Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Ümit Kıvanç: CHP Genel Başkanı, Kutsal Devlete Halel Gelmesin Diye, Sağduyu Sahibi Her İnsanın Duyacağı Şüpheleri Paylaşmıyor

Ümit Kıvanç, Gazete Duvar’daki köşesinde Uğur Mumcu ve Gaffar Okkan cinayetleriyle ilgili olarak “Uğur Mumcu, Gaffar Okkan ve Bozuk Plaklar” ismiyle bir yazı kaleme aldı. Yazıyı aşağıda ilgilerinize sunuyoruz.

Ümit Kıvanç: CHP Genel Başkanı, Kutsal Devlete Halel Gelmesin Diye, Sağduyu Sahibi Her İnsanın Duyacağı Şüpheleri Paylaşmıyor

Uğur Mumcu, Gaffar Okkan ve Bozuk Plaklar

Türkiye’nin gelmiş geçmiş en kendine has gazetecilerinden Uğur Mumcu’nun profesyonelce yerleştirilip patlatılan bombayla hunharca katledilmesi ve Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan’ın profesyonelce pusuya düşürülüp öldürülmesinin yıldönümleri çakışıyor, bildiğiniz üzre. İçerik ve ifade gücü bakımından daha muazzam simgesellik, bizim siyasî cinayetlerle, suikastlarla dolu yakın tarihimizde bile zor bulunur.

Uğur Mumcu, azimli, dikkatli, yorulmak bilmez bir araştırmacı gazeteciydi. Peşine düştüğü suçlunun sonunda bunalıp delilleri kendi eliyle teslim edeceği, takıntılı, tutkulu detektif gibiydi. Cumhuriyet’teyken onun günler süren bir yazı dizisini yayına hazırlamıştım. Onca ayrıntıyı derleyip toplamak bile çoğu gazetecinin yanına yanaşmayacağı iştir. Bunların arasında, başlığa spota çıkarılıp vurgulanacak can alıcı bağlantıları bulmak da kolay değildi. Çünkü çok fazla ip biraradaydı, uçlarını yakalamak zordu. Ayrıca çarpıcı ayrıntı çoktu, tercihte zorlanıyordu insan. Böyle bir çalışma tarzı, sadece sistematik not alarak sürdürülecek iş değildi. Mumcu belli ki, onca şeyi birarada aklında tutabiliyor, mütemadiyen zihninde evirip çevirebiliyordu. İşe yarayıp yaramayacağı belirsiz ufak ayrıntı için zahmete girmekten kaçınmıyordu. Cevabını bulamadığı soruları da ortaya sürüyordu. Araştırmacılık performansı hem her gazeteci adayına örnek gösterilecek nitelikteydi hem de herkeste bulunmayan zihinsel melekelere dayanıyordu.

Ancak on binlerce okurun Mumcu’ya hayranlığının tutkulu araştırıcılığından kaynaklandığını ileri süremeyiz. Hayranlığın zemini Mumcu’nun siyasî tutumu, bu hayranlığı bir çeşit bağlılığa dönüştürense ifade gücüydü. Mumcu’ya derin ve içten bağlılık ve hayranlık duyanların onun yalnız “okurları” olduğunu söylemek doğru olmaz sanırım. Onların gözünde Mumcu’nun konumu, bugün “kanaat önderi” dendiğinde gözümüzde canlanan, masa başından ahkâm kesen düşünür-yazar tayfasınınkinden de farklıydı, bana kalırsa. Hani bir gün sokağa çıkıp, “Haydi gelin!” diye çağırsa on binlerce kişiyi etrafına hemen toplayabilirdi sanki. Hali tavrı da bu izlenimi yaratmaya elverişliydi. Bulunduğu ortamda varlığını herkesin her an hissettiği türden insanlardandı. Yazıları, yumruğunu masaya vura vura konuşan, hep hiddetli bir adam izlenimi uyandırıyordu, ama Mumcu ortama espri katan insandı, o bakımdan da güçlüydü.

Uğur Mumcu yalnız Kemalistlerin değil, çoğu solcunun da sahiplendiği bir şahsiyetti. Memleketimizde solla Kemalizm arasındaki geçişimin yarattığı kafa karışıklığı bizzat onun hayatından kesitlerde de vücut bulmuştu. Askerî vesayet rejiminin doğrudan savunucuları, sözcüleri, vazifelileri arasında da Cumhuriyet okurları ve Uğur Mumcu hayranı çoktu, ancak Mumcu askerliğini Sakıncalı Piyade olarak yapmış, bu döneme ait anılarını bu isimle yayımlamıştı. Anılar oyunlaştırılıp tiyatro sahnesine de taşınmıştı.

Mumcu’nun siyasî görüşünü kurcalamak değil maksadım. Sözünü ettiğim karışıklığın sonuçlarına gelmek istiyorum. Uğur Mumcu’nun -şüphesiz profesyonel bir organizasyon içerisinde, profesyonelce- öldürülüşünü izleyen günlerde, suikast mahallinde insanlar toplandılar. Çiçeklerle, mumlarla, türküler söyleyerek, ağlayarak, Mumcu’nun hatırasını ilk günden başlayarak canlı tutmaya, birbirlerini teselli etmeye çalıştılar. Suikast mahalli bir tür “ziyaret” yerine dönüşmüştü. Oraya dönemin genelkurmay başkanı da geldi. Kalabalıktan bir kadın, “Ne olacak paşam bu işler? Katiller bulunmayacak mı?” diye sordu. Katillerin bulunmasını isteyenler katiller bulunmasın diye dikkatleri saptırmaya çalışıyordu âdetâ. Ya da ısrarla başka yöne bakıyorlardı.

Aynı günlerde, dönemin içişleri bakanı (Mehmet Ağar), Uğur Mumcu’nun eşi Güldal Hanım’a, o mâhut sözü ediyor, “tek tuğla çekersek duvar yıkılır” diyordu (sonradan inkâr edecekti). Cinayet soruşturmasına dönemin namlı DGM Başsavcısı Nusret Demiral elkoymuş, vazifeyi DGM’nin asker savcılarından Ülkü Coşkun’a vermişti. Coşkun’un da o sıralarda şöyle dediği ileri sürüldü (o da sonradan inkâr edecekti): “Bu işi devlet yapmıştır, siyasî iktidar isterse çözer.” Ancak soruşturmanın ilerleyişi, daha doğrusu ilerlemeyişi, kimsenin bu cinayeti çözmek istemediğini apaçık ortaya koydu. TBMM araştırma komisyonu kurdu, komisyon savcıların akıl almaz -ya da bir tek şekilde alır- “savsaklamalarını”, “ihmallerini” belirledi. Nusret Demiral ve Ülkü Coşkun’un âdetâ olay aydınlatılmasın diye özel gayret gösterdikleri ortaya çıktı. (Ayrıntılara girmeyeceğim, merak edenler Oda TV sitesinden Sami Menteş’in “İsim isim Mumcu soruşturmasında kim neleri örttü”başlıklı yazısına göz atabilirler; iyi bir toparlama. Göz atarsanız, devletin suikast ertesindeki tavrını olanca açıklığıyla göreceksiniz.)

Gelelim görelim ki, Uğur Mumcu gibi, bizzat devlet içinden pek çok kişinin de okuduğu, takdir ettiği bir önemli-simgesel şahsiyetin Ankara’nın ortasında profesyonel suikastla öldürülüşünü aydınlatmaya, cinayet kararını ve emrini verenleri yakalamaya devletin niyetinin olmadığı ortadaydı. (O zamana yetişememiş olanlar, bu olguyu Hrant Dink cinayeti haberlerinden az buçuk tanıyorlardır.)

Fakat Mumcu anısına onun öldürüldüğü sokakta toplanan kalabalıktan birileri, genelkurmay başkanına, “Ne olacak paşam bu işler?” diye soruyor, askerî savcının örtmeye çalıştığı cinayeti onun komutanının aydınlatmasını, astının aramadığı suçluları onun cezalandırmasını bekliyordu.

Devamı >>>



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz