Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Ali BULAÇ


“Abdestli kapitalizm”e ile “Teyemmümlü komünizm!” arasında “kenz”

Ali Bulaç'ın 'konu ile ilgili' önem arz eden analizi...


Hayli uzun zamandır Müslümanlar kendi kelimeleriyle düşünmüyor, varlık dünyasını, hayatı ve olayları kendi bilgi, düşünce ve irfan kaynaklarından hareketle anlamlandıramıyorlar. İslam zihin ve kültür dünyamızda varlığını sürdürüyor, ama ne İslam adına sahip olduğumuz bilgi imana dönüşüyor ne iman tutum ve davranışlarımızda tezahür ediyor. İçinde yaşadığımız sosyo politik sistemin İslam’ın asli ve amir hükümleriyle ilişkisi olmadığı gibi, iktisadi hayat ve teamüllerin de İslam’la ilişkileri yok denecek kadar azdır. Esasında Müslümanlar, kendilerine ait olmayan bir evrende varlıklarını sürdürmeye çalışıyorlar. Böyle olunca başkalarının, elbette bugün hala hakim kültürü temsil eden güçlerin aklıyla düşünme gayretini gösteriyorlar.

Aklı başkasından olanın kendine hayrı yoktur.

Sermayenin ve bürokratik statülerin el değiştirmesiyle Müslümanlar ciddi bir sınavdan geçiyorlar. Giderek eskiden savundukları ideallerinden uzaklaşıyorlar, bunu reel politik ve değişen toplumsal şartlara bağlayıp kendilerini bir tür rahatlatıyorlar. Eski İslamcılar, bugün kudret şarabını içmiş vaziyette “Muaviye’den bu yana işler hep böyle gitti, böyle gelmiş böyle gidecek, gücü eline geçiren bir daha bırakmak istemez, bari biz de elimizde tutabildiğimiz kadar güçten istifade edelim” diyorlar. Bu konuda bir hanım yazarımız, iki de bir eskiden ne kadar idealist –biraz da gerçeklerden kopuk ve hayalci- düşündüğümüzü yazıyor. Bir yandan sanki çocuksu nostalji yapıyor diğer yandan hala o ideallerin peşinde olanlara biraz da kudret ateşiyle ısınmış ve aydınlanmış olarak istihfafla bakıyor. Erkek ve dişi eski İslamcılar, baş döndürücü özgüven patlaması yaşıyorlar.

Ruhu yoksul, bedeni kürklü bu muktedir söylem sahiplerine baktığınızda, yapmanız gereken şey verili/reel dünyayı kabullenmek ve mümkün oranda daha etkin ve işlevsel kullanmaktır. Herkes işine baksın, rahat edeceği alanları genişletsin, “İslamcılık, ahlaki üstünlük, adalet arayışı, hukuk ve herkes için ihtiram, yeni bir bölge ve dünya tahayyülü” gibi idealler ve söylemler kudret şarabının içildiği meyhane kapısına kadar ki motivasyonlardı.

Diğer bir uçta başka aşırılık gelişme istidadı gösteriyor. Olup biteni eleştireyim ve doğru yolu göstereyim derken kullanılan kavramsal çerçeve, analiz yöntemi, başvurulan kelime ve dil, jargon bir başka aşırılığa kapı aralıyor. Bunlara göre olup bitten “abdestli kapitalizm”dir, Ebu Zer ruhuna dönüp, basit ve sınırlı ihtiyaçları karşılayacak miktarın dışında kalan servetin tamamını dağıtmak lazımdır.

Dağıtmadan kastedilen infaktır. Ama Kur’an ve Sünnet’te emredilen infakın, modern dünyada vahşi kapitalizm adı altında işleyen acımasız mekanizmasının yıkıcı etkilerine karşı nasıl konulacağı veya yerine adil bir ekonomik ilişkiler sistemini getirmenin mümkün yollarının ne olacağı konularında tatminkâr çözümler getirmiyorlar. Böyle olunca fazla servetin infak olarak dağıtılması, giderek sayıları ve acıları katlanarak artmakta olan yoksullara ve açlara günlük yiyecek kabilinden balık dağıtmaktan ibaret kalıyor. Elindekini dağıtıp tükettikten sonra sen de, akşam vakti çoluk çocuk tek bir balığa muhtaç duruma düşersin. Zaten abdest ve sular konusunda uzman hocalar da “yoksulluğa ve işsizliğe çare yoktur, bu küresel-yapısal bir sorundur, biz Müslümanlar yardım edelim” demekle yetiniyorlar ama 40’ta 1’e 0,1 bile ilave etmiyorlar.

Esasında bakıldığında belediyeler, hayır kuruluşları, devlet ve hayır sahibi zenginler yardım yapıyorlar. Ama biliyoruz ki, adaletsizliğin, kitlesel yoksulluk, mültecilerin yaşadığı dramlar ve acıların çözümü bu tür yardım ve infaklardan geçmiyor. Hatta kendi sistematikleri içinde infak fonksiyonel, dönüştürücü ve yeni bir sistemin kurucu unsuru kullanılmadığında, yarayı pansuman eder sadece, bu da geçici rahatlık sağlamanın ötesine geçemez. Bazen, rüşvetçi Osmanlı paşaları gibi topladıkları 100 akçenin 1 akçesiyle medrese, cami, çeşme yapmak da onların işine geliyor. Böylelikle hem vicdanlarını rahatlatıyorlar hem vergi kaçırmanın legal yollarını buluyorlar. Paşaların hayratı topladıkları rüşvetin, işledikleri suç ve günahın affı için verdikleri mukabil rüşvetti. Rüşvet günahını rüşvetle temizleme işlemi.

Çözüm olarak ortaya somut şeyler konulmadıkça, bu sefer “abdestli kapitalizm”e hasım “teyemmümlü komünizm” veya “sarık ve cübbe giydirilmiş sosyalizm” söylemi mi beliriverir. Bu söylemin gerisinde İslam’ın meşru ve sahih geleneğine yabancı mülkiyet düşmanlığı, helal olmayan servet üzerinden zenginliğe ve zenginlere karşı nefret ve husumet geliştirmekten başka bir şey gözükmüyor. Bu ise bizim yaramızın merhemi değildir. Kapitalizme ihtiyacımız olmadığı gibi komünizme, sosyalizme de ihtiyacımız yoktur. Batının üçüncü gayrı sahih veledi faşizm ise bizim helâkimiz olur.

Komünizm ve sosyalizmin denendiği yerlerde insanlar bu sistemlerin acı meyvesini tattı, herhangi kalıcı, sahici bir çözüm olmadıkları anlaşıldı. Denenmişi denemek veya kapitalizm üzerine İslami sos çekenler gibi komünizm veya sosyalizm üzerine İslami sos çekmek akıl kârı değildir.

Mesele polemik konusu olmamalı. Hak ve hukuka ihtiram göstererek bu konuyu teşrih masasına yatırmak lazım.

Bir ideoloji ve sistem olarak “Kenz!”

Aktüel durumda “İslami sol” söyleme referans teşkil eden ve kapitalizm üzerinden mülkiyet ve servet edinmenin (bu arada miras, hibe vb. işlemlerin) reddine mesnet teşkil eden “kenz” terimidir. Geçtiği yerde negatif anlam yüklü olan “kenz” Tevbe suresinde geçmektedir:

 “Ey imân edenler, gerçek şu ki, (Yahudi) bilginlerinden ve (Hıristiyan) rahiplerinden çoğu, insanların mallarını haksızlıkla yerler ve Allah'ın yolundan alıkoyarlar. Altını ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanlar... Onlara acı bir azabı müjdele. 35 Bunların üzerlerinin cehennem ateşinde kızdırılacağı gün, onların alınları, bögürleri ve sırtları bunlarla dağlanacak (ve:) "İşte bu, kendiniz için yığıp-sakladıklarınızdır; yığıp-sakladıklarınızı tadın" (denilecek)”.(9/Tevbe, 34-35).

Surenin genel akışı, yukarıya aldığımız iki ayetin siyak ve sıbakı göz önüne alındığında, sözü edilenlerin Kitap ehlinin din adamları olduğu görülür. “Allah’ın nuru”na mani olmak isteyenlerden gayrımüslim din adamlarının –elbette hepsi değil, çoğu- bu tutuma girmelerinin basit sebebi şahsi çıkar, makam hırsı ve iktidar seçkinleri –Kur’an terminolojisiyle mele’ ve mütref- nezdinde kazanmak istedikleri itibardır. Bunlar insanların mallarını haksız yere yerler, emeklerini ve iyi niyetlerini sömürürler. Bunu genellikle

a) Dini ve dini duyguları istismar etmek,

b) Büyük servet ve güç sahiplerinin yapıp ettiklerini, adaletsiz düzenlerini meşrulaştırmak, sömürü ve haksızlıklara, hak ve hukuk ihlallerine ses çıkarmamak,

c) Ya da bizzat kendileri düzenin aktif aktörleri, ortakları, işleticileri olmak suretiyle yaparlar.

Tarihte rüşvet alan, haksız kararlar veren, kitabın bir bölümünü gizleyip bir bölümünü öne çıkaran, olmadık yorumlarla kitabı ve hükümleri çarpıtan ya da kendi düşüncelerini Allah’tan gelen vahiymiş gibi takdim eden din adamlarına çokça rastlanmıştır. Din adamlarının bu tutumunun en bariz sonucu, insanları Allah’ın yolundan alıkoymalarıdır. İnsanlar doğruluk ve adaleti din adına konuşanlarda arar, onların her sözlerinde doğruluk, kararlarında adaletin tecelli etmesini isterler. Alimden beklenen ilmiyle amel etmesidir. Din adamları ve alimlerin söz ve davranışlarında sahtecilik, tabasbus, yaltakçılık, yalan, rüşvet, yolsuzluk, dünyaya hırsla bağlılık ve adaletsizlik gördüklerinde kitleler ümitlerini dinden keser, böylelikle Allah’a yönelmekten kaçınırlar. Hak ve hakikat yolu onlara kapatılmış olur.

Tevbe 34. ayette yer alan “Altını ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanlar” cümlesi, ilk anda düşük ahlaki profilleri anlatılan gayrı Müslim din adamlarının bir tutumu gibi görünse de, -ayetin iniş sebebi onlarla ilgili olmakla beraber- daha geniş çerçevede belli bir kişilik profiline ve belli bir zihni tutuma işaret etmektedir. Bu profilde olanların öne çıkan özellikleri altını ve gümüşü biriktirip Allah yolunda harcamamalarıdır.

Örneğin “altın ve gümüş” üzerinden verilmesi, tabii ki bu iki maddenin her zaman değerli olmasıyla ilgilidir. Ama her ikisinin kelime kökenlerine bakıldığında, insan-servet ilişkisinin manasızlığına, paradoksal tutumuna bir gönderme olduğu da görülebilir. Altın “zeheb” gitme, gelip geçme kökünden türemiştir, yani aslında oldukça cazip ve değerli olsa da hakikatte gelip geçen, giden şeydir; gümüş de “fıdda” kökünden ayrılıp dağılan, birbirinden ayrılan şey demektir. Gümüş de değerli olmakla beraber hakikati itibariyle dağılıp gider. Hal böyleyken, altın ve gümüşü, daha geniş manasıyla serveti hırsla biriktirmenin anlamı nadir? Netice itibariyle biriktirilen şeyler gelip geçen, dağılan nesnelerdir, kalıcılık vasıfları bulunmamaktadır.

Biriktirme fiili “kenz” ile ifade edilmiştir ki, kelime son derece önemlidir. Kenz, üst üste yığmak, iç içe sokup biriktirmek demektir. Modern iktisatçıların kapitalizmi “sınırsız sermaye biriktirme” düzeni olarak tarif etmeleri –örneğin Immanuel Wallerstein- kenz fiilinin salt biriktirme olmayıp

a) Bir iktisadi fiil ve hissi bir tutku olarak üst üste servet yığma, sermaye biriktirme,

b) Söz konusu servetin toplumun aleyhine, adaletsizliklere, sınıflar arasında uçurumlara, çatışma ve husumetlere, kitlesel yoksulluklara ve sömürüye dayalı olarak biriktirme,

c) Allah yolunda, yani yoksullara, ihtiyacı olanlara ve cihada harcanmasından kaçınma olduğunu göstermektedir.

Kenz’i salt servet ile bununla ilişkili zekat verme çerçevesinde görmek mümkündür. Bu görüşte olan sahabeler olmuştur, hatta bunlar görüşlerini şu hadise dayandırmışlardır: “Zekatı verilen her mal, saklanabilen dahi olsa kenz değildir. Zekatı verilmeyen her mal saklanamaz dahi olsa kenzdir” (Buhari, Zekat, 4.) Ancak karşı görüşte olanlar kenz fiilini çok daha geniş manada ele almışlardır.

Bu çerçevede modern müfessirlerin kenzi zekatı verilmeyen mal veya servetin ekonomik dolaşımdan çekip salt biriktirme olarak görmeleri yanlıştır. Modern iktisadi düzende böyle bir servet kalmamıştır, sahip olunan servet bankalara yatırılsa bile gerçekte ekonomik hayatın içindedir, bankalar veya finans kuruluşları modern iktisadi faaliyetin ana unsurlarından biridir.  Paranın biriktirildiği bankalar adaletsiz düzenin parçasıdırlar.

Kenz fiiliyle ilgili tanımlar ilk sahabe nesli arasında ciddi ihtilaflara konu olmuştur. Önde gelen sahabilerden Ebu Zer el Gıfari, Şam’da iken bu konuda Muaviye ile tartışmıştır. Muaviye’ye göre bu ayet Kitap ehli din adamları hakkında inmiştir; Ebu Zer’e göre ise hem onlar hem bu fiili yapan Müslümanlar hakkında inmiştir. Tartışma büyüyüp de mesele başkente ulaşınca Halife Hz. Osman, Ebu Zer’i Medine’ye çağırır. Medine’ye gittiğinde insanlar sanki daha önce onu hiç görmemişler gibi ondan köşe bucak kaçmaya başlar. Halife, ona Rebeze’ye gitmesini ister, bazı kaynaklara göre o da itiraz etmeden oraya gider. (Bkz. Buhari, Zekat, 4, Tefsir, 9.) Başka kaynaklara göre ise Halife’den kendisini Kudüs veya Mekke’ye göndermesini istemişse de, ona gösterilen yer vefat edeceği çöl olur.

Kenz’in zekatı verilmeyen mal olarak tarif edilmesi –dar manada öyle kabul edilse de-, geniş manada modern iktisat ve sermaye ilişkileri açısından yeterli değildir. Tabii ki zekatı dahi geniş manada ele almak gerekir, zira zekat salt belli bir miktarın ihtiyacı olanlara verilmesi işlemi olmakla beraber, asıl yöneldiği hedeflerden biri toplumda gelir bölüşümünde makul denge sağlamak, aralarında aşılmaz uçurumların olduğu sınıfların teşekkülüne meydan vermemek için gelir bölüşümünü adil bir biçimde düzenlemektir. Yoksa asgari sınırı 1/40 olarak düşünüldüğünde, kapitalizmin avantajlarını kullanıp kenz peşinde olan sayısız insan, zekatı büyük bir memnuniyetle verir. Kenz, toplumun aleyhinde olmak üzere ve liberal iktisat enstrümanlarının piyasayı özerkleştirmeleri sonucunda belli zümrelerin zenginleşmelerini sağlarken kitleleri yoksullaştırma işlemidir ki, bunun tabii sonucunda “servet belli ellerde toplanır”; güç ve iktidar, yani devlet (duvle) hakim sınıfların tekeline geçer.

İktisadi etkisi ve fonksiyonları dışında kenz’in başka ciddi olumsuz etkileri de vardır. Kenz, sınırsız sermaye biriktirme eylemi ise, bu hayat boyu insanın uğraşısı olur, gece gündüz servet biriktirmeyi, elindeki sermaye ve imkanın akışını, hareketlerini düşünür. Razi’nin yerinde analiziyle servet arttıkça zihni uğraşı ve ona duyulan sevgi artar, darken zihin ve kalp servet biriktirmekten başka her şeye kapalı hale gelir. Bu ise dünyaya ve servete olan hırsı ateşlemekten başka işe yaramaz. Dış duvarları yeşile boyanmış, iç duvarları ayet ve hadis tablolarıyla süslü meyhanede kudret şarabıyla sarhoş olmuşların hali budur.

Serveti toplamak bir dert, onu elde tutmak, yönetmek başka derttir. Kişi hayatı boyunca bunun mücadelesini verir, servet biriktirir ama belki sadece küçücük bölümünü kendine harcayıp bu dünyadan göçer gider, bu kadar uğraşıp didinmesi, onu Allah’ı anmaktan alıkoymuş olur. Servet biriktirme insanı muhteris yaptığı gibi, bencil ve cimri de yapar. Mal ve servet bencillik ve cimrilik olmadan bu kadar arttırılamaz. Bu iki haslet de mü’mine yakışmaz. Servetin çokluğu azgınlığın ana sebeplerinden biridir. Kur’an-ı Kerim, kendini müstağni gören insanın muhakkak azdığından bahseder (96/Alak, 6-7.)

Allah’ın Rasulü (s.a.), açıkça “Altın ve gümüş kahrolsun” buyurmuştur (Müsned, V, 366.) Ona “Hangi malı edinelim?” diye sorulduğunda şu veciz cevabı vermiştir: “(Allah’ı) Zikreden dil, huşu duyan kalb ve size yardımcı olan saliha bir eş.” Erkek veya kadın olsun, hayatın anlam ve amacını bilen bir insan için bu üç şeyden daha hayırlı servet yoktur.

Gaflet içinde olup başkalarının aleyhinde olmak üzere servet biriktirenleri, sömüren ve ezenleri büyük azap bekler; büyük bir hırs ve tutkuyla biriktirdikleri servetle (altın ve gümüşle) alınları, yanları ve sırtları dağlanacak ve onlara “Nefislerinizi, ihtiraslarını tatmin etmek üzere biriktirdiklerinizi tadın” denecek. Bu cezayı hak ediyorlar, çünkü onlar biriktirip sömürü düzenlerini sürüdürlerken kitleler, yoksullar, açlar, işsizler ve mahrumlar büyük acılar çekiyordu.

Bu tablo “abdestli kapitalistler”in resmidir. Peki, alternatifi “teyemmüm alıp sahneye rücu eden komünizm” mi? Bir sonraki yazıda bu konuyu ele almaya çalışacağız. (alibulac.net/3 Mart 2020)

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR