Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Türkiye Bölgesel Güç Olmaya Hazır mı?

Nuri Yılmaz Yazd;

Türkiye Bölgesel Güç Olmaya Hazır mı?

Önceki yazımızda Türkiye ile Azerbaycan arasında meydana gelen stratejik işbirliğini ele almıştık. Türkiye son dönemlerde başka ülkelerle de stratejik işbirlikleri yapmakta ve bu işbirliklerinin alışılmadık sonuçları ortaya çıkmaktadır.

Bu yazımızda Türkiye’nin bölgesel bir güç olma yolundaki seyrini ele alacak, bunun ne kadar sahici ve sürdürülebilir olduğunu sorgulayacağız.

Stratejik  Ortaklık ve İşbirliği Nedir?

Stratejik ortaklık ve işbirliği; askeri, ekonomik ve siyasi en üst düzey işbirliği öngören, birine karşı askeri saldırı gerçekleştiğinde diğerinin “tüm imkânlarını kullanarak” yardım etmeyi taahhüt ettiği anlaşma şeklidir.

Eskiden böyle anlaşmalar, egemenlerle kendisini tehdit altında hisseden ülkeler arasında yapılırdı. Zayıflar sırtlarını bir güçlüye dayamış olur ama bedelini tam teslimiyetle öderdi. Büyük güçlerle karşı karşıya gelmeyi gerektirdiği için herkes kafasına göre böyle anlaşmalara girişemezdi. Ancak istisnai bir durum olarak, birbirinden beklentisi yüksek olmayan komşu ülkeler de kendi aralarında böyle anlaşmalar yapabilirdi.

Dünya düzeninin yeniden kurulmaya çalışıldığı bugün, iddia sahibi ülkeler arasında büyük bir güç rekabeti yaşanmaktadır. Ne var ki geçmiş dönemlerden farklı olarak rekabet doğrudan savaşa evrilememekte ve büyük güçler; harcanabilir, ihmal edilebilir üçüncü ülkeler üzerinden taşeron savaşlar yoluyla birbirine diz çöktürmeye çalışmaktadır. Geçmiş dönemlerin aksine bugün artık hiçbir küresel güç, çok gerekli olmadıkça stratejik ortaklık sorumluluğu altına girmek istememektedir. Böylece zayıf ülkeler, kendi başlarının çaresine bakmak zorunda kalmaktadır.

Dünya siyaset arenasında karşılaşılan bu yeni durum; ekonomik gücüyle etkinlik kurmaya çalışan Çin’e, askeri teknolojisinin tehdit gücüyle etkinlik oluşturmaya çalışan Rusya’ya ve çatışma sahasına inmekten çekinmeyerek güçlerinin üzerinde etki oluşturabilen Türkiye ile İran’a yeni bir imkân kapısı aralamıştır. Çin ve Rusya’nın etkinlikleri, “öteden beri var olan konumun sürdürülmesi” niteliğindedir ve şaşırtıcı değildir. Ama özellikle Türkiye’nin performansı oldukça dikkat çekicidir ve yakaladığı imkânı çok etkin bir şekilde değerlendirdiği gözlerden kaçmamaktadır. Yunanistan, Kıbrıs ve Suriye kanalıyla sıkıştırılmak istenmesine rağmen, bölgesinde gittikçe genişleyen bir etki alanı oluşturmaktadır.

Türkiye’nin Bölgesel Güç Olma Çabası

Türkiye’nin ilk stratejik ortağı Gürcistan’dır. 2008 yılında Rusya ile yaşadığı gerilimde Abhazya ve Osetya’yı kaybederek büyük bir travma yaşayan Gürcistan, en ihtiyaç duyduğu anda kendisini yalnız bırakan ABD ve AB’den ümidini kesince, kelimenin tam anlamıyla Türkiye’ye sığınmıştır. İlişkiler o kadar ileri seviyelere ulaşmıştır ki, 2011 yılında imzalanan bir protokolle iki ülke vatandaşları birbirlerinin ülkelerine sadece kimlik belgeleri ile seyahat edebilmektedir.

Türkiye’nin ikinci stratejik ortağı Katar’dır. Aşama aşama gelişme kaydeden ilişkiler, 2015’te iki ülke arasında Yüksek Stratejik Komite (YSK) mekanizması oluşturulmasıyla en üst basamağa taşınmıştır. Aralık 2015 ve Nisan 2016’da iki ülke arasında jandarma ve askeri personelin eğitimi, ortak tatbikatlar ve özel kuvvetlerin Katar’da konuşlandırılması için iki ayrı protokol imzalanmış ve ardından Türkiye, kendi toprakları dışındaki ilk büyük askeri üssünü Katar’da kurmuştur. İki ülke arasındaki ilişkide Türkiye koruyucu ve hamilik görevi üstlenmekte, Katar ise finansman gücüyle ittifaka gizli-açık destek olmaktadır.

Türkiye’nin üçüncü stratejik ortağı Libya olmuş, iki ülke arasında 2012 yılında güvenlik ve askeri işbirliği anlaşması imzalanmıştır. Bu anlaşmayla Türkiye Libya’da ani müdahale kuvveti kurmuş, eğitim, danışmanlık, malzeme ve planlama desteği ile sahaya inmiştir. Kıta sahanlığı anlaşmasıyla birlikte Libya’nın Türkiye için değeri çok artmış ve Libya iç savaşında verdiği önemi açıkça göstermiştir; düşmek üzere olan Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti’ni yeniden ayakları üzerine doğrultmuştur. İki ülke arasında meydana gelen kader ortaklığında Türkiye koruyucu ve hamilik görevi üstlenmekte, Libya ise yeraltı kaynaklarıyla ve finansman gücüyle ittifaka gizli-açık destek olmaktadır.

Bir diğer stratejik ortak Azerbaycan hakkında söylenmesi gerekenleri önceki yazımızda ifade etmiştik. Bu ilişkide de Türkiye koruyuculuk ve hamilik görevi yapmakta, Azerbaycan ise yeraltı kaynakları ve finansman gücüyle ittifaka gizli-açık destek olmaktadır.

Stratejik ortaklık boyutundaki bu ilişkilerin yanında Türkiye’nin, ortaklığa dönüşme sürecinde olan başka ilişkileri de bulunmaktadır. Tarihsel olarak yakın ilişkiler bulunan Bosna; Osmanlı dönemindeki inişli çıkışlı ilişkilerin aksine çok iyi ilişkilerin kurulduğu Sırbistan; Rusya’ya karşı çözümü Türkiye’ye yanaşmakta bulmuş olan Ukrayna; Arap Baharı’ndan sonra yönünü büyük ölçüde Türkiye’ye çevirmiş olan Tunus; Afrika kıtasında yer alan Somali; Öteden beri iyi ilişkilerden dem vurulan ama ilişkilerin ancak Karabağ savaşıyla somut hale geldiği Pakistan, bu güçlü ilişkilerin örnekleridir. Bunların haricinde Arnavutluk, Kosova, Bulgaristan ve Cezayir’le de kurulmuş çok iyi ilişkiler mevcut olup hızla gelişmeye devam etmektedir.

Türkiye artık göz ardı edilemeyecek bir bölgesel güçtür. Adı konmamış bir pakt oluşturmuş, sınırlı askeri ve ekonomik gücüne rağmen bu paktın öncülüğünü ve hamiliğini başarıyla yapmaktadır. Bu pakt tek taraflı, sadece Türkiye’nin fedakârlıklarıyla yürüyen ve Türkiye üzerinde yük oluşturan bir ilişki olmayıp, karşılıklı bir işbirliğidir. “Gardaş”lar arasında, gardaş hukukuyla işleyen bir süreç değil, yeni bir güç birliğinin habercisidir. Finansman gücü olan ülkelerin Türk ekonomisine çok ciddi destekler yaptığını; savaşlardan ve ekonomik operasyonlardan olabildiğince az yara ile çıkmasını sağladıklarını söylemek, ilişkinin niteliği hakkında yeterince fikir verebilir.

Yeni Güç Gerçekten Büyük Ama Bir Kusurcuğu Var…

Türkiye öncülüğünde oluşan yeni gücü ve aralarındaki ilişki tarzını tanımlamak istersek ne dememiz gerekir?

Bu ilişkiye İttihad-ı İslam demenin memnun edeceği insan sayısı az değildir; ne var ki olup biten o kavramın içine sığdırılamaz. Gürcistan, Sırbistan, Ukrayna ve Bulgaristan’ın varlığı bu kavramın sınırlarını aşmaktadır. İslâm, bu işbirliğinin adında değil ama değerlerinde yer almalı, sunduğu evrensel değerlerle bu ilişkinin tutkalı olmalıdır. Bu ilişkiye Turan Birliği demenin memnun edeceği insan sayısı da az değildir. Ne var ki Azerbaycan ve KKTC dışındaki hiçbir ülke Turan idealinde bir araya getirilemez. Cumhurbaşkanı’nın her fırsatta vurguladığı “rabia” ise (tek devlet, tek millet, tek bayrak, tek vatan) bu ilişkiye en dar gelecek gömlek olsa gerektir. “Milletten kasıt ümmettir” deyip, rabia’yı “tek ümmet, tek vatan, tek bayrak” şeklinde ümmetçi bir yorumla okusak bile, bu söylemin mevcut gelişmeleri kuşatma ihtimalinin olmadığı ortadadır. “Tek”leştirme düşüncesi imparatorluk dönemlerinden bakiye olup, modern dönemlerde ancak sömürgeci zihniyeti veya emperyalizmi akıllara getirir ve günümüzde hiçbir toplum, gündelik çıkar yakınlaşmaları haricinde böyle bir işbirliğine ikna edilemez.

Gerçek ve kalıcı bir ittifaka dönüşmesi arzu ediliyorsa, işbirliğinin teorik zemini de olmalıdır.

Bu işbirliği, mesela BM örneğindeki gibi genel iradeyi bir veya birkaç ülkenin çıkarlarına mahkûm mu edecektir? Yoksa zenginliklerini sömürgecilikten elde etmiş AB örneğindeki gibi arada kalmış ülkelere sahip çıkacak ve gücünü onların varlıkları üzerine mi kuracaktır; kendisine reva gördüğünü onlara reva görmeyen çifte standartlı bir ilişki mi oluşturacaktır? Henüz bu soruların acil cevap beklediği bir aşamada değiliz ama o gün çok uzakta da değildir. Ortak imkânlar kullanıldıkça ve siyasi tercihlerin sorumlulukları ortaya çıktıkça; kullanılan söylemler, harcanan paralar ve askeri gücün kullanılma keyfiyeti sorun oluşturmaya başlayacaktır. Ve bazı ülkelerin “bu ittifakta bize yer yok” diyerek kopmaları şaşırtıcı olmayacaktır.

İlişkinin ne olacağı, ilişkide motor görevi gören Türkiye’nin tercihlerine bağlıdır. Türkiye siyaseti bu işbirliğini dünyada geçerli hegemonya zihniyetine karşı paradigmatik bir itiraza da dönüştürebilir; imparatorluk günlerini hatırlayıp yeni bir hegemonyaya da dönüştürebilir. Bir medeniyet projesi haline de getirebilir; askeri güç üzerine kurulu bir çıkar ağı haline de getirebilir. Şu ana kadar görülen tablo maalesef pek iç açıcı değildir. Bu ilişkinin ne bir “adı”, ne de bir teorik zemini vardır. Alman şair Bertolt Brecht “Generalim Tankınız Ne Güçlü” isimli şiirinde şöyle der: “Tankınız ne güçlü, ne güçlü / Siler süpürür bir ormanı, / Yüz insanı ezer geçer. / Ama bir kusurcuğu var: / Sürecek insan ister.

Devamı >>>



Anahtar Kelimeler: Türkiye Bölgesel Olmaya Hazır ?

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz