Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Türköne, İkbal’in Gördüğü Serabı mı Dile Getiriyor?

Kadir Canatan Yazdı;

Türköne, İkbal’in Gördüğü Serabı mı Dile Getiriyor?

Geçen yüzyılın başında Türkiye Millet Meclisi’nin saltanat ve hilafeti kaldırması kimi çevrelerce büyük bir felaket olarak yorumlanırken, Pakistanlı düşünür Muhammed İkbal tarafından büyük bir heyecanla karşılanmıştır. İkbal’e göre hilafet konusunda Türkler doğru olanı yapmıştır. Türkler büyük bir içtihat yaparak, geçmişte bireylere mahsus olan içtihat etme hakkını Millet Meclisi’ne devrederek içtihat kurumunu kollektif bir yapıya kavuşturmuşlardır. Şu sözler tamamen ona aittir:

“Türkiye’nin içtihadı odur ki, İslam’ın ruhuna göre Halifelik veya İmamlık görevi bir grup insanlara veya halk oyuyla seçilen bir meclise devredilebilir. Bildiğim kadarıyla, Mısır ve Hindistan’daki Müslüman din adamları ve âlimler, bu konuda görüşlerini henüz açıklamamışlardır. Ben şahsen, Türk görüşünün doğru olduğuna inanıyorum. Bu konuda gereksiz tartışmaya lüzum yoktur. Demokratik hükümet düzeni sadece İslam’ın ruhuna tamamıyla uygun olmakla kalmıyor, İslam dünyasında halen etkinliklerini göstermekte olan yeni güçler karşısında bir zaruret haline de gelmiştir.” (İslam’da Dini Düşüncenin Yeniden Doğuşu, sh. 213, Birleşik Yayıncılık, İST.)

1920’li yıllarda Türkiye’de Cumhuriyeti kuran kadronun devrimlerini Muhammed İkbal büyük bir safiyet ve samimiyetle böyle görmüştür. Aradan bunca yıl geçtikten sonra Mümtazer Türköne, adeta İkbal’in gördüğü serabı yeniden görmektedir. “Taliban’dan Sonra Şeriat, Laiklik ve Diyanete Yeniden Bakmak” adlı yazısında diyor ki, Mart 1924’te diğer iki devrim kanunu ile birlikte çıkartılan 429 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kuran kanun, dinin üç sacayağından biri olan “muamelat”ı TBMM’ne, “itikat ve ibadet” kısmını ise Diyanet’e vermiştir.

Türköne’ye göre TBMM marifetiyle çıkan kanunlar aynı zamanda dindar bir Müslümanın uyması gereken şer’i kurallar anlamına geliyor. İslam hukukuna göre böyle bir şeriat yorumu, yani Meclis’in çıkartacağı kanunların aynı zamanda Şer’i kural niteliği taşıması mümkün mü? Elbette bir şeriat yorumu, ama kesinlikle mümkün: Şer’i kuralların dört temel kaynağından (edille-i erbadan) sonuncusu İcma-i Ümmet, yani halkın kararı; TBMM’den daha fazla ümmetin icmaını temsil eden bir otorite göstermek mümkün mü? TBMM, bu formülle din ile devleti birbirinden ayırmayan bir Müslüman için doğrudan Şer’i bir otorite haline geliyor. Böylece, sırtınızı TBMM’ye dayayarak anayasal düzene ve kanunlara uygun yaşayarak öbür dünyanızı garanti altına alabilirsiniz.

Diyanet hakkında da oldukça iyimser bir tablo çiziyor: “Din-i Mübin-i İslam”ın yani Şeriat’in “ibadat” ve “itikadat” faslına dair hüküm verme ve bu cinsten sorunları çözme yetkisini bu kanunla tesis edilen Diyanet’e devrediliyor… Diyanet bütünüyle, Osmanlı’daki Şeyhülislâmlık kurumunun devamıdır; zaten kanunda onun yerine kurulduğu açıktır… Ben Diyanet’i, laik düzenin çatısı altında inandığı Şeriat Düzeni’ne göre yaşamak isteyenlerin otoritesi olarak görüyorum. Hiç olmazsa her şeyi bildiğini iddia eden, yukardan vekâlet almış gibi konuşan ulema silkinden bağımsız otoritelere karşı, Din İşleri Yüksek Kurulu gibi, farklı içtihad sahiplerinden oluşan bir heyet karar veriyor Şer’i konularda.”

Herhalde böyle bir yorumu insanlar ilk kez duyuyor olmalılar. 1920’li yılların iletişim ve enformasyon dolaşımının oldukça kısıtlı olduğu şartlarında İkbal’in durumunu mazur görebiliriz. Ama aradan bu kadar zaman geçtikten sonra -ki, tek partili dönemden çok partili döneme geçiş, askeri ihtilaller, en son 28 Şubat ve ardından meydana gelen iktidar değişimleri gibi pek çok tecrübeyle birlikte, hala birileri çıkıp da “Beyler bugünkü laik düzenden başka çaremiz yok, başka bir model var mı? Varsa söyleyin!” demesi, gerçekten çok düşündürücüdür! En azından bu, ülkede şu kadar yıldan beri üretilen fikirlerin inkârından başka bir şey değildir. Bizde sorun keşke fikir sorunu olsaydı, bunu çözebilirdik. Ama 20 yılı aşkın AKP iktidarında şunu da açıkça gördük: Dava falan hepsi hikâyeymiş, iktidar sadece bir menfaatler savaşından başka bir şey değilmiş! Türköne’nin “İslamcılığın Sonu” tartışmalarında da dile getirdiği gibi AKP düzeni değiştirmek için gelen bir iktidar iken, zamanla devletin kendisi olmuş ve devletin bekasını en önemli meselesi haline getirmiştir.

Anlaşılan o ki, Hayrettin Karaman’ın modeli içselleştirilmiş durumda. Karaman hoca, Pazar yazılarını 4 ciltlik bir kitapta toplamış ve kitabının adını “Laik Düzende Dini Yaşamak” olarak koymuştur. İsminden de anlaşılacağı gibi Karaman hoca “laik düzen” içinde kalınarak nasıl Müslüman olarak yaşanılacağını anlatmaktadır. Türköne hoca da, daha ileri giderek şimdi bize laik düzenin aslında şeriat düzenini de içeren bir yapıya sahip olduğunu ve bunun kanunla resmen düzenlenmiş olduğunu iddia ediyor.

Peki, bunu neden yapıyor?

Tartışma Afganistan’da Taliban’ın Kabil’e girmesi ve iktidarını dünyaya ilan etmesiyle başladı. Bunun ardından Türköne ilk yazısını yazdı: “Taliban’dan Sonra Şeriat, Laiklik ve Diyanete Yeniden Bakmak”. Ardından “Şeriat Düzeni: Hayalet mi, Tehdit mi, Vakıa mı?” yazısıyla bize şeriat düzeninin ne kadar ilkel ve tehlikeli olduğunu anlattı. Deyim yerinde ise bir yandan Taliban’ı diğer yandan da geleneksel İslam hukukunun bugün için arkaik kalan bazı uygulamalarını göstererek, yani ölüyü göstererek bizi sıtmaya razı etmeye çalışıyor. Meğerse biz ne kıymet bilmez insanlarmışız ki, elimizde gül gibi bir Diyanet ve laik düzen dururken bundan şikâyet ediyormuşuz!

Tartışmaya devam edeceğiz inş.

 

Kaynak: Farklı Bakış



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz