Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Faysal Mahmutoğlu


 TASAVVUF VE TARİKATLAR

Faysal Mahmutoğlu'nun yazısı;


 

Eğer kullarım, Ben’i sana soracak olurlarsa, Ben gerçekten onlara çok yakınım. Dua edenin çağrısına, bana çağırıp, yakardığı anda cevap veririm.” (1)

“Biz ona şah damarından daha yakınız.” (2)

Tasavvuf kelimesi   Hz. Peygamber’in yoksul ashabından olan takva kişiler manasına gelen Ehl-i Suffa  ile irtibatlandırılır. Bununla beraber, daha romantik olmakla birlikte köken olarak yaygın olarak kabul görmüş olan “yün” anlamına gelen suf kelimesidir.

Bu kelimelerden  olan Arapça tasavvefe kelimesi, "yün giysi giymek ve örtünmek" anlamına gelmektedir.  Aynı kökten gelen Tasavvuf kelimesi de “yün giysi giyme alışkanlığı” manasına gelir. Müslüman mistikler genellikle sufi  veya  mutasavvıf diye adlandırılır.(3)

Tasavvuf, gerçek  tevhid  yoluyla kişinin bireysel kurtuluşa ulaşma çabasıdır. Züht ve takva hayatı yaşayarak ruhu temizlemek kalbi kötülüklerden arındırmak.  Allah’ın bütün emirlerine uymak yasaklarından kaçınmak.

 İnsanlık tarihi kadar eski  Mistizm ekolunun İslami bölümünü oluşturur. Tüm varoluşu, yaşam kaynağını ve kainatı bir arada tutan ortak bir yaratılışı öneren Hermes’in kurucusu olduğu Hermetik öğretinin devamı olarak kabul edenler de vardır.(4) Günümüzde   Hermes, İslamcı sosyetenin favori eşarp ve çanta markası olarak bilinir.

Peygamberin yakın çevresinde yer alan ve sufi literatüründe adı konulmamış ilk örnek sufiler olarak kabul edilen Ebu Zer, Ebu Derda,  Selman Farisi ve Huzeyfe b. Yaman isimli sahabelerdir.  Sonraki dönemlerin mutasavvıfları  adı geçen bu sahabeleri tasavvuf hareketiyle sıkı sıkıya irtibatlandırsalar da tasavvuf aleyhtarı kişiler bu iddiayı şiddetle reddetmişlerdir.

Tasavvuf; nefis tezkiyesi, nefis terbiyesi, züht ve takvayı esas alır. Ahlaki  kusursuzluğu, Allah’tan korkmayı, Hz. Peygamberin yaşamını eksiksiz taklit etmeyi düstur edinir. Sosyal, siyasi ve ticari hayattan azami ölçüde uzaklaşmakla Allah ile ilişkiyi daha da derinleştirir düşüncesinde.

İlk mutasavvıflar; tabiinden Hasan Basri (sufi hareketinin kurucusu kabul edilir.), İbrahim B. Ethem, İbn Mübarek ve  Fudeyl b. İyad’tır.  Sonraki kuşakta, Cuneyd-ı  Bağdadı, Bestami ve Hallac gelir. Tasavvuf, Hallacı Mansur zamanında sistemlestirildı.  Gazali ise tasavvufun rüştünü ispat etti. Gazali, tasavvufu dinin bütünleyici bir parçası haline getirerek Sünni İslami yeniden kurmakla kalmadı, aynı zamanda tasavvufu gayr-i İslami unsurlardan ayıklayarak ıslah etti ve onu Sünniliğin hizmetine sundu.(5) İbn Arabi; “Vahdeti  Vücut” felsefesiyle Sünni kelamcılara meydan okudu.  İbn Arabi; tasavvufu "Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmak"(6) olarak tanımlar. Bunların birçoğu başta Hasan Basri olmak üzere yöneticilerin haksız ve zalimane uygulamalarına karşı ses yükseltmişlerdir Tasavvuf adeta zulme karşı çıkışın adası haline gelmiştir.

Hz. Ali ve evladına cami kürsülerinden dinin bir emriymiş gibi yetmiş yıl boyunca lanet okunması Zulmün hangi aşamada olduğunun göstergesidir. Tasavvufun bu zulme karşı pasif bir direniş olarak doğduğu tezinin doğruluk payı yüksek.

İslam Tasavvufunun  felsefesini yazan büyük düşünür Gazali ve İbn  Arabi Yeni Platoncu görüşten etkilendikleri de bir gerçek. Devrin meşhur alimlerinin bir çoğunun bu şeyhlere intisabı, hükümdarların ve ümeranın bizzat tekke ve zaviyeler yaptırarak bu akımı teşvik etmeleri tasavvufun İslam aleminin her tarafına yayılmasını sağladı.

Tarikatlar

Tarikat, Arapçada yol anlamındadır. Allah’a erişmek için takip edilmesi gereken yoldur.

Tasavvufun 9. Asırda doktrinleşerek ve disipline edilerek tarikata dönüştüğünü görüyoruz.  Gazali; Sünni tasavvuf anlayışını yerleştirmek ve geliştirmek için ünlü eseri  İhya’yı bu dönemde kaleme alır. Tasavvufun ilmiyle  simgeleşen  Kuşeyri  Risalesi  de bu dönemde yazılır.

Beyazid’ın “benim şanım ne yücedir” sözü, ezan okunurken “allahu ekber “sözüne karşılık, "ben daha büyüğüm" ifadesi, büyük tartışmalara neden olur. Hallac’ın "enel- Hak" sözüne fıkıhçılar sert bir şekilde karşı çıkar ve Hallac idam sehpasına gönderilir.

Türkiye’de yaklaşık 30 tarikat olduğu, bunlara bağlı 400 kol  ile merdiven altı tabir edilen lokal bazda binlerce tarikatın faaliyet gösterdiği  bir hakikat. Araştırmalar bu tarikatlara 3 milyona yakın insanın organik bağ içinde olduğunu da gösteriyor.

Türkiye’de Tarikatlar;  Nakşibendilik, Kadirilik, Rufailik, Mevlevilik ve Halvetilik şeklinde sıralanıyor. En kalabalık grup olan Nakşibendiler; Menzil, İsmail Ağa, İskender Paşa ve Erenköy Cemaati çatısı altında dört farklı koldan faaliyet gösteriyorlar.

Osmanlı ve Balkanlar’da hayli etkin olan Bektaşilik, zaman içerisinde daha çok bir mezhep şeklinde kendini ifade eden Alevilik potasında eriyerek etkinliğini büyük ölçüde yitirdi.

Günümüzde Tarikatlar ortaya çıkış prensiplerini inkar edercesine şirketleşmiş, yani dünyevileşmiştir. Yani “takva”dan uzaklaşmış tamamıyla “masiva” (Allah'tan başka her şey)nın parçası haline gelmişler. Dolayısıyla tüketim kapitalizminin İslam dünyasını esir alması tarikatlar için de geçerli. Tarikatların markalaşarak birbirleri aleyhine patent davası açacak hale gelmiş olmaları ibret verici.. Artık sadece şeytan marka giymiyor tarikatlar de marka giyiyor.

Eskiden Tarikat deyince akla tekkeler gelirken şimdi şirketler gelmekte, eskiden dergahlar, mescitler, çilehaneler gelirken şimdi televizyon kanalları, zincirleşmiş alıveriş merkezleri, eğitim kurumları, hastaneler ve finans kuruluşları gelmektedir.

Tarikatlar, hurefa, hikaye ve menkıbelerle soslanmış kişi kültüne odaklı yapıya dönüşmüşler. Tarikat ve cemaatlerin din algısında akıl aleyhtarlığı hakim. Aklın ve iradenin tek bir kişiye verilmesiyle din tarikatın oyuncağı haline gelmiştir. Dini temsil noktasında ruhbanlık üretmeleri dinin özüne terstir.

Tarikatlar din değildir, bir kültürel yapı olarak değerlendirmek daha isabetli.

Kur’an-ı Kerim’e inanan bir müminin yazının başında belirtilen ayetler üzerine hassasiyetle düşünmesi gerekiyor. Yüce Allah, kulu ile arasında bir mesafenin olmadığını ve hiç kimsenin aracı olamayacağını açıkça beyan ederken, tarikatların "Şeyhine rabbinden daha fazla itaatkar olmayan kişi mürit olamaz" veya  “Şeyhin önünde gassalın önündeki meyyit gibi ol” ilkesi dinen sorunludur.

Kurumsallaşmış tarikatların yetkin isimlerinin (Şeyh, Kutup veya Gavs)ı, sosyal, siyasal ve ticari yaşam tarzları züht  ve takva anlayışıyla örtüştüğünü söylemek mümkün değil. Büyük villalarda ikamet eder, lüks  arabalara biner  ve eskortlar eşliğinde seyahat ederler. Adeta Karunlaşmış kişiliklere dönüşmüşler.

Şeyhine ve söylediklerine kutsallık atfeden anlayışlar, biz bilmeyiz mürşit bilir diyerek teslim olan kitleler Allah’ın yetkilerini  aracılara devretmekteler.  “Allah’a isyan söz konusu olduğunda hiçbir yaratılmışa itaat yoktur” temel itikadi ilke yok sayılmaktadır.  Sürekli Ehli Sünnet itikadına vurgu yapılır ancak pratikte sadece peygamberlere özgü olan masumiyet karinesi çiğnenerek, şii doktrinindeki "imamların masumiyeti" Karinesini  liderlerine, şeyhlerine isnat ettiklerine tanıklık ediyoruz. Aynı şekilde ihdas edilen velilik teorisi de koruyucu veliler hiyerarşisini oluşturdu, bu da şia’nın imamet görüşünün farklı bir versiyonudur.

 Ahiretini kurtarmak isteyenler üzerinden dünyevi saltanat kurdular. Ali Bardakoğlu’nun tabiriyle “hem tasavvufa hem İslam’ın o güzel dindarlık modeline zarar verdiler

Bu yapılar her zaman ikbal ve istikbal vadeden sağ partilerin arka bahçesi olmuşlardır, hatta siyasete yön verecek konumunda olanları da mevcut. Siyasi kabulleri, papalığı çağrıştırıyor.

Şeyhlerin Gavs veya kutup olduğu müritlere aşılanıyor, hatta arada çıkıp Mehdiliğini, Gavslığını ilan eden tiplere de rastlıyoruz. “Bana Gavslık hırkasını Hz. Peygamber 124 bin peygamberin önünde giydirdi!” diyenler olduğu gibi “deprem bulutlarını Manisa’dan Van’a gönderdim” diyen şarlatanlar  bile taraftar buluyor. Her türlü sapıklığı din adına uygulayan merdiven altı tarikatların eğitim düzeyi yüksek vilayetlerde faaliyet göstermesi garip. Bursa’da tutuklanan bir şeyhin müritlerinin emniyet ifadeleri (Bademci Şeyh’in sır odası) yüz kızartıcı.

Ali Şeriati’nin ifadesiyle artık , “hamurdan, taştan, tahtadan putlar yok, fikirden, metadan, et ve kemikten putlar var.” Din pazarının geniş alıcısının da büyük oranda cahil olması bu pazara ilgiyi artırıyor.

Kaynakça

1-Bakara-186

2-Kaf-16

3-Alaksandar Knsyh / Tasavvuf Tarihi

4- İsmail Özmen/ Tasavvufun dinsel ve bilimsel açıklaması

5- Fazlu Rahman/İslam

6- İbn Arabi/ Fütuhat-ı Mekkiye

 

 

 

 

 

 

 

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


nazmi uçkan
24.08.2020 13:31:28
çok güzel bir yazı olmuş...................................faysal mahmutoğlu siz 70'li yıllarda afyon MTTB'de necdet yaylalı döneminde çalışan kişimisiniz.bugün necdet yaylalı'nın erzurumda vefat ettiğini öğrendim,sanırım bilgin vardır.istanbuldayım.1990 yılında yılmaz ensaroğlu istanbulda olduğunuzu söylemişti.görüşmek isterim.telefonum gerçektir.12 eylül 1980 den sonra ne sizinle nede necdet beyle görüşmek nasip olmadı.70'li yıllar afyon dinar mttb'den nazmi uçkan.ALLAH'a emanet olun

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR