Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Faysal Mahmutoğlu


6-7 EKİM KOBANİ OLAYLARI

Faysal Mahmutoğlu'nun yeni yazısı;


 

 

Ankara cumhuriyet savcılığının 6-7 Ekim Kobani olayları nedeniyle HDP’ li yönetici ve milletvekilleri ile ilgili olarak başlattığı soruşturma ve gözaltı süreci Kobani olaylarını bir kez daha gündeme taşıdı. Muhalefet olayın hukuki değil siyası olduğu konusunda hemfikir. Konuyu en iyi bilmesi gereken zamanın başbakanı Davutoğlu soruşturmayla ilgili olarak “ Hukukun dibine kibrit suyu döktüler” şekline açıklama yaptı. Bunun HDP’yi  kriminalize etmek, etkisizleştirmek  ve yanında durulamaz hale getirmek  ve millet ittifakının içinde yer almasına mani olamaya yönelik bir operasyon olduğu anlaşılıyor. Ayrıca ekonomide çok sıkışan iktidarın, sorunların üstünü örtmek ve halkın dikkatini başka tarafa çekmeye yönelik olduğu da aşikâr. Ak Partinin siyasi amaçlarına hizmet eden bir operasyon. Daha çok Perinçek ve MHP’nin arzuları doğrultusunda gerçekleşiyor.

 Bu aynı zamanda muhalefeti iktidar seçeneği olmaktan çıkaramaya yönelik bir stratejidir. Muhalefetin ortak bir tutum alamaması iktidarın işini kolaylaştırıyor. Muhalefet de iktidar gibi HDP’yi PKK’nın uzantısı olarak görme anlayışına sahiptir. Demirtaş ve eşini kahvaltıya kabul etmeyi  “kan davası “referansıyla yorumlayan Akşener bu operasyona bir tepki vermesini beklemiyorum.

Bilindiği gibi 2011 yılında Suriye’de iç savaşın başlamasının ardından, rejim güçleri Kürtlerin yoğun olarak yaşadıkları yerleşim birimlerinden çekildiler. Bölgeyi PYD’nin askeri kanadı olan YPG kontrol etmeye başladı. Kürtlerin “ROJAVA” olarak adlandırdıkları bölgede AFRİN, KOBANİ ve CEZİRE kantonları oluşturuldu. Türkiye bu kantonlardan YPG ‘nin kontrol etmesinden rahatsızlık duysa da çözüm süreci nedeniyle yüksek perdeden tepki vermedi.  PYD‘nin o zamanki lideri Salih Müslim Ankara’da ağırlandı. Yapılan görüşmelerde Türkiye kantoların dağıtılıp ÖSO ile birlikte hareket etmelerinde ısrarcı olunca ipler koptu. Çünkü PYD için İŞİD ile ÖSO arasında pek bir fark yoktu. Türkiye de PYD ve askeri kanadı olan YPG’yi terör örgütü olarak ilan etti.

Eylül 2014’e gelindiğinde bölge IŞİD tarafından kuşatıldı. IŞİD’in kara maskeli cellatları Kobani’ye ağır silahlarla, tanklarla saldırdılar. Halk kendi imkânlarıyla direniyordu. Türkiye’den yardım için bir koridor açılması talep ediliyordu. Kobani’de Türkiye IŞİD ile Kürtler arasında bir seçim yapmak zorundaydı ve Kürtleri seçmedi.

6 Ekim sabahı İmralı’ya giden Öcalan’ın kardeşi Mehmet Öcalan dönüşte Abisinden getirdiği mesajı devletin gözetiminde açıkladı. “IŞİD’in olduğu yerde ve Kürtlerin yaşadığı bölgede nerede bir IŞİD varsa sonuna kadar direnilecek.” diyerek halkı Kobani için protestoya çağırdı. Müteakiben 7 Ekim sabahı PKK ve KCK da bir bildiriyle halkı sokağa çağırdı. Öcalan’ın Çağrısına paralel olarak “ Türkiye’de Kürtler IŞİD çetelerine, uzantılarına ve destekçilerine hiçbir yerde yaşam şansı tanımamalıdır” denildi.

İktidar Kobani’ye yardım için koridor açılmasını bir türlü kabul etmiyordu. HDP parti meclisi de halkı sokağa çağıran ve daha önce sokağa çıkanları destekleyen bir bildiri yayınladı. Yayınlanan bildiri PKK’nin bildirisine paralellik arz ediyordu. Nereden bakılırsa bakılsın büyük bir sorumsuzluk örneğiydi. Bu açıklama Demirtaş Davutoğlu’yla görüşme halindeyken yapılıyor. HDP halkı sokağa çağırırken eylemlerin içeriğini ve sınırlarını belirlemeliydi bunu yapmadı. Pimi çekilmiş bir bomba misali halk sokağa çağrıldı. Olaylar çığırından çıktı. Toplam 51 kişi yaşamını yitirdi, yüzlerce kişi yaralandı, birçok işyeri yakıldı ve yağmalandı.

İlk olay, Muş’un Varto ilçesinde polis panzerinden halkın üzerine ateş açılmasıyla yaşandı. Hakan Buksur isimli vatandaş öldürüldü. HDP sempatizanı 26 kişi, Hüdapar mensubu olarak da 9 kişi öldürüldü.

Olaylarda 2 polis 3 de memur hayatını kaybetti. 3 de PKK militanı öldürüldü. Olayın sembol ismi Diyarbakır’da IŞİD'çi sanılarak öldürülen 17 yaşındaki Yasin Börü’ydü.

 Demirtaş ve Hükümet olayları yatıştırmak için birlikte çalıştı. İmralı’yla yapılan görüşmeler neticesinde 9 Ekim günü olaylar Öcalan’ın çağrısıyla son buldu.

ABD başkanı Barak Obama’nın devreye girmesiyle 29 Ekim günü Barzani’ye bağlı Peşmerge güçleri Türkiye üzerinde Kobani’ye girdi. Böylece Tüm Kürtlerin talebi olan yardım koridoru açılmış oldu. IŞİD ilk yenilgisini Kürtlerin Stalingradı olarak anılan Kobani’de almış oldu. Halk katliamlara, soykırıma ve Köleliğe geçit vermedi. Kobani’de hayat ölüm karşısında zafer kazandı.

6-7 Ekim olaylarını bir öfke patlaması olarak da değerlendirmek mümkün. Bir müjde vurgusuyla yapılan “Kobani düştü düşecek “ söylemi IŞİD’e destek olarak yorumlandı. Kobani Türkiye Kürtleri ile Suriye Kürtleri arasında kader ortaklığının simgesi haline geldi.

IŞİD’in  Kobani kuşatması kısa sürede kendisi gibi olmayan, kendileri gibi düşünmeyen ve liderliğine biat etmeyen kimselere yaşam hakkı tanımayan radikal İslamcılar (İslam’ın karanlık yüzü) ile insanlığın demokratik değerlerini savunan güçler arasında bir mücadeleye dönüştü. Ki Kobani direnişinin dünyadaki bütün halklar tarafından sahiplenmesinin nedeni budur.

O dönemde çözüm süreci devam ediyordu. Buna rağmen iktidar çözüm sürecinde kendi çözümünü dayatmak için Kürtlerin Rojava’daki kazanımlarını ortadan kaldırmaya matuf çalışma yürütüyordu. Türkiye’de de içlerinde Vedat Türkali, Oya Baydar, Şebnem Koru Fincancı ve Baskın Oranın bulunduğu 200 kişilik bir aydın grubu IŞİD saldırılarına karşı başta BM olmak üzere tüm uluslararası kuruluşları Kobani’ye destek çağrısında bulundular. Yayınladıkları bildiride “Bölge içinde ve dışında yaşayan bazı Müslümanlardan destek görmesi IŞİD’e meşruiyet kazandırmıyor. Müslümanlar açısından da karşı çıkılması gereken IŞİD’in kınanması ve lanetlenmesi değil, IŞİD gibi bir barbarlık ittifakının dini değerleri ve sembolleri rehin alma çabası olmalıdır” ifadesine yer verildi.

Ak partinin 20 yıla yakın iktidarının en önemli icraatı kerhen de olsa başlattığı çözüm süreciydi. İki taraf da samimi olmamakla beraber süreç olumlu yönde ilerliyordu. Halkın tüm katmanları tarafından satın alındı. 3.5 yılda hiç kimsenin ölmemesi çok değerliydi. Çözüm sürecini baltalamaya yönelik bir takım provokatif eylemlerin olmasını doğal karşılamak lazım. İşin doğasında vardır. İki taraf da o dönemde provokatif eylemleri devlet içindeki Fetullahçı yapılanmalara bağladı. Kobani eylemleri nedeniyle Hükümet HDP’yi  ve Demirtaş’ı suçlamadı çünkü o zamanlar hasım değil, hısımdılar. HDP hükümetin partneriydi.

Seçimler çözüm süreçlerine düşman kabul edilir. 7 Haziran seçimlerine gidilirken Dolmabahçe’de kurulan masa ani bir manevrayla devrildi. İlk defa o zaman seçim meydanlarında Kobani sorumlusu olarak Demirtaş ve HDP gösterildi. Buna rağmen kimse ifadeye dahi çağrılmadı. Bu olaylarla ilgili olarak Ayhan Bilgen 2017 yılında tutuklandı. 8.5 ay tutuklu kaldı o gün MKYK toplantısına katılamadığını söyleyerek AYM’ye müracaat etti ve  mahkeme onu haklı bularak 20 bin Tl tazminat ödenmesine karar verdi. Yani suçsuzluğu AYM tarafından tescillendi. Bugün Ayhan Bilgen aynı suçtan gözaltında. Demirtaş için AHİM acil tahliye kararı verince içerde tutmak amacıyla 6-7 ekim olaylarından bahane edilerek tekrar tutuklanmasına kararı verildi. Bu gözaltı’ların Demirtaş’ı içerde tutmak için olduğu kanaati hayli yaygın.

Gözaltına alınan isimlerden Altan Tan olaylardan bir hafta sonra 15 Ekim 2014 te Ahmet Hakan’a  verdiği mülakatta çok net bir şekilde özeleştiride bulunuyor. Şöyle diyor: ”Halkı sokağa çağırırken vurup kırmalara, yakıp yıkmalara mahal verilmesinin önüne geçecek tarzda bir dil ve üslup kullanmalıydık. Olaylar çığırından çıktığı anda da yapabileceklerimiz vardı. Milletvekillerimiz, Belediye başkanlarımız sokaklara inip taşkınlıkları önleyebilirdik. Yağmalanan bir dükkanın önünde durabilirdik. Yağmacıların karşısına çıkıp sen ajansın, ‘sen provokatörsün' diyebilirdik.”

HDP’ye yapılan operasyon ülkenin içinde bulunduğu iklime uygun düşüyor. İktidar bloku’nun dışında hemen herkes “asıl amaç başka” diye düşünüyor. Yargının siyasallaştığı algısı gittikçe pekişiyor. Bu operasyon yılları etkileyecek sonuçlar doğurabilir. Siyaset yapmasının önü kesilen,  hukuken mağdur edilen, mazlum bir parti algısı HDP’nin oyunu yükseltme ihtimali kuvvetli.

Türkiye Yasaklarla, cezalandırmayla, Hapse atmakla huzura kavuşamaz. Huzur ancak özgürlük, hukukun üstünlüğü, insan hakları ve  toplumsal barışla tesis edilir.

 

 

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR