Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Türk devleti - Kürdistan ilişkisi stratejik olamaz

İbrahim GÜÇLÜ(*)

Türk devleti - Kürdistan ilişkisi stratejik olamaz

Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu geçtiğimiz günlerde, Kürdistan´ın başkenti Hewlêr´de Kürdistan Başbakanı Neçirvan Barzani, Kürdistan´ın müstakbel başbakanı Mesrur Barzani ve Başbakan Yardımcısı Kubad Talabani ile görüştü.

Bu görüşme ile Türk Devleti-Kürdistan ilişkileri güncel hale geldi.

Türk devleti - Kürdistan ilişkileri, yeni kurulan bir ilişki değildir. Kürdistan bağımsızlık referandumundan önce zirveye çıkan, stratejik bir ilişki ve ittifak olarak tanımlanan bir ilişkiydi. Bağımsızlık referandumundan sonra, Türk devletinin Kürt karşıtlığı/düşmanlığı politikası ile kırılan ilişkinin yeniden inşası söz konusu.

Türk tarafı bu ilişkiye mecburdur. ABD tarafından uygulanan İran petrolü ambargosundan dolayı zorda olduğu bir dönemde bu ilişkiye mecburdur. Kürdistan´dan petrol alması, Türk devleti için maddi anlamda daha avantajlıdır. Bulunulan aşamada, Suudi Arabistan´la olan sorunlu ilişkilerden dolayı petrol alması Türk devleti için hem maddi hem de siyasi açıdan risklidir.

Türk uzmanlar, Türk devletinin Kürdistan Bölgesi´yle ilişkiler konusunda, ekonomik çıkarlara uygun olduğundan dolayı olumlu yorumlarda bulunuyor.Uzmanların bir kesimi daha önce var olan olumlu ve stratejik ilişkilere son verilmesinin yanlış olduğunu ifade ediyor. Bunun yanında yeni ilişkinin niteliği ve bu ilişkinin varacağı düzey konusunda da bir tanımlama yapmıyorlar.

Türk Devleti-Kürdistan arasındaki ilişkilerin niteliğini, varacağı yeri tanımlayabilmek için kısa bir tarih gezisi yapmakta yarar olduğunu düşünüyorum.

Kürdistan´ın parçalı olması, dört sömürgeci devlet için her parçayı her zaman stratejik ilgi alanı haline getirmiştir. Kürdistan´ın her parçasındaki ulusal kurtuluş yönündeki çalışma ve çaba, dört devletin ilgilendiği bir olgu olmuştur.

Sömürgeci devletler, Kürdistan´daki herhangi bir kazanımı, kendi kayıpları kabul etmişlerdir. Kürdistan´daki bir statü yapılanmasını, örneğin otonom bir yapıyı bile kendi aleyhlerine bir gelişme, kendilerinin işgali altındaki Kürdistan parçasındaki Kürtler için bir örnek ve model olduğunu düşünmüşlerdir. Bundan dolayı, hem kedi işgalleri altındaki Kürdistan´daki Kürtleri ve hem de diğer Kürdistan parçalarındaki Kürtleri kendileri için potansiyel düşman kabul etmişlerdir.

Bundan dolayı, Kürdistan Mahabad Cumhuriyeti´nin, 1970´te gerçekleşen Kürdistan Otonomisi´nin, 1992´den sonra kurulan ve 2005 yılında referandumla onaylanan anayasayla hukuki statüye kavuşan Kürdistan Federe Bölgesi´nin yıkılması için siyasi ve askeri ittifak yapmışlardır.

Ama sömürgeci devletler, kendi aralarındaki dönemsel çelişkilerden dolayı Kürt ulusal kurtuluş hareketine karşı ittifak etmeleri olanaklı olmadığı için, gelişmeleri izlemek, gözlemek, hatta kontrol altına almak amacıyla Kürdistan´daki ulusal kurtuluşçu partilerle ilişki içinde olmuşlardır. Bu ilişkiler İran, Irak, Suriye devletleri için her zaman açık olmuştur.

Türk devletinin Kürdistan´ın güney parçası ile ilişkileri, ANAP-Özal hükümeti dönemine kadar başından beri var olmuştur. Ama bu ilişki gizli ve illegal olmuştur.

1990´dan önce, Türk devleti açısından hayal edilmeyen, devrim niteliğindeki bir pozisyon, gerçeğe dönüşmüştür. ANAP-Özal hükümeti, Birinci Körfez Savaşı´ndan sonra Kürdistan´da KDP ve YNK ile ilişkileri resmi ve açık olarak geliştirmeye başlamıştır.

Kabul etmek gerekir ki Turgut Özal, Halepçe Katliamı´ndan (1988) sonra Kürtleri mülteci kabul etmekle, Kürdistan´ın güneyi ile resmi ilişki kurmak için kapıyı aralamıştı. Oysa biliniyor ki 1975 yılında Baas diktatörlüğünün zulmünden ve katliamından kaçan Kuzey ve Güney Kürdistan sınırlarına dayanan Kürtlere, CHP-Ecevit hükümeti kapıları kapatmıştı. Bu iki siyasi tutum, taban tabana birbirine zıt iki siyaset niteliğine işaret etmektedir. Ayrıca teslim etmek gerekir ki Birinci Körfez Savaşı´ndan sonra Kürdistan´ının ?özgür bölge? olarak ilan edilmesinde Özal´ın özel bir çabasının olduğu da bilinmektedir.

Turgut Özel, Türkiye´de KDP ve YNK bürolarının açılmasına ve Kürdistan Hükümet Temsilciliği´nin açılmasına izin verdi. KDP lideri Mesud Barzani ve YNK lideri Celal Talabani´nin Türkiye üzerinden dünyaya açılmasına olanak sağladı.

Özal hükümeti dönemindeki bu resmi ve açık ilişkiler, Ecevit hükümeti döneminde Dışişleri Bakanlığı´ndaki bazı özel görüşmelerin Talabani tarafından deşifre edilmesiyle ilişkileri olumsuz etkiledi.

AK Parti 2002 yılında seçimleri kazanıp hükümet olunca, bu ilişkileri devraldı, devam ettirdi.  Ne yazık ki uzun bir dönem bu ilişkiler hayli sorunlu, inişli ve çıkışlı oldu. Ama 2013 yılından sonra AK Parti hükümeti ile Kürdistan Federe Bölgesi arasındaki resmi ilişkiler olumlu bir rotaya girdi. Kürdistan Başkanı Mesud Barzani ve Başbakan Neçirvan Barzani, Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı konutunda Kürdistan bayrağı ile karşılandı. Kürdistan Başkanı Mesud Barzani´nin resmi devlet protokolüyle karşılanması, ilişkiyi üst düzeye çıkardı. Ama bu karşılama büyük tartışmalara yol açtı.

Kürdistan Başkanı´yla Kürt ozan Şivan Perwer birlikte Türkiye´ye davet edildi. Erdoğan Diyarbakır´daki mitingde yaptığı konuşmada ?Kürdistan Federe Bölgesi? ismini telaffuz ederek, ezberleri bozdu. Aynı mitingde Kürdistan Başkanı bir konuşma yaptı. Mitingdeki bu konuşmalar, tarihi konuşmalar olarak nitelendirildi.

Türk devletiyle Irak ve İran ilişkileri iyice gerildi.

O mitingten sonra bütün siyasi ve diplomatik yorumcular Türk devleti - Kürdistan ilişkilerini stratejik ilişkiler olarak nitelendirdi. AK Parti hükümeti de bu görüşü benimsedi.

Erdoğan taraftarı gazeteci ve televizyoncular, Kürdistan´da referandumu ilk başlarda olumladılar. Kürdistan´ın bağımsız devlet olmasının da Türk devletinin çıkarlarına aykırı olmadığını ifade ettiler. Kürdistan devleti ile Türk devletinin önce iyi stratejik iki komşu, sonra konfederal bir devlet olabilecekleri ifade edildi. Bu konfederal devletin bütün parçalardaki Kürtlere birlikte hamilik yapabilecekleri, Kürt meselesini köklü olarak çözebilecekleri hayal edildi ve yazıldı.

Ama ne yazık ki stratejik denilen bu ilişkiler 2017´deki Kürdistan bağımsızlık referandumundan önce başlamak üzere, referandumun olumlu sonuçlanmasından sonra sarsılmaya başladı.  AK Parti hükümeti, devletin eski geleneksel ırkçı sömürgeci siyasetlerine döndü. Kürdistan ve yöneticilerini düşman ilan etti. Gümrük kapılarını kapatmakla ve Kürtleri açlıkla tehdit etti. Habur yakınında Irak devleti ile tatbikatlar yaptı.

Türk devleti ile Kürdistan´ın stratejik ilişkisini kökten ortadan kaldıran gelişme, Türk devletinin Irak ve İran´la birleşerek, Kerkük ve birçok Kürdistan bölgesinin işgaline destek olması oldu.

Bütün bu olumsuzluklara rağmen Türk devleti gümrük kapılarını kapatmadı. Sınırlı ticaret yolunu açık tuttu. Zaman içinde Kürdistan´la ilişkileri yeniden geliştirmeye başladı. Kürdistan Başbakanı´nı davet etti. Uçak seferlerini serbest bıraktı.

Türk devleti şimdilerde de ilişkilerini daha ileri bir noktaya taşımak istiyor. Bugünlerde de bu ilişkide büyük bir yararı var. Kürdistan´ın da bu ilişkilerde ekonomik anlamda, bölgedeki saldırganlık engellenmesi bağlamında bir yararı olduğu açıktır. Ama Türk devletinin bütün Kürtleri potansiyel düşman ve tehlike gördüğü, Efrin´de işgal devam ettiği ve Kürdistan´ın batısında işgal  hazırlıklarına devam ettiği; Kürdistan´ın kuzeyinde milli haklarının gaspının devam ettiği koşullarda, Türk devleti - Kürdistan Federe Bölgesi ilişkileri, stratejik ilişkiler olamaz.

______________

(*)Kürt siyasetçi ve yazar

 



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz