Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Ümit AKTAŞ


“Üçüncü yol” bildirisi ve barış

Yazarımız Ümit Aktaş'ın "yeni" yazısı...


2013 yılının Eylül ayında, yani henüz Suriye denklemine küresel güçlerin dahil olmadığı ve sorunların çok da giriftleşmediği bir sırada, aralarında benim de olduğum farklı görüşlerden 33 aydın, “Suriye’de Üçüncü Yol Mümkün” başlıklı bir bildiri yayımlayarak, çatışan taraflar arasında ateşkes yapılması ve barış görüşmelerinin başlaması için çağrıda bulunmuştu. 

O zaman ABD‘nin de desteğini alarak Suriye’ye girmeye çalışan iktidar çevresi bu bildiriye çok sert bir tepki göstererek, Esad ile hiçbir görüşme yapılamayacağı yönünde bir tavır almışlardı.

Ne var ki, günümüze gelince ve Suriye’de işler sarpa sarınca, yaklaşmakta olan seçimleri de dikkate alan Ak Parti ileri gelenleri söylemlerini değiştirerek, ülkeler arasında ebedi düşmanlık gibi bir şey olamayacağı ve gerekirse görüşmelere başlanabileceği minvalinde sözler etmeye başladılar.

Öncelikle şunu vurgulamalıyım ki Arap Baharı hareketlerini ortaya çıkaran nedenler, bölge devletlerinin genellikle eleştirilen ve değişmesini arzulanan olumsuzluklarıydı: Baskıcı ve hatta diktatoryal yönetimler, bir grup azınlığın ülkenin zenginliklerini emperyal güçlerle paylaştığı işbirlikçi rejimler, kamusal imkânlardan yararlanamayan yoksun ve yoksul halklar, haberleşme ve düşünceyi açıklama gibi en basit özgürlüklerden, fırsat eşitliğinden ve siyasal haklardan yararlanamayan kitleler… 

Bu nedenle Suriye’de de başlangıçtaki gösteriler ve halkın istekleri elbette ki desteklenmesi gereken toplumsal talepleri yansıtmaktaydı.

Ancak gerek Türkiye ve gerekse İran, Suriye halkının bu haklı isteklerinin çözümü için olumlu adımlar atacakları yerde, Suriye üzerinde bir hegemonya mücadelesine giriştiler.

O zaman ise Suriye’deki mücadele halkın elinden çekilip alındı ve masumiyetini kaybetti. Özellikle de bu mücadeleye ABD (NATO) ve Rusya da dahil olunca, ardından yerel ve küresel bazı örgütlerin de katılmasıyla bölge adeta küresel güçlerin ve terör örgütlerinin çatıştıkları bir arenaya dönüştü. Bunun acısını çeken ise Suriye halkı oldu.

İşlerin bu şekilde karışacağı daha o ilk aşamada, küresel güçlerin ve örgütlerin müdahilliklerinin öncesinde görülebilmekteydi.

Bizim geleceğe dair uyarılarımızın yer aldığı bildiriyi yayımlamamız ise tam da bu aşamada gerçekleşti.

O aşamada birkaç iyi niyetli girişimle bu sorun çözülebilir ve günümüzdeki yıkımlar ortaya çıkmayabilirdi.

Ama siyasal körlükler kadar hırslar bunun önüne geçince, barış talepleri düşmanca bir girişim olarak algılandı ve barıştan söz edenler, iktidar ve destekçileri tarafından bir linçe maruz bırakıldı. 

Oysa birazcık özveri, anlayış ve feraset, Suriye halkının uğradığı bunca katliama ve akabinde mültecileşmelere yol açan, şehirlerinin harap edildiği ve yaşanılamaz bir hale geldiği günümüz şartlarını önleyeceği gibi, İran ve Türkiye’nin iktisadi ve siyasi iflaslarına giden süreçleri de önleyebilirdi.

Kaldı ki her iki taraftaki iktidarlar da İslami iddialara sahip kuşakları temsil etmekteydi ve bu kuşakların söylemleri açısından da en uygun yol savaş yerine barıştı.

Ama ulusal çıkarlar ve iktidar hırsları bu gerçekliğin üstünü örttüğünden, tarafların birbirlerinin maddi olduğu kadar manevi imkânlarını ve söylemlerini berhava eden ve ülkeleri kadar siyasal güçlerini de iflasa sürükleyen bir yola yöneldiler.

Günümüzde gelmiş olduğumuz şartlarda ise barışı konuşmak kuşkusuz ki 2013 yılındaki kadar kolay olmayıp, yaşanan süreç içerisinde kaybedilen değerlerin ikamesi imkânsızlaştığı gibi, barışın sağlanması da oldukça ağır sorunlarla boğuşmayı gerektirmekte.

O yıllarda Esad’lı bir çözümü ve Esad’la görüşmeyi şiddetle reddedenler ise şimdi, yani bunca yıkımdan sonra bunda bir beis görmemekte.

Yaşanılan bu felaketleri değil de sadece kendi siyasal ikballerini dikkate alanların siyasal manevralarının ilkesizliği ve öngörüsüzlüğü ise, meselenin en trajik yanı. 

Daha da acı olanı ise, Ak Parti’nin attığı belki de en hayırhah adım olan çözüm sürecinin, büyük ölçüde Suriye Kürtlerinin de denkleme girmesiyle, askıya alınmasıydı.  

Böylece Ak Parti iktidarı, başlangıçtaki paradigmasını bütünüyle değiştirmiş ve örtülü iktidar ortağı olan Fetullahçı “cemaat” yerine MHP ile koalisyon ortaklığına girişilerek, muhafazakâr demokrasiden milliyetçi otoriterliğe yönelmiştir.

Bu ise sistemin değiştirilmesi için kendisine onca umutlar bağlanan Ak Parti iktidarını özellikle de Suriye meselesi gibi giderek baş edemediği sorunların içerisine sokarak, reformcu umutlardan uzaklaştırmıştır. 

Öte yandan, bu tip ağır ve karmaşık çatışmalar sonucu ortaya çıkan siyasal sorunlar, tarafları oldukça düşmanca ilişkilere, bağlantılara, ittifaklara ve adımlara zorladığından, bu sorunların çözümü çoğu kez aynı iktidar(lar)ca sağlanamayacak ölçüde sorunsallaşır.

Üstelik salt bu konudaki düşmanca girişimlerden vazgeçilmekle sorunun çözümünün sağlanamayacağı da ortadadır.

Onca ölüm, vahşet, yıkılan şehirler, yurtlarına dönmesi gerek milyonlarca insana dair sorunların çözümü, bu düşmanca tutumların büsbütün dışındaki bakışları ve ilişkileri gerektirir. 

Bu manzaradan hareketle ise hiç kimse ABD’nin köşeye sıkıştırdığı Ak Parti’nin yalnızlığından veya Türkiye’nin Batı’nın emperyal güçlerine karşı savunmasız bırakıldığından falan söz açmasın.

Çünkü çözüm süreci içerisinde ortaya çıkan olumlu bir barış ikliminde, bölgedeki Kürtlerle sürdürülecek bir işbirliğinden hareketle Türkiye, İran, Mısır üçgeninde, uygarlığın bu kadim merkezindeki ülkeleri de kapsayan, Avrupa Birliği benzeri bir oluşum sağlanabilirdi ve bunun için şartlar oldukça da uygundu.

Oysa bunun yerine, doğrudan bir egemenlik hevesiyle, üstelik Kürtleri de düşmanlaştıran ve süreci bütünüyle tersine çevirerek ABD ile işbirliğine mecbur bırakan bir çıkmaza yönelindi.

Buradan MHP ile işbirliğine doğru bükülen strateji değişimi ise, Ak Parti’nin o güne değin tesis etmeye çalıştığı bölgesel bir işbirliği yerine, kadük ulusalcı sıkışmışlığa rücuya yol açacaktır.

Oysa Şam’da namaz kılmayı amaçlayanlar, zaten bu imkâna sahiplerdi ve hiç kimse onları bu imkândan yoksun bırakmadığı gibi, yeryüzünün mescit olduğunu da gayet iyi bilmekteydiler. 

Yine de, geç de olsa Ak Parti’nin mevcut siyasal tutumunu değiştirerek barışa doğru adımlar atması önemli ve desteklenmesi gereken bir girişim.

Ancak ABD ve Rusya’nın yanında, PYD, IŞİD ve ÖSO gibi örgütlerin de dahil olduğu Suriye denklemini bir çözüme kavuşturmak hiç de kolay bir mesele değil.

Üstelik Ukrayna ve Rusya savaşı nedeniyle karşı karşıya gelen ABD ve Rusya’nın, kendi inisiyatifleri dışında ve koşulsuz barış görüşmelerine çok da sıcak bakmadığı başka bir denklem söz konusu.

Zira Rusya, Suriye meselesinde İran ve Türkiye’yi yanına alarak inisiyatifi elinde tutmaya çalışırken, ABD ise hazır Ukrayna savaşı fırsatını da ele geçirmişken, Rusya’yı uluslararası arenada bir aktör olmaktan çıkarmaya çalışmakta.

Dolayısıyla Suriye’deki şartlar giderek ağırlaşırken, barışın imkânı da zorlaşmakta.

Her ne kadar Suriye’yi bu duruma getiren ülkelerin sorumsuzlukları ortada iken, yine de dileriz ki yeni çatışmalara ve nifaklara duçar olunmadan bu barış sürecinin yürütülmesi gerçekleşebilir.

Tek dileğimiz barış zira. Rahmetli Cevdet Said’in göremediği barış.

 

Kaynak: Farklı Bakış

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR