Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Yeni Sınıf

Ümit Aktaş Yazdı;

Yeni Sınıf

Yugoslav (Karadağlı) yazar Milovan Djilas’ın Yeni Sınıfı 1957’de, kendisi bu kitaptaki görüşleri, yani sınıf ayrımını ve tahakkümünü ortadan kaldırmak amacı ve iddiasıyla iktidara gelen sosyalist yönetimlerin her ne kadar mevcut sınıfları ortadan kaldırsalar da yeni bir sınıflaşma biçimi oluşturduklarına dair gözlemlerinin ve eleştirilerinin yer aldığı görüşleri nedeniyle cezaevinde olduğu sırada, ABD’de basıldı ve doğal olarak da oldukça ilgi gördü. 1933’de, henüz bir üniversite öğrencisiyken, sosyalizm için verdiği mücadele nedeniyle üç yıl tutuklu kalan Djilas, yıllar sonra, bu kez de uğruna mücadele ettiği sosyalist sistemin çarpıklıklarına yönelik eleştirileri nedeniyle yıllarca cezaevinde kalsa da bu sistemin de sonunu görecek kadar yaşadı.

Djilas gibi hayatlarını ve entelektüel kapasitelerini sistemlerden ziyade hakkaniyet ve adalet arayışlarına adayan insanların sayısı her ne kadar oldukça az olsa da, dünyayı etkileyen fikirler ve mücadeleler de çoğunlukla onların fikirleri ve mücadeleleri olmakta. İktidarların örgütlediği kirli iş birliğine katılmaları için kendilerine takdim edilen imkânları ve imtiyazları reddederek her ne pahasına olursa olsun idealleri uğruna mücadelelerini sürdüren bu insanların varlığı, aradan yıllar geçse de yaşayanlara bir umut ışığı olmayı sürdürmekte.

Benzeri süreçler İslam dünyasında da yaşandı elbette. Mehmet Akif, Seyyid Kutub, Abdulgaffar Han, Hüseyin Musevi gibi şahsiyetler, İslamileşme ve özgürleşme uğruna verdikleri mücadelelerinin hüsranla sonuçlanması karşısında, bu mücadeleler akabinde ortaya çıkan zorbalıklara da göz yummayarak, yıllarca zulme ve sömürüye karşı birlikte mücadele ettikleri “dava” arkadaşlarının tesis ettikleri zulümler ve baskılar karşısında da sessiz kalmamış ve mücadelelerini bu yeni tahakküm biçimlerine karşı da sürdürerek bedelini de ödemişlerdir.

Her ne kadar sosyalist ülkelerdeki bu yeni sınıfa karşı verilen mücadeleler kadar keskin ve kanlı olmasa da, Türkiye’de de Kemalist nomenklatura veya yeni sınıf karşısında da İslamcı-muhafazakâr koalisyon tarafından benzeri bir mücadele verilerek iktidar ele geçirilmiş; ve yine benzeri bir biçimde bu kez de yeni egemenler saflarındaki ayrık otlarını ayıklayarak bir yeni sınıf oluşturma gayreti içerisine girmiştir. Gerçi buradaki mücadelenin karakteristiği daha çok sistem içi bir mücadele biçimindedir ve o nedenle de Kemalist ideoloji ve sistem karşısında katı bir tasfiye tavrı izlen(e)memiştir. Kemalizm’e karşı cepheden bir mücadele verilmek yerine, onun iktidar araçları ve hatta yeri geldiğinde söylemleri kullanılarak ele geçirilen iktidarın sağladığı güç ve imkân ile bir hegemonya oluşturulma çabasıyla yetinilmiştir.

Esasında Kemalist Cumhuriyet’in ideologlarından olan Ziya Gökalp’in geleceğe dair tahayyülü, Türkleşmek, İslamlaşmak ve muasırlaşmak (çağdaşlaşmak) biçimindeki bir senteze dayanmaktadır. Dolayısıyla da İslamcı-muhafazakâr itiraz, Kemalizm’in çağdaşlaşma konusundaki İslamlaşmayı zayıflatan aşırı vurgusuna, yani Batılılaşmacılığınadır. Ne var ki doğrudan devrimci veya demokratik bir mücadele konusunda uzlaşamayan ve sisteme karşı farklı tepkileri de içeren bu ittifak, daha çok sağcı siyasal pratikler içerisinde neşvünema bulmuştur. Necip Fazıl ve M. Şevki Eygi gibi sağcı yazarların Osmanlıcı-milliyetçi söylemleri, daha çok bozulan bu başlangıç terkibinin düzeltilmesi yönündeydi. Kur’an’daki ashâbü’l yemin[1] ifadesindeki yemin teriminin hakkaniyet, doğruluk, eminlik kadar sağı da ifade etmesi nedeniyle, günümüz muhafazakârlığının sağcılığıyla dinî bir bağ kuran bu eğilim, Millî Mücadele Dergisi tarafından da ilmî sağ olarak tanımlanmıştır. Bir açıdan bilimsel sosyalizmi karşılayan bu terkip de sonuçta ideolojik bir maniveladır.

Dolayısıyla elan iktidarda bulunan milliyetçi-muhafazakâr koalisyon, Kemalizm’in aydınlanmacı Batıcılığının zayıflatıldığı sağcı bir eğilimi temsil etmektedir ve sonuçta Cumhuriyet’in başlangıç akdinin dışına da çıkabilmiş değildir. Kürtleri, Alevileri ve gayrimüslimleri siyasal ve toplumsal süreçlere dâhil etmeyen bir çaba, ister istemez başlangıç akdinin sınırları içerisinde kalacaktır. Bu sınırları bir dönem İslamcılar zorlamaktaydı ama onların da çoğunluğu iktidar alanına dâhil olunarak susturulmuştur. Geri kalanı ise dağınık ve etkisiz gruplardan oluşmaktadır. Milliyetçi ve muhafazakâr yönleri ağır basan dindarlar ise artık muhafazakâr kanat içerisinde ve iktidar stratejilerinin gönüllü destekleyicileridir. İktidar çevrelerinin ideolojik söylemlerinin çerçevesi içerisinde yer alan bu karmaşık camia, şimdilerde tıpkı Djilas’ın eleştirdiği sosyalist yeni sınıf gibi, sağ kanat Cumhuriyetçilerin izleğindeki bir kulvara yerleşerek, elden kaçırmak istemedikleri iktidarı dayandırmaya çalıştıkları bir yeni sınıfı oluşturma gayreti içindedir.

Gerçi bu gidişatın tam anlamıyla bir sınıf oluşturduğunu söylemek için oldukça erken. Bu, sermaye birikimi açısından olduğu kadar, kültürel etkinleşmeler açısından da henüz sonuçlanamamış bir süreç. Şimdilik daha çok tüketim alışkanlıkları ve henüz belli bir çizgiye oturmamış olan taklitçi gösterişçilikleriyle belirtileri zuhur eden bu sınıfsal özen, kendisine esaslı bir mecra da bulabilmiş değil. Her ne kadar iktidar güçlerine dayanan hoyratlıkları daha şimdiden tahammülfersa olsa da her sınıfsallaşma çabası da benzeri bir hoyratlık aşamasından geçmemiş değildir. İncelmişliğin salt güce ve parasal kaynaklara dayanmayan yeteneği ise ancak yeni kuşakların desteğiyle belirginleşecektir. Sınıfsal çatışmaların şimdilik kısmî mevzilerde sürdürüldüğü bu sürecin kimi hangi sulara atacağı ise, sadece sınıfsal ihtirasların maddi gücüyle değil, sık sık dillendirilen kültürel iktidarın tedarikiyle belirginleşebilecektir. Ama henüz eski sınıfın kültürel mirasıyla ikmal edilen bu zaruret, usulüne uygun bir biçimde ikmal edilebilecek midir ya da nasıl ikmal edilecektir?.. Doğrusu bir muamma!..

Bu konuda yeteneksizliğe de dayanan bir isteksizlik, tüm yeteneği inşai alanların görünürlüğüne ve kısa süreli nemalanma kapasitesine hasredilmiş olan bir sosyopolitik enerjinin kısıtlılığı, ortaya çıkardığı eşitsiz bir gelişmenin sorunlarıyla maluldür. Bir ölçüde geleneksel sanatların ihyası ve ideolojik bir manipülasyonun aracı olan tv dizilerinin kolaycılığıyla örtülmeye çalışılan bu eksiklik için üretilen çare ise şimdilik üniversitelerin fütuhatıyla sınırlı. Ama bu da varoluşçu düşünürlerin altını ısrarla çizdikleri o sahip olmakla, olmak arasındaki ince farkı kavramayı gerektirmekte ve de biçimsel bir doyumdan öte bir anlam ifade etmemekte. Çok daha önemli başka bir zaaf alanı ise, hukuk ve adalet konusundaki, dindar bileşenlerin şimdilerde iktidar hevesiyle duyarsızlaştığı ve umursuzlaştığı ama giderek ciddi bir toplumsal tepkiyi biriktiren ve salt sosyal yardımlarla örtülemeyecek düzeydeki hakkaniyetsizlikler ve adaletsizlikler meselesi. Bu ise zayıflatılma stratejisi sürdürülmekte olan Kemalist seçkinler kadar, kısa yollu sermaye birikimine dayanan bu yeni sınıfın da umursamadığı kenara itilmişlerin (mustazafların) öfkesini giderek büyütmekte.

NOT: Yazar ve Altıntı Yazarlara ait yazılar yazarların kişisel görüşü olup; haberdurus.com'un görüşlerini yansıtmaz.

Devamı >>>



Anahtar Kelimeler: Sınıf

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz