Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Türkiye´de İslamcılık ve Sorunları: Eleştirel Bir Yaklaşım

Özgün İrade Dergisi yazaırı Ahmet Koyuncu´nun konu ile ilgili analizi...

Türkiye´de İslamcılık ve Sorunları: Eleştirel Bir Yaklaşım

İslamcılık, 19. yüzyılda İslam dünyasının genelinde yaşanan yenilgi ve bu yenilgi sonrası oluşan krize bir cevap arayışı olarak doğmuş, 150 yıllık tarihe sahip olan İslamcılık, bu süre zarfında çok çeşitli görünümlere sahip olmuştur. Günümüz Türkiye´sinde İslamcılık denildiğinde, daha çok 1970´ler ve sonrasında gelişen, siyasallık vurgusu baskın olan ve bu sebeple ?siyasal?, ?radikal? gibi sıfatlarla anılan bir İslamcılık anlayışı öne çıkmaktadır. İç ve dış birçok faktör sebebiyle siyasal İslamcılık 1980 sonrasında en güçlü muhalif hareket konumuna gelmiş ve bu özelliğini 28 Şubat post-modern darbesine kadar devam ettirmiştir. Bu dönemde önemli bir kırılma yaşayan İslamcılık, kadrosu İslamcılardan oluşan AK Parti´nin iktidara gelmesiyle birlikte eski canlılığını yitirmeye başlamıştır. Özellikle 28 Şubat´la birlikte yaşanan travma ve sonrasında AK Parti´nin iktidara gelmesi İslamcı camiada bir gevşeme yaratmıştır.

AK Parti´nin iktidarını İslamcılar açısından iki boyutta ele almak gerekmektedir. Buna göre birinci boyut gevşeme boyutudur. Artık Müslümanca bir yaşam sürmekten kaynaklı baskı ve zulüm görmeyen İslami camia, AK Parti´ye destek vererek Müslümanların bu kazanımlarını korumak istemiştir. İslamcı camia tarafından 1980 ve 90´lı yıllarda siyasal iktidara karşı gösterilen muhalefet, AK Parti döneminde pasif kalmıştır. Bu durumun temel nedeni ise AK Parti´nin, zaman zaman düzeltme girişimlerinin sistem tarafından sert muhalefet ile karşılaşmasıdır. Bu mesele AK Parti´ye bu sorunları çözme noktasında geniş bir kredi sunmuştur. İslamcı camialarda hâkim olan düşünce, ?imkânlar el verdiğinde AK Parti´nin bu sorunları çözeceği? yönündedir. ?Yapılabilecek bir şey olsa zaten bunu AK Parti yapacaktır?. Böylece İslamcılığın muhalif damarı gittikçe zayıflamış ve bu durum ?İslamcılığın ölümü? tartışmalarını beraberinde getirmiştir.

AK Parti´nin İslamcılar açısından ortaya çıkardığı bir başka boyut daha vardır. Bu, aslında İslamcılığı kendisi ile yüzleşmeye götürecektir/götürmelidir. AK Parti´nin İslamcı kadroları İslamcılara şöyle bir imkân sunmuştur: ?Eğer uygulanabilir, somut, pratik bir projeniz varsa getirin hayata geçirelim?. Bu hayali cevap, aslında İslamcıların üzerinde düşünmesi gereken

bir cevaptır. Çünkü görünen o ki İslamcılık, büyük sloganları olan ama küçük çözümleri olmayan bir ideolojidir. Tabii buradan İslamcılığın öldüğü, bittiği vs. gibi bir sonuç anlaşılmamalıdır. Çünkü İslamcılık, entelektüel bir hareket olarak çözümler üretebilecek bir potansiyele sahiptir. Ancak yapılması gereken önemli bir mesele söz konusudur: ?Biz bu işi nasıl yapabiliriz?? sorusuyla yüzleşmesi gerekmektedir.

İslam ile İslamcılık (din ile ideoloji) arasında temel bir ayrım yapmak istersek, İslam ?şimdi ve burada? olan sorunlarla ilgilenir ve onlara çözüm üretir. Çözüm üretilemeyen meselelerde ?zaruret haramı mubah kılar? ilkesi gereği, sorunun geçici de olsa bir çözüme kavuşmasına imkân sağlar. Bir ideoloji olarak İslamcılık ise çözümü gelecekte/devrim sonrasında görür ve ?gelecek güzel günler? vaat eder. Şimdinin sorununu erteler.

Az önceki hayali cevaba dönersek, Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan, birçok konuşmasında faize karşı olduğunu ifade etmiştir. Ancak İslamcıların faizsiz bir sistem önerisi olmadığı için reel politik şartlar gereği faizi kaldıramamaktadır. Faizli sisteme karşı olan İslamcılar da bu çaresizlik/alternatifsizlik dolayısıyla faizli bankalarla ilişki kurmak zorunda kalmaktadırlar. Ya da ekonomi alanından çekilmek zorunda kalmaktadırlar.

Fransız Sosyolog Durkheim´in ifadesi ile toplumsal olgular bizim üzerimizde baskı kurmaktadır. Durkheim bu düşüncesi için şöyle bir örnek verir: ?Eğer istersem 18. yüzyılın ekonomi kurallarını uygulamakta özgürüm. Ama 19. yüzyılın kurallarını es geçer ve 18. yüzyılın kurallarını uygularsam batarım!? Bu ifadenin bize söylediği şudur: İçinde bulunduğunuz şartları dikkate almazsanız yok olursunuz. Hz. Peygamber´in yaşamında da durumun getirileri göz önünde bulundurularak, bazen geçici bile olsa çözümlerin anlık olarak üretildiği görülmektedir.

İslamcılığın bir diğer zaafı ise ağırlıklı olarak (neredeyse bütünüyle) siyasal alana yoğunlaşması ve şeriat devleti üzerinde durmasıdır. Bu dönem İslamcılığının, en azından gündeme getirdiği konular itibariyle, Müslümanların çoğunluğa sahip olmadığı bir devlette nasıl İslami bir yaşam sürdürüleceğine dair bir önerisi yoktur. Yani neredeyse iki Müslüman bir araya geldiğinde tek amacı ?şeriat devleti? kurmaktır. Mesela Çinli bir kişi Müslüman olsa, bu fıkha göre ya Çin´i terk etmeli ve bir İslam devletine ?hicret? etmeli veya Çin´i bir İslam devleti haline getirmek için çalışmalıdır. Bu çalışma da siyasal bir hareket ekseninde olmalıdır. Çünkü ?Allah´ın hükmü ile hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir?. Bu ayete dayanarak yapılan içtihat ile kâfirlere tabii olanlar da kâfirdir. Ancak Müslüman tüccarlar aracılığıyla İslamlaşan Endonezya gibi devletlerin ve daha birçok başka tecrübeler dikkate alındığında bu tavrın doğru olmadığı anlaşılmaktadır.

Böylesi bir tavır, İslamcıları ?büyük davaların adamı? haline getirmiştir. İslamcılar, Amerikan emperyalizmiyle mücadele etmekten, mahallelerindeki işçileri sömüren iş adamlarına dönüp bakamaz hale gelmişlerdir. Faizli bankacılığa sövmekten, faizsiz bir sistemin nasıl kurulacağına kafa yoramamışlardır. Üç Müslüman grup bir araya gelip ortak bir eylem yapamazken, İslam dünyasının tek çatı altında birleştiği bir hilafet devleti tasavvur etmişlerdir. ?Helal ürün? meselesini tartışırken, helal tartışmalarını adeta domuz ürünlerinin kullanılmasına indirgemiş ve özü itibariyle helal olan ticaretin reklam, pazarlama vs. ile tüketicinin aldatıldığı bir piyasaya dönüşmesine ilgi göstermemişlerdir. ?Tebliğ? yapma ve mümkün olan en çok sayıda kişiye ulaşma kaygısı ile İslami düşüncenin temel sorunlarına eğilmemiş ve cemaatte birkaç yıl geçiren bir genci başka gençlerin başına geçirerek, zaten eğitimsiz olan birisini eğitici olarak tayin etmişlerdir. Bu eğitimsiz gençlerin yetiştirdiği kişiler de sağlıklı çözümler üreten Müslüman bireyler olmak yerine cemaate kazandırılan adamlar olmaktan öteye geçememiştir. Yarım yamalak dini bilgilerle (özellikle kendimde gördüğüm bir tavır) ömrünü dini ilimlere vermiş kişileri küçümsemiş ve gördüğü bir ayet veya hadis ile içtihat eder duruma gelen bu gençler, ne usul ne yöntem ne de derinlemesine dini bilgilere sahip olmadan 1400 yıllık geleneği küçümser hale gelmişlerdir.

Tebliğ için hedef alınan kitle ise son derece ?iyi aile çocuğu? kişilerden oluşmaktadır. Çünkü bu İslamcı kesimlerin ön gördüğü eğitim, ?aklını kendi kullanma cesaretini gösteren?, sürekli okuması istenen, taklitçiliği aşağılayan bir modeldir. Ancak bu tür bir tavır, sosyal hayatta bu şekilde bir toplu aydınlanma mümkün olmadığı ve bundan sonra da olamayacağı için etkisi son derece sınırlı kalan bir hareket olarak kalmaya neden olmaktadır. Çünkü okuma yazması olmayan veya olduğu halde geçim nedeniyle çalışmaktan okumaya vakti olmayanlara ulaşamayan bir orta sınıf hareketidir İslamcılık. Alt sınıfa sunacağı bir öneri yoktur.

?İslam demokrasi ile uyuşmaz, İslam demokrasiden daha iyisini vaat eder? diyen birçok İslamcı düşünür, yazar, kanaat ve cemaat önderi, entelektüel nasıl bir model vaat ettiğinin uygulamalı bir örneğini sunamamıştır. Hatta ciddi bir teorisini bile yazamamıştır. Yazılan ?İslam´da devlet ve siyaset? benzeri metinler, pratik sorunlarla test edilemediği için idealmiş gibi görünmektedir.  Ancak tarih bize teorinin hiçbir zaman pratiğe uymadığını göstermektedir.

Şimdi İslamcıların yapması gereken, geçmişten bugüne dek kendileriyle yüzleşmek, teorilerinin pratiğe aktarılabilir olup-olmadığını test etmek, hem kendi tarihlerini hem de modern dünyayı iyi bir şekilde bilerek bir model üretmeye çalışmak, sloganlardan vazgeçip, gündelik hayata uygulanabilir öneriler getirmek, altında kalkılması çok zor ?büyük? meselelerle uğraşmak yerine gündelik hayatın İslamileştirilmesi ile ilgilenmek, bunu başarabilmek için de gündelik hayatı tanımak, bu sorunların çözümünü bir usul dairesinde yapmak gibi ?küçük? sorunlarla da ilgilenmek olmalıdır.

Öz olarak, İslamcılar hayatı, insanları, sistemleri, yaşamın tüm yönlerini ve elbette dini ?anlamaya? çalışmalıdır. Tam olarak anlaşılamayan bir şey yaşanılabilir bir model üretemez. Güvenilir ve ahlaklı olmak gibi bir vasfı Müslüman kelimesinin içerisinde barındıran bir din, neden güvenilir ve ahlaklı bireyler üretemiyor? Üzerinde düşünülmesi gereken ilk konu belki de bu konu olabilir?

Kaynak: Özgün İrade Dergisi Haziran 2019 sayısı



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz