Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Musab Aydın


       EYLÜL’E VEDA

Musab Aydın'ın yeni yazısı;


         

Sevgili dost,

Yeniden bir Eylül’ün son gölgesindeyiz, belki de hayatın son yol ayrımında... Toprağa devrilmeden bedenimiz, bir ölümsüzlük direnişi için ayaklanıyor ruhumuz. Zamanın kalbinde duruyoruz, yıkılmış bir şehrin enkazında. İlk ayaz Eylül’de dokunur yüzümüze. İlk kırağı, umutsuz bir sokağın kaldırımın da düşer yüreğimize.

Yüreğimde bir hüzün var, adını koyamadığım, tarif edemediğim. Hatırlıyor musun? İlkokulu bitirip gurbet yoluna düştüğümüzde de takvimler hüzün mevsimi Eylül’ü gösteriyordu. Omuzumuz da birkaç yamalı kıyafetin olduğu bir bez torba ile ovaları, dağları aşarak düşmüştük yola. Çocuk yaşta çıktığımız o yolculuk da ilk kez bir hüzün gelip yüreğimi mekân tutmuştu. Bir yolunu bulup sana anlatamadığım, dahası anlatacak kelimeleri bir araya getiremediğim…

Kıymetli dost,

 Anladım ki yine Eylül gelmiş, sonbaharın habercisi… Habercinin gelişi bile yetti, ağaçlarda yapraklar, toprakta otlar sarardı. Bir serinlik düştü güneşin kalbine. Önce hava üşüdü, toprak üşüdü ve sonra yüreğimiz. Gurbete çıkar gibi yapraklar ağaçları, sevinç yürekleri terk etmeye başladı. Biliyorum artık, her Eylül hüznüyle çalıyor yüreğimizin kapısını. İlkbaharın yüzünü görmeden de ayrılmıyor yanı başımızdan. Ve hüzün ömrümüzün yarısın da zoraki bir misafir, belki de bir işgalci… Bizi girdaba çeker gibi içine çekiyor hüzün, sonra ince bir sızıya terk ediyor yerini. Eylül yağmurları ıslatıyor sinemdeki bu delişmen yüreği. Kekeme bırakıyor dilimi, dudaklarımda mühür oluyor Eylül’ün hüznü. Ruhumu titreten rüzgârları yeniden taşıyor beni gurbete.  Her seferinde derin bir sızı bırakıyor yüreğime.

Her Eylül gurbete yeni bir kapı aralıyor. Gurbet yolunda yalnız bir yolcu olduğumuzu fısıldıyor kulağımıza. “Önce yoldaş, sonra yol” demiş eskiler. Oysa gurbetin yolu ıssızdır, tenhadır. Bu yüzden bazen ağaçlar yoldaşlık eder bize, bazen ovalar, dağlar. Dağların ihtişamlı gölgesini yükleniriz yamacında geçerken. Sağır yüreklere inat, dağların bağrında bir merhamet vardır. Bazen yol boyu uçan kuşlarla düşeriz muhabbete, rüzgârla konuşuruz, gürültülü bir suskunluk içinde. Bir çeşme başında verdiğimiz kısa mola, dünya hayatına dair bir anlamsızlığın izdüşümü olarak kalır zihnimizde.

Aziz dost,

Tabiat sararmaya durmuşken, rengârenk Aster çiçeği boy gösteriyor bahçelerin bir köşesinde veya bir çalının dibinde. Yıldız çiçeği denilse de Aster, aslanda pişmanlığın sembolü. Eylül’de her ömür biraz kısadır, Aster çiçeğin ömrü gibi… Bu sebeple gönül iniltileri sarmış sokakların tenhasını. Eylül bir güz çiğdemi ömrün peşinden kaybolup gitmiş. Sıla özlemi ekilmiş güz mevsiminin kalbine. Belki de tutunmak lazım sımsıkı toprağın merhametine. Yıldızlar dökülmeden ve gök sararmadan çınar yaprakları gibi. Yağmur korkutuyor Eylül’ü, bir başına kalmış mevsimin zayıflığıyla, kaçıyor yine mahcup ve telaşlı. Yalnızız, her birimiz bir başımıza kalmışız Eylül gibi. Şehir çırpınıyor her gece, Eylül yağmurunda ay doğmuş, ayaz güneşin bağrında. İçli içli ağlayan bulutların gözyaşı dökülüyor şehrin yoksul mahallelerine.

Suskun Eylül’ün dizelerine tutunuyoruz sessizce. Bahtımız, bütün zamanların yorgunluğunu ve yıkılmışlığına yenilmiş. Kurtulmak için, belki de yeniden dirilmek tutkusuyla yorgun bir Eylül’e yaslanıyoruz. Tamam derken, yeniden yıkılışımız bundandır.  Eski dostlarımızın çetelesini tutuyoruz yeniden, aşklarımızı ve pişmanlıklarımızı.  Eylül kokulu ölümlere rehin bırakıp gidiyoruz, buharlaşan denizleri, nehirleri. Yangınlar sarıyor düşlerimizi, duvarlarımız yıkılıyor yeniden Eylül gelmişse.

Kadim dost,

“İnsan dilinin altında saklıdır” demiş Hz. Ali. Dilimin söylediklerini tutuyorum elimde ve yeniden şehrin yollarına düşüyorum gecenin bir vaktinde. Kaldırım taşlarını sayıyorum bir bir, sonra sen düşüyorsun aklıma sayıları unutuyorum, sonra kendimi… Artık sığmıyorum hiçbir şehre, caddeler, meydanlar kifayetsiz. Eylül boynumda kavi bir kement, saklı merhametlere muhtacım.

Yeniden bir Eylül’ün son gölgesindeyiz, belki de hayatın son yol ayrımında... Toprağa devrilmeden bedenimiz, bir ölümsüzlük direnişi için ayaklanıyor ruhumuz. Zamanın kalbinde duruyoruz, yıkılmış bir şehrin enkazında. İlk ayaz Eylül’de dokunur yüzümüze. İlk kırağı, umutsuz bir sokağın kaldırımın da düşer yüreğimize.

Dostum,

Eylül’ü karşılayamadım, lakin uğurlamak bana düştü yine…

 

 

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR