Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Târihin ilerlemeci ve gerilemeci güçleri

Süleyman Seyfi Öğün, ilericilik-gericilik mottosu üzerinden dünyaya acı yaşatan ABD ile yeni durumda kendini dünya kurucu olarak gören Çin üzerinden bir değerlendirmede bulunuyor.

Târihin ilerlemeci ve gerilemeci güçleri

Çin’in son çıkışları zihinleri hayli bulandırmış vaziyette. Covid salgını esnâsında kapanan; hattâ salgın kontrol altına alındıktan sonra bile kendisinde devâm ettiğini bahane ederek kapanmasına devâm eden Çin birden bu durumundan sıyrılıverdi. Covid tedbirlerini gevşetti. Yeni bir üretim atağını başlatacağını ilân etti. Daha mühimi, bilhassa Wang Yi’nin son Münih Zirvesi’ndeki temasları neticesinde Rusya-Ukrayna arasındaki savaşta devâm ettirdiği görece tarafsızlık konumunu bıraktı ve Rusya’yı daha açıktan desteklemeye başladı. Xi Jinping’in yaklaşık üç gün devâm eden Rusya ziyâreti, yapılan anlaşmalar ve açıklamalar; dahası, ayrılırken Jinping’in Putin’e dönerek “Dünyâ değişiyor ve bunu biz yapıyoruz” demesi çok sarsıcıydı. Bunları başka gelişmeler tâkip ediyordu. Çin, kan dâvâlı Suudî Arabistan ile İran’ın hâriciye nâzırlarını buluşturuyor ve bir Çin Barışı sağlamakta ileri bir adımı atıyordu. Esasta ve çok kritik olarak altın standartına dayalı olarak Yuan üzerinden enerji alışverişi yatmaktaydı. Süreç burada da durmadı. ABD ve Avrupa’nın tekmil karşı çıkmalarına rağmen OPEC+ devletleri petrol üretiminde kısıntıya giderek petrol fiyatlarının yükselmesine yol açarak enflasyonla boğuşan “ileri” ekonomilere şık bir gol atıyordu. Yetmedi; Brezilya ile Çin arasında Yuan üzerinden ticâret anlaşmalarının kapıda olduğu ve Lula’nın sağlık sorunları sebebiyle tehir ettiği Çin ziyâretini bugünlerde gerçekleştireceği haberi geldi. Fransa’nın TOTAL Şirketi, dondurulmuş sıcı gazı Yuan üzerinden alacağını açıklaması çok çarpıcı bir gelişmeydi.

Finansal obezitenin en kontrol dışı aşamalarına gelmiş olan ve durdurulamayan enflasyon sebebiyle artık güven kaybına uğrayan dolarizasyonun tahtını derinden sarsan gelişmeler yaşıyoruz. ABD hegemonyasının artık derin kayıplarla seyreden bir çöküş sürecine girdiği anlaşılıyor. İyi de bunların neticesinde ne bekliyor dünyâyı? Bu sorunun cevâbı için Marx’a bakmakta fayda olduğunu düşünüyorum.

Marx, üretim araçlarının gelişimini elinde tutan ilerici güçlerin eninde sonunda muzaffer olacağını yazıyordu. Eskinin ayrıcalıklı, lâkin köhnemiş güçlerinin bu gelişmeler karşısında akıl dışı reaksiyoner davranışlarda bulunmasının yadırganmaması gerektiğini; ama bu gayretlerin nihâî kertede bîçâreliğin göstergesi olduğunu, neticeyi değiştirmenin çok uzağında olduğunu da kaydetmiştir. Meselâ feodalizmden kapitalizme geçişin kendisi bunun en tipik misâliydi. Kapitalizm evet, selefinden çok daha derin bir sömürüyü başlatmıştı. Ama hem alt yapı, yâni bir üretim tarzı olarak, hem de üstyapı, yâni zihnî ve rûhî olarak feodalizmden “görece” üstündü ve târihsel bir ilerlemeyi temsil ediyordu. İnsanın özgürlüğünü sağlayan bilim, akılcılık, aydınlanma vb değerleri kapitalizme borçluyduk. Marx, zannedildiği gibi romantik seviyede bir anti-kapitalist değildi. Tam aksine, kapitalizme, sosyalizmi mümkün kılan en ileri sistem olarak neredeyse saygı besliyordu. Doğrusu, günümüzde yaşanan gelişmeleri görseydi Marx neler yazar, neler söylerdi, çok merak ederim..

ABD, kol emeğini tasfiye etti. Silikon Vâdisi misâlinden olduğu gibi ağırlığı katma değeri yüksek know çalışmalara ve start uplara verdi. Epey yol alındı. Ama kafa emeğinin buluşları henüz kol emeğinin boşluğunu dolduracak bir teknolojik-robotik sıçramayı; otomasyonu mükemmelen sağlayamadı. Bu boşluk ABD ekonomisinin yaşadığı bir kaç temel krizden birisini oluşturdu. Çin ise onu teknolojik yarışta yakaladı. ABD, yeni üretici güçleri cezâlandıran gerici güç rolünü oynamaya başladı. 5 G’ye yasaklar koydu. Ticâret ve kur savaşlarını, mal dolaşımını engelleyen kotalar, ambargolar, yaptırımlar takip etti. Ama bu gayretlerinde biraz daha kaybetti; battıkça batıyor. ABD sıkıştıkça reaksiyonerleşip saldırganlaşıyor. Nihâyet Ukrayna-Rusya savaşını çıkartıp onu derinleştirerek ve yaygınlaştırarak daha ölümcül riskler taşıyan bir iklimi insanlığa dayattı. Anlaşılıyor ki savaş olmadan taşlar yerine oturmayacak.

Bu gidişat içinde benim Marx’ın bakışını tâkip ederek sorduğum soru şu: Târihin çöküşe geçen çürümüş gücü ABD ise, Çin ve paktı içine çektiği devletler mi târihin ilerlemeci tarafını temsil eden güçler? Buna ekonomik ve teknolojik olarak evet dememek için sebep yok. İyi de târih çok sayıda yapıdan oluşuyor. Ekonomik ve teknolojik yapılar bunların arasında, evet en belirleyici olanları ama diğer yapıların desteği olmadan bu da mümkün değil. Hukuk, siyâset ve kültürel yapılara bakıldığında, ekonomik olarak ilerlemeci görünenler karşımıza zifirî karanlıklarla çıkıyor. Marx,bunu görseydi ilerleme târihsel konusunda ne kadar da yanılmış olduğunu itirafa mecbur kalırdı. Gâliba, ilerleme lâfı o kadar basite alınacak bir lâf değil. Bu hususta en az Gramsci kadar titiz, hattâ müşkilpesent olmak gerekiyor. Târihin en gerilemeci tarafları en yüksek ekonomik verimlilikler ve en ileri teknolojiler üzerinden de yaşanabilir. Elyevm içinde bulunduğumuz evrede risk budur. Batı’nın ikiyüzlülüklerinden, tabiat ve beşeriyete yaşattıklarından o kadar yıldık ki, kendimizi onun çöküşüne şâhitlik etmekten heyecan duymak; bunu hızlandıran yeni güçlere sempati geliştirmekten alıkoyamayabiliyoruz. Önünü arkasını düşünmeden yapılan işler bunlar. Biden dünyâyı, demokrasiler ve otokrasiler olarak ikiye bölerken yalan söylüyordu. Ayrımlaştırmayı demokratik kozmetiğe sâhip örtük otokrasilerle, bu kozmetik endişeyi taşımayan açık otokrasiler arasında yapmış olsaydı; evet işte o zaman doğruyu söylemiş olurdu…



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz