Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Yusuf YAVUZYILMAZ


Sistem ve Hikâyemiz

Yusuf Yavuzyılmaz'ın "yeni" yazısı...


Kendilerini muhafazakâr-dindar olarak tanımlayan toplum kesimlerinde görülen yozlaşma ve çürüme, toplumsal anlamda geleceğimizi tehdit eden en önemli sorunlardan biridir. Özellikle bu kesimde yaygınlaşan yolsuzluk, adaletsizlik, hak ve hukuka riayet etmeme gibi sorunlar, dini ve dindarları tartışmanın öznesi haline getirmektedir. Dindarların temsil ettikleri dinin ahlaki ilkelerine uyma konusundaki duyarsızlıkları, buna karşılık dini menfaatleri için araçsallaştırma iştahları, dine karşı olan güvensizliği besleyen bir faktör olmaktadır.

Bürokrasideki basit bir işini daha çabuk halletmek için araya adam koyan birinin siyasetteki ilkesizliklerden yakınmaya ve şikâyete hakkı yoktur. O kişinin elinden bu gelmektedir. Merkez bankasının başında bulunursa eleştirdiklerinin daha fazlasını yapacaktır. Açık konuşmak gerekir. Rüşvete mi karşıyız, ondan gerekli payı alamadığıma mı? Ne yazık ki, çoğu insan, adalet aramak yerine, bal tutup parmağını yalayamamaktan şikâyetçidir. Yani asıl itiraz toplumsal haksızlıkları gidermek değil, bundan gerekli payı alamamak noktasında düğümleniyor. İrfansız, ahlaksız, samimiyetsiz, içi boş bir şekilci dindarlık ortaya çıkıyor. Sadece şekli, biçimi, formu yücelten, ahlaksız, İrfansız, içeriksiz ibadetin insanı bırakacağı nokta burasıdır.

Gelinen nokta, insanların gerçekten ne istedikleri konusunda soru işaretleri doğurmaktadır. Yoksa muhafazakâr dindarlar, “kölelerin asıl mücadelesi köleliği ortadan kaldırmak değil, köle sahibi olmaktır” ifadesinde savunulan mantıkla mı hareket ediyorlar? Daha da önemlisi aslında savunulan söylemin altında derin bir ahlaksızlık mı yatıyor?  Bu tür sorularla karşılaşmak can sıkıcı olabilir. Ancak sorunlarla yüzleşmek yerine kaçmak, yarın çok daha büyük sorunlarla karşılaşmamıza zemin hazırlayacaktır. Dinin insanlara yüklediği en önemli görev ahlaklı olmalarıdır. Ahlaki zemin kaybolduğunda insanı kötülükten alıkoyacak ve adaletsizlikten uzaklaştıracak hiçbir zemin kalmamaktadır.

İnsanların siyaseti adalet dağıtan bir mekanizma olarak değil, imkanlarından yararlanarak rant dağıtma aracı olarak görmeleri, sorunun kökeninde yatan nedendir. Aktörlerin sürekli değişip, sistemin aynı kalmasının altında yatan sosyoloji budur. Muhalefetteyken sistemin işleyişine itiraz edenler, iktidara geldiklerinde aynı sistemi uyguluyorlar. Böylece sistem kendini farklı siyasal görüşlerin eliyle meşrulaştırarak yoluna devam ediyor. Sadece mağdurlar yer değiştiriyor. Bir dönemin mağduru diğer dönemin egemeni oluyor.

Asıl amaç sistemi değiştirip dönüştürmek olmayınca, iktidara gelenler, bir süre sonra,  sistemin kendilerine sağladığı avantajların cazibesine mağlup oluyor. Kendini eşini, dostunu, akrabasını, partizanlarını bürokrasiye taşımanın kavgasını vermeye başlıyor. Doğal olarak adaletin ve liyakatin yerini nepotizm alıyor. Çok daha acısı, sistemi değiştirmek üzere iktidara gelenleri, sistem süreç içinde, kendini savunur hale getirerek yeniden üretiyor. Bürokrasiye eklemlenen muhalif, kendi bürokrasisini üretiyor. Sistem, muhalifler eliyle başarılı bir şekilde restorasyondan geçiyor. Kendisini kurumsallaştırıyor ve kendine muhalif olan toplum kesimlerini, kendi temsilcileri eliyle muhalif olmaktan çıkarıp statükonun savunucusu haline getiriyor. Sistemi değiştirip dönüştürmek gibi devrimci yönelim yerini katı bir muhafazakârlığa bırakıyor. Değişimin cesareti, değişimden gelen korku ve endişeye yerini bırakıyor. Statükoyu değiştirme cesareti zaman içinde statüko ile uzlaşmanın rahatlığına dönüşüyor.

Adalet ve değişim amacıyla başlayan süreç, uyum ve dönüşümle sonuçlanıyor. Hep aynı hikâyenin içinde dönüyor olmamız, sorunun salt iktidar sorunu olmaktan çok bir zihniyet ve ahlak sorunu olduğunu gösteriyor. Bu sorun salt iktidar değişimiyle çözülemeyecek kadar derindir. İktidarın ötesinde bir zihniyet sorunu ve onun beslediği sistem sorunu var. Zihniyet değişimi için köklü bir entelektüel çaba gerekiyor.

Siyasal kodlarını muhafazakârlığın belirlediği zihinlerden büyük toplumsal değişimler beklemek gerçekçi değil. Muhafazakâr zihin, bir süre değişimci davransa bile, tarihsel kodları gereği tekrar muhafazakârlığa geri dönüyor. Değişimci özelliğini kaybediyor ve sistemin savunucusu ve sözcüsü haline geliyor.

Hikâyemiz budur.

 

Kaynak: farklı bakış
 

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR