsıllar hesap sorucu olarak karşımızda…

Şimdi dostlar, “ilahi bir ayet” gibi inen virüs vakası bize neler söyler. Neler düşündürür, hangi hikmetleri barındırır içinde dönüp ona bakma zamanlarındayız.

Şimdi terk ettiğimiz kendimize, ailemize, eşimize, çocuklarımıza, akrabalarımıza, dostlarımıza, büyüklerimize, camilerimize, Mekke’ye, Medine’ye, Kudüs’e, İstanbul’a, Diyarbakır’a, Bursa’ya başka bambaşka duyarlılıkla bakma, dönme zamanlarındayız.

Kendimize yürüyelim dostlar, malayani tüm ayartanlarla doldurduğumuz sadrımızı, açalım Rabbimize. O bilir, o her şeyi bilir… Mazlumları da bilir zalimleri de bilir.

Bizler merhamet toplumuyuz, iyilik erleri olarak var olacağız inşallah. İyilik bizim ellerimizden, yüreğimizden bir dua sıcaklığında akacak her daim mazlum coğrafyalara, bunu da aşacağız.

Şimdi başımıza belaların yağdığı, baharın fışkırdığı şu ahir zaman dünyasında açalım ellerimizi.

Rabbimizin bize öğrettiği dualarla Ona yönelelim:

“Rabbimiz! Bizi sana teslim olmuş kimseler kıl. Soyumuzdan da sana teslim olmuş bir ümmet kıl. Bize ibadet yerlerini ve ilkelerini göster. Tövbemizi kabul et. Çünkü sen, tövbeleri çok kabul edensin, çok merhametli olansın.” (Bakara – 128)

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR