Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Sait ALİOĞLU


12 EYLÜL; DARBE VE DARBECİLİK

Darbeciliğin olumsuz bir arkaplanı varsa -ki vardı- Müslüman bundan yüz çevirir, darbeciliğe karşı dururdu..


"Asmayıp da besleyecek miydik?!"

Darbelerin mantığı...

Darbecilik yüzünü, yüzlerce yıldır, çeşitli gerekçelerle gösteren bir öze sahipti. Hak-batıl mücadelesi içerisinde temellenen; "hakkın ve batılın, iyilerle kötülerin; doğruyla yanlışın; hürriyetle esaretin mücadelesi" çoğu kez karşımıza darbe, darbecilik ve darbeler olarak çıkıyordu.

Bir kişi hak-batıl mücadelesi saflarında, hak tarafında bulunuyorsa eğer, şartlar ne olursa olsun, hatta 'ne' neyi gerektirirse gerektirsin, bir Müslüman darbeci olamazdı ve darbeleri de savunamazdı...

Zira toplumsal işleyişte bir eksiklik vardıysa, bunun yolu peygamberî yol, yöntem ve bu yolun ‘hak’ içeren metodları vardı; ihya ve tecdid, bütünü esas alıp parçaları birleştirip bütünü yakalamak, manzarayı netleştirmek, hak ve adalet içre olmak ve o minvalde yaşamaya çalışmak vb...  

Osmanlı'nın son döneminde, modern Batı mantalitesinin, mantığının, İslam'a rağmen, hemde çoğu kez İslam'a karşı 'Batınî' anlayışın bir izdüşümü olan 'müşrik' Doğu muhayyilesinde külliyetli bir şekilde yer etmiş bulunan darbecilik, sistematik olarak kendine İttihad ve Terakki'yle yol bulmuş, onunla müsemma olmuştu.

İTC'den bu kirli mirası devralan Kemalist dönemde de,  haleflerine nazaran daha özgürlükçü -tabir yerimdeyse liberal- 1.Mclisi'in zor kullanılarak kapatılmasına koşut olarak, altmış darbesi gerçekleşmişti.

Sistemin kendisine payanda ve yine kendisine bağlı bir sınıf oluşturma düşüncesine koşut olarak, yapılan bu darbenin kazananlarından sayılan solun, askeri hiyerarşi içerisinde, 9 Mart 1971 tarihinde bir kalkışımımda bulunan Madanoğlu cuntasına bir cevap niteliğinde, olaydan üç gün sonra, 'esas oğlanın' verdiği ve adına adına 71 muhtırası denilen karşı darbeyi de darbe mantığı içerisinde değerlendirebilirdik...

Ondan sonra ve aynı zamanda, onlarla birlikte bu ülkede, hemen hepsi de 'Madde in USA' ambalajlı olduğu bilinen birçok darbe gerçekleşmişti.

Bu darbeler her ne kadar, küresel güçler tarafından yapıldıysa da, bu darbelerden faydalanan ve hatta bu darbeler sonucu oluşan birçok sosyal, siyasal, kültürel ve hatta 'dinî sınıflar' oluşturulmuştu.

Altmış darbesi solculara kapı aralamış, 28 Şubat Kemalistlere yaramakla birlikte, yine solun bir kısmına da fayda temin etmişti.

Unutmayın, bir zamanların bazı velut ve aynı zamanda da Aydınlıkçı sol gazetecilerin, 28 Şubatçılara, delil olur(sa) niteliğinde birçok yalan yanlış bilgileri sunduklarını.

Şükür ki, o günlerde daha sosyal medya bir fenomen ve delil toplama aleti, aracı haline gelmemişti! 

Ak Parti sürecinde, etkisi hayli geniş olduğunun yanında, değişen dil, söylem, mantık ve farklı şekillerde oluşan bilinçten dolayı, belki de yapıldığına sahipleri tarafından 'nedamet' getirilen darbelerde olmuştu.

Tabii ki, zaman ve zemin değişmiş, her şey Müslüman toplumun lehine dönüvermişti!

***

Eylül ayı içerisinde olduğumuzdan ötürü, 12 Eylül askeri faşist darbesini unutmayacaktık elbette...

O gün için söylersek eğer, onlar geçip gidici, biz ise kalıcıydık. Halktık, ayrıca gençtik de. Onları söküp atabilirdik elbette...

Ama öyle olmadı, onlar halkı, hile ve alışıldık muhafazakâr yöntemlerle yanlarına çektiler, bir yığın yalaka zuhur etti o ortamda. Eziyet görüp işkenceye uğrayanda, kafayı sıyıranda....

İşkencenin bölgesel adresleri vardı; Selimiye Kışlası, Mamak, Diyarbakır... 2. Şubeler... Daha birçok zindanda...

Solcuya, sağcıya, İslamcıya, hatta 'ben sadece futbolcuydum!' diyene de karşı...

İşkence esnasında can verip ölende, hatta yaşı cuntanın emrinde olan dönemin adalet kurumu tarafından büyütülüp idam edilen geç mi genç Erdallar gibi...

Birde adalet yerini bulsun deyu(!) 'bir sağdan, bir soldan' asılanlarda cabası!

Bizde nasibimiz aldık tabii ki, 12 Eylül öncesine denk gelen vasatta, ilk gençlik yıllarımızda, devrimci duruş sergilememizin bedeli olarak, tehlikeli kuşak, yani seksen kuşağı olarak mimlenmiştik...

O dönem üzerimize aldığımız riski  ve ödemekle meşgul olduğumuz bedellerin neticesi alınmamış gibi, seksen kuşağı, genel itibarıyla çok araştıran, soruşturan bir yapıya sahip olmasına rağmen, tabiri caizse, o günden bugüne burnumuz '...oktan' kurtulmadı desek mübalağa yapmamış olurduk!

Yarınlarda tekrardan darbeler olur muydu; pek bilinmez, ama bizler ta baştan beri sure gelen ve 12 Eylül darbesi ile meşum olarak addedilen –çoğu da Kemalist tandaslı- darbelere karşı, birde, daha yeni yaşadığımız 15 Temmuz kalkışmasını darbe olarak tanımlıyoruz. Ama yerine gore belli bir ‘yasallık içerisinde’ vukubulan uygulamaları her nedense, darbe olmasa dahi, darbecilik mantığı taşıdığını pek görmüyoruz….

Darbe ve darbeciliğin arkaplanına dair...

KHK’lara, artık bir atımlık gücü olduğu apaçık ortaya çıkan, ama bir velvele ile adeta tayat-memat’ meselesine dönüşen ‘Cumhur İtitifakı’ siyaseti, birçok ‘karşı’ tarafın çözüm sürecinde masayı devirmesine bağlı olarak, bu toprakların aslî unsure olan Kürtler’e verilen bir iki kültürel hakkın, ellerinden alınması nasıl değerlendirilebilirdi. Örneğin; o süreçte, TRT Çocuk’un Kürtçe versiyonu olan ve yine ‘TRT tarafından’ yayın yapan TRT Zarok/Çocuk’kanalının hiçbir gerekçe gösterilmeden kapatılması; iktidarda bulunan partiyi adeta kutsallık halesi ile çevirerek, oluşan bu hale içerisinde yer almamış bulunan, almayan insanların ‘hain’ ilan edilmesi, buna bağlı olarak, o da Batılı bir yöntemin sonucunda ortaya çıkmış bulunan parti olgusunu, ‘iktidardan yana ise’ dini bir emir ve rüknü olarak görüp, muhalif olan partileri ‘Batı’ya hizmet’ kategorisinde değerlendirmek gibi dayatma kabilinden birçok konuda aslında zihinlerin en ücra köşelerinde yer etmiş bulunan ‘karşı çıkıcı’ bir öze sahipti.

Kemalistler, ulusalcılar ve hatta milliyetçiler, bundan böyle darbe yaparlar mıydı, yapmazlar mıydı; bunu şimdiden kestirmek pek mümkün görünmüyor, ama kimliğinİ, ister muhafaakâr, ister İslamcı olarak tanımlasın, topyekûn Müslümanların, ne adına olursa olsun, hayatlarının hiçbir döneminde, evresinde darbelere bel bağlamamalı, darbeciliğe, darbecilere öykünmemeli; darbe ve darbecilik ile bir ünsiyet kurmamalıdır.

‘Niye?’ dersek: Darbeciliğin mantığında ne vardı? İnsanlık tarihinin hemen her evresinde, en başta insanı olumsuz anlamda kuşatan, onu benliğini etkisi altına alan nefs olgusu ve bu olgu üzerine oluşturulan ‘konjönktürel kimlikler’ ve bu kimliklere atfedilen değerler silsilesi, insanı tarih boyunca takip edip durmaktadır.

Klasik dönemlerde –Doğu’da ve Batı’da- imparatorluk, krallık, sultanlık vb. Allah’ın öyle bir muradı ‘asla’olmadığı halde, din adamlığı sınıfı gibi sınıflar oluşturmak; günümüzde de bunların üst limitlerde daha da albenisi olan yeni payeler, haddizatında aciz bir varlık olan insanı –o da bir vehme kaptırarak- tağutlaştırmak…

Bunlara bağlı olarak en önemlisi ise, lain olan şeytan’ın, Âdem’i(as) kasdederek, Allah’a söylediği Kur’an’la sabit olan “Beni ateşten, onu ise topraktan yarattın’ diyerek, ateşi toprağa üstün tutup kendince ayrımcılık yapmak, tarihi sureç içerisinde, “Bizler yönetici, onlar ise reaya” mantalitesini oluşturmuştu.

İşte, ister dün, isterse de bugün bu mantaliteye karşı –onlar açısından söylersek cür’et ve budalalık- esas itibarıyla ise, reayanın cesaret ile başta yönetim konusu olmak üzere, hayatın hemen her alanında özgürlük, ‘eşitlik’ adalet ve en önemlisi de Müslümanlar açısından tevhid mücadelesi, karşısında darbeleri buluyordu. Darbeciliğin böylesi bir arkaplanı varsa,Müslüman bu kerahetten yüz çevirir, darbeciliğe karşı dururdu..

Darbeciliğe en azından ‘zihnen’ karşı durmak dileğiyle…

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR