Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Türk-Kürt Birlikteliği, ?Karşıtlığı? ve Farklılığı

Sait Alioğlu´nun Özgün İrade Dergisi,2019 Ağustos sayısında yayımlanan yazısı...

Türk-Kürt Birlikteliği, ?Karşıtlığı? ve Farklılığı

Millet/Ümmet ve Ulusalcılaşma Ameliyesi

Anadolu coğrafyasının kavmî skalası, Kürtlerle birlikte Anadolu coğrafyasını paylaşan diğer Müslüman halkları içeriyordu. Bununla birlikte diğer ?Müslüman´ halklardan ziyade Anadolu coğrafyasında hem kültür, hem tarih ve hem siyasal ve benzeri konularda iki halktan öncelikle bahsedilecekse; bu halkların ?Türkler ve Kürtler´ olduğu apaçık ortadaydı. Ta, 1071´den buyana günümüze kadar gelen süreçte ilişkilerin sıkıntılı ve kısmen maraz taşıyor da olsa, tarih sahnesinde Türklerin ve Kürtlerin arz-ı endam ettikleri görülecektir.
İkisi de bu topraklara tarihi süreç içerisinde Orta Asya´dan ve İran taraflarından gelip Anadolu´yu yurt ittihaz etmişler, şu andaki varlıklarının sonucunun tespitini belirleyen olay ve olguları, bu topraklarda yaşayıp, günümüzde cari olan kendi anlam dünyalarının oluşumunu buralarda son noktada nihayete erdirmişlerdir.

İki halkta başta göçebe idiler, doğulu idiler, dinsel inanç bağlamında da ağırlıklı olarak sosyolojik planda İslam kimliğine sahip, demografik bir yapı arz ediyorlardı. Bu iki etnik gruptan Türkler, Kürtlere nazaran büyük oranda Anadolu´nun batısında yer edinmişlerdi. Burada yer edinmeleri haliyle sonradan bu topraklara ve çevreye hükmedecek olan devletlerinde rotasının çiziminde de belirgin bir rol oynayacaklardı.

Anadoluluğu rutin işleyen bu topluluğun batı ile münasebetleri onları, zamanla farklı kılmış, tarihe, topluma ve dine bakış açıları birbirine zıt bir şekilde ayrışmıştı. Zaman içerisinde batı topraklarının fethi ve elde tutuluşu bile seçkin bir zümre bağlamında da olsa Türk ?tabii ki şehirli zümre- unsurunu batıyla yüzleşmeye sevk etmişti. En azından ayrıştırıcı bir vasfa sahip milliyetçilik batıdan, özellikle de Balkanlardan tevarüs ettirilmişti. İşte bu milliyetçilik unsuru bile, saraydan başlamak üzere Türk halkının büyük bölümünü etkilemişti.

Batıcılığın formel şekli olan modernizm, Osmanlı´nın son dönemlerinde sarayın kabulüyle bir milat olarak tarihteki yerini almıştı. Bu kez de ayrıştırıcılığın esası olan Batıcılık, koca bir bünyeyi sarıp sarmalamıştı. Zahiri planda olsa dahi, Türk olgusu özellikle de Kürtler açısından İslam´dan çıkış, bir aidiyetten vaz geçiş olarak zihinlerde yer edinmişti.

Belki de tarihi gidişatın bir sonucu olarak, büyük çoğunluğun izni ve rızası olmasa bile, kavram olarak Türklük kendisini Batıcı bir form içerisinde bulmuş ve yavaş yavaş bir farklılık olarak kendisini toplumsal katmanda hissettiriyordu. Kendilerine göre bir aidiyet olarak kısmen de olsa İslam´ı temsil ettiği savunulan ve yeniden dizayn edilen ay-yıldızlı bayrak, çeşitli ulusalcı semboller ve ihdas edilen yeni yaşam şekli Batıcı bir toplumsal kuşatmayı da beraberinde getiriyordu.

Ne gariptir ki, İslami bir aidiyet içerisinde asırlarca yaşamış bir halk adına icat edilen Türklük, özellikle Türk ve yerine göre de Müslüman olmayan aydınların marifeti sonucunda neşvünema bulmuştu. Bir takım sızlanmalara, süreç içerisinde kısmi karşı duruşlara rağmen, icat edilen Türklük kavramı üzerinden, aynı İslami aidiyeti paylaşan diğer Müslüman halklarla olan ilişkilerde makas bir hayli açılmıştı. Yukarıda ifade etmeye çalıştığımız bu yönelim, Kürt halkının cephesinde ister istemez farklı algılanmış ve bir karşı duruşa zemin hazırlamıştı.

Kürt cephesinden görünen karşı duruş, kısmen etnik temelli de olsa biri tersinden Batılılaşma, diğeri ise gelenekçi formdan kaynaklanan bir İslam ve toplum anlayışı şeklinde uç vermişti. Mesela zengin ve şehirli Kürt ailelerin temel aidiyetlere rağmen, birtakım argümanlar yoluyla Batılılaşma çabaları? Yine örneğin Bedirhan ailesinin bu konudaki çabaları? Bir diğer karşı örnek ise, Şeriatı, tekrardan ikameye yönelik Şeyh Said (rahmetullahi aleyh) in kıyamı?

Gerçi bu kıyam, sonuca ulaşmayı önceleyen halis niyete rağmen, işin içerisinde bulunan batıcı Kürt zevattan dolayı milliyetçilik bağlamında ilgilisi tarafından salt bir Kürt/çü kıyam, isyan ve başkaldırı olarak tanımlanmaktadır. Tabii ki Şeyh Sait, Müslüman ve şeriatçı/İslamcı bir zat olmakla birlikte kültürel hakları yok edilmek istenen bir halka mensuptu. Sonuçta, Şeyh Said kıyamı, içerisinde bulunulan şartlardan ötürü, karşılıklı olarak Batıcılığa ayarlı Türkçü/ulusalcı zihinler tarafından ?Kürtçü´ bir kıyam olarak tanımlanmıştı. Bir de o kıyamdan kendine ?pay alamayan´ İngilizlerle, Batıcılık amacında hedefleri örtüşen cumhuriyet elitinin anti propagandasıyla da salt şeriatçı bir kalkışım olarak lanse edilmişti.

Cumhuriyet döneminin her açıdan baskıcı tutumu Kürt toplumsal katmanında ister istemez dine karşı bir duruşunda varlığını orta yere koyuyordu. O dönemin Kürt halkına göre Türkler, batılılaşmış ve yabancılaşmıştı? Bu yargılarında pek de haksız değillerdi aslında?

Tek eksiklik, bakışların istisnalara karşı oluşan yoğunluğun çerçevesinde bir icra sonucu yaşanan sıkıntıların görünememesinde saklıydı. Buna rağmen baskıların yoğunluğunu sürdürdüğü dönemlerde, gerek ilmi anlamda ve gerekse de tasavvuf ve tarikat bağlamında Kürt âlim ve şeyhlerin oluşturmaya başladıkları ilim halkalarında Türklerde yer buluyorlardı. Zira Kürt bölgelerinde öteden beri var olan medrese geleneği kaçak göçek de olsa devam ettiriliyordu. Ki, biz burada bir mihnet duygusunun da boy attığını görebiliyoruz.

Aslına bakılırsa, Batıcılık yoluyla yok edilmek istenen Müslüman Türk kimliği, bu kez, Kürt âlim ve şeyhlerinin irşat çabaları sonucu, kendisini yeniden yapılandırmak için uç veriyordu. Bu âlim ve şeyhlere Said-i Nursi´yi ve Şeyh Abdülhakim Arvasi´yi örnek verebiliriz. İcra edilen bu çabalar bizce, günümüzde bize yeni ufuklar sunmayan/sunamayan Sünni bir formda olmuş olsa dahi, en azından iki halkında İslami aidiyetinin teyidi sayılırdı bir açıdan?

Zaman içerisinde var olan İslami aidiyetle birlikte her iki halkın birbiriyle örtüşen ya da örtüşmeyen yeni yönelimleri olmuştu. Tek parti diktasına karşı oluşan demokratikleşme süreci Türk kesimini devlet katmanında bazı aidiyetlerin törpülenmesi söz konusu da olsa, yer edinmesini sağlamaya yönelik çabaları hızlandırdı. Görece bir demokrasiyle birlikte Kemalizm, halkın pek de rahatsız olmadığı başat bir rejim olarak kendini var etmeye çalıştı. Kemalizm´e aslında bir nefret vardı var olmasına ama yeniden keşfedilen Türklük, bir kalkınma sonucu pastadan pay alabilme ve çeşitli açılardan dolayı oluşmuş usulsüzlük ve usul bilmezlik ister istemez karşıtına sığınarak var olabilmeyi tetikliyordu. Yani muhafazkârlaşarak?

Burada bazı ufak tefek farklılıklara rağmen Müslüman Türk kesimi meydana gelen olaylara hemen hemen aynı tepkileri veriyorlardı. Tepkiler, bir İslamilikten ziyade, milliyetçi, muhafazakâr tondaydı. Hatta bu kesim içerisinde Kürt kitleden de katılımlar söz konusu oluyordu. Blok olarak Nurculuk, Süleymancılık, Nakşibendilik gibi sosyal ve dini akımlar; Demokrat Parti, Adalet Partisi, Milli Selamet Partisi gibi partiler ve Yeniden Milli Mücadele, MTTB gibi öğrenci ağırlıklı kuruluşlar kendi bünyelerinde hatırı sayılır bir Kürt kitleyi de barındırıyordu!

Adı geçen bu kitlenin o yapılanmalar içerisinde var olmaları ne bir tesadüf eseri idi ve ne de bir kırılma sonucuydu. İslami ve etnik aidiyetinin ana düşmanı Kemalizm ve Kemalist düşünceden devşirilmiş İslam düşmanı Kemalist sol anlayış, ister istemez, aidiyet temelinde bir saflaşmayı da beraberinde getiriyordu! Ama böylesi bir saf belirlemeye rağmen, o yapılanmaların büyük çoğunluğu çoğu zaman muhalifi oldukları Türkçü/Kemalist zihniyetin düşünce kalıplarına yaslanarak, aralarında bulunan Kürt kesime, sadece kendilerine payanda olsun ya da olacak şekilde bakmışlardı yıllar yılı?

Nasıl ki, şartlar olgunlaşınca solcu Kürt kesim, kendisine ilham kaynağı olmuş bulunan Türk soluna karşı mesafe aldıysa, bu mesafe alış, gecikmeli de olsa o milliyetçi muhafazakâr yapılanmalarda hasbelkader bulunan sağcılaşıp millici karakter sahibi olmuş bulunan Kürt kesimleri de farklı tonlarda taraf değişimine yönlendirmişti?

Salt bir bakış açısını baz aldığımızda burada temel esprinin ne genel anlamda Müslümanlığın ve ne de sol/sosyalist düşüncenin önemsenmediğini gözlemleyebiliriz.

Temel espri, ne olursa olsun, gelinen muhafazakâr ?modern´ süreçte ?Müslüman´ Türk´ün şahsını, onun dünyasını yansıtan milliyetçilikti. Haddi zatında ise, milliyetçilik, bütünleştiricilikten ziyade, karşı tarafın imhasını isteyen, arzulayan, o uğurda çaba sarf eden bir ayrıştırıcı vasfa haizdir. Dananın kuyruğu misali, zamanla ilişkiler de bir kopma noktasına gelmişti. Ama her iki Kürt kesimi için de bir nevi sığıntı durdukları yer, hemencecik koparılıp atılamayacak kadar da sağlamlığı ifade ediyordu.

Müslüman Kürt kesiminin varlık nedeni muadili olan kesim olmasa bile, Kürt solu için bu söz konusu değildi. Kürt solu, kendi varlığını, bir nevi Kemalizm´den beslenen Türk soluna borçluydu. Örneğin, PKK bağlamında sözde Kürt halkının özgürlüğü adına zaman içerisinde geliştiği söylenen ve öyle de bilinen süreç? Abdullah Öcalan´ın yakalanmasıyla başlayan İmralı sürecinde bazı Batılı düşünce adamlarının düşüncelerinden apartılan ama ne Türkiye´nin ne Kürdistan´ın ve ne de her iki halkın şu an ve genel anlamda düşüncesine uyması mümkün olmayan tarzda sloganvari (basmakalıp) ifadelerle ivme kazandırıyordu.

Ama her atılan adım akamete uğramıştı. Şu anda ise, o yapılanma için bir Kürt Devleti peyderpey muhayyel ve zaman içerisinde de gereksiz duruma evirilmektedir. PKK´nın ve bilumum solcu Kürt grupların içerisinde bulundukları durum bu minvaldedir, şu an geldiğimiz noktadan bakıldığında?

Bir de bunun yanında büyük oranda Nurcu yapılanmalar içerisinde kendine yaşam alanı bulan, yerine göre Kur´an´ın evrensel mesajını içselleştirmeye çalışan, ardından tevhidi düşünceyi baz alan, ama temelde ise geleneksel/gelenekçi kaynaklardan beslenmeye çalışan yeni dönem sağcı/milliyetçi Kürt yapılanması, bir takım haklı argümanlar eşliğinde, zamanında içerisinde bulunduğu yapılanmalardan ayrışma yoluna gidiyordu.

Gerçi bu ayrışmaya kesinlikle baştan beri tevhidi düşünceyi savunan, kendi anlam dünyasını onun üzerine inşa eden, milliyetçilik batağında asla bulunma zafiyeti göstermeyen, eldeki imkânlar muvacehesinde ?hakk´a şahitliği? baz alan ve özellikle de Kürt Sorununa dikkat çekip, bu sorunun öncelikle Kürt halkının ?manevi/dinî´ değerleri açısından çözümünü isteyen ve Kur´an nesline talip Müslümanların dahil edilmek istenmesi ise, can sıkıcı bir durum olarak arta yerde durmaktadır.

Evet, tevhidi düşünce muhibbi Müslümanlar; Kürt veya Türk olsunlar, geçmişin donuk kalıpları içerisinde kendilerine sunulan bayat düşünceleri alıp, baş tacı edip, kabullenmek zorunda değiller. İkinci olarak da bulanık bir görüntü peşinde milliyetçiliğe koşan grup, İslami aidiyetinin temellerindeki tevhidi özü, sözde tevhidi bir özle nasıl telif edecek, merak edilir doğrusu?

Geline süreçte, kendi düşünce yapılarına pek te bir hayrı olmamış bulunan gelenekçi kesim gelenekçi olmasına, kendine özgü bir selefizm icat etmesine rağmen, geniş ve aynı zamanda da ilkesel temeli olmayan milliyetçi cenahla bütünleşmeye çalışıyordu. İşte burada devreye ve o devreyi ihya etmeye(!) çalışan bir kitle girmiş oluyordu. Bizler Müslüman olarak, insanları değerlendirdiğimizde adaletli olmak zorundayız. Tabi ki, bu Müslüman kitleyi de aynı kriterle değerlendirmek zorunluluğumuz var?

Bu kitle, hem İslam´ı ve dolayısıyla Kur´an´ı ve hem de yakıcı bir sorun olan Kürt sorununa bakışları itibarıyla kendilerini ?bize göre ?gelenekçi İslam´ anlayışı- sahih İslami bir yolda gören, medrese kökenli, kırsal ilişkiler ağına uygunluk arz edecek şekilde ?bir felsefî form olarak tanımlanmıştı. Tasavvuftan ziyade- tarikatla göbek bağı kabilinden bir bağıntı içerisinde olan, Sünniliği ve özellikle de nev´i şahsına münhasır bir Şafiiliği toplumsal olarak Kürtlük adına dini anlama ve yaşamada bir yöntem ve devletsizlik bağlamında da ulusal -milli- kimlik olarak gören bir kitle olarak tanımlanabilirdi!

Baştan belirtelim ki, bu kitle de, cumhuriyet uygulamalarına kurban giden kesimlerin belki de en mağduru olan bir kitleydi? Diğerleri ise Aleviler ve genel anlamda Müslümanlar?

Bu kitlenin en başta, belirgin olarak birbirine bağlantısı olan, zaman içerisinde biri diğerinin yerine ihdas edilen üç-dört kimliği söz konusuydu; Müslümanlık, Kürtlük, Sünnilik/Şafiilik? Müslümanlık ve doğal olarak sistemin başta etnik temelli zulümlerine mehaz teşkil eden muhaliflikleri?

Var olan bu kimlik zaman içerisinde birtakım sosyal, siyasal ve kültürel sebeplerin sonucunda spontane olarak oluşmuştur. Birbiriyle bağlantısı olan bu kimlikleri ele alıp sorgulayabilirsiniz, bazılarını gereksiz, abartılı vs. bulabilirsiniz. Ama siz kendi kimliğinize/kimliklerinize nasıl ki, dışarıdan veya içeriden bir müdahaleyi istemez iseniz, karşınızda durduğunuz /düşündüğünüz ?bir vehim içre de olabilirsiniz- kimlikleri de sorgulama hakkınız olmamalı ve daha açıkçası bir hiç uğruna yargılama yoluna gitmemelisiniz. Ama sosyolojik bir vaka olarak, onu ele alıp, bazı ilmi verilerden yola çıkarak genel menfaate uygunluk içerisinde değerlendirme her zaman mümkündür.

Ki, tarihsel sürece baktığımızda, ?Müslüman Türk´ kapsamında, içerik sıralaması yapılırsa, Müslümanlık, Türklük, Sünnilik/Hanefilik, muhafazakârlık, millilik, milliyetçilik? Ve en son geldiğimiz noktada ise, her ne kadar Batıya ?giydirseler de´ Batının elde tuttuğu teknoloji sayesinde refah içerisinde lüks bir hayata denk gelen modernleşme halleri paradigmal değişimler muvacehesinde, çelişkilerle devam ediyor, ettiriliyordu? Bu hem de muhafazakâr AK Parti iktidarının ?sözde´ ?Batı´ya rağmen? izlediği Batıcıl politikalara bakıldığında?

İşin bu kısmı, büyük oranda Kürtler içinde geçerliydi. 2000´li yılların başında SOS veren sağcı/solcu Kemalist politikalara ?dur!? diyerek, tüm toplumsal kesimleri kucaklamaya çalışmasının bir benzeri olarak ?en büyük Kürt partisi? payesine uygun görülen AK Parti´nin muhafazakâr kalıplarla izlediği Batıcı politikalar?

Diğer yandan HADEP pratiğinden başlayıp HDP´ de somutlaşan ?inançlara saygılı görünse de´ ?din dışı/din karşıtı? politikalar takip edilmesi de aynı bağlamda değerlendirilebilirdi? Ki, konuyu ve sorunu anlamak açısından gerekli idi?

Kısacası, aynı dine, aynı din içerisinde kendine yer bulmuş olan mezhebi(sünni) forma mensup olan, ama büyük çoğunluğu da, bir takım tarihi, sosyal, siyasal, kültürel vb. sebeplere, saiklere bağlı olarak baştan beri farklı olan, zamanla farklılaşan durumları söz konusu kıldığımızda, Türklerle Kürtlerin bir arada yaşamalarını gerektirecek birçok sebep olmakla birlikte, her iki toplumun kendi yaşam alanı(coğrafi fark)baştan beri oluştura geldiği hayatı algılama durumu gibi saikler, bir açıdan da her iki halkın ?ayrışmasını değil- bir arada, ama kendi farklılıklarını koruyarak yaşayabileceklerini de göstermektedir.

Ki biz bu durumu, farklı coğrafyalarda bulunan ve aynı zamanda aynı kavmi popülasyona ait, ama farklı şehir kimliklerine sahip insan kümelerinin, gelip kendilerinin yabancısı oldukları şehirlerde, maddi anlamla bir arada yaşamaya çalıştıklarında da gözlemleyebiliyoruz. Kaldı ki, farklı kavmi popülasyon için, bu durum içten bile değildi oysa?

Kaynak: Özgün İrade Dergisi.com 



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz