Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Tarihselcilik çıkmazı

Hz. Muhammed(s)Kur’an-ı Kerim’i iddia edildiği gibi konjonktürel gelişmelere uygun aktarmayı hedefleseydi lafzı tam eksiksiz ezberlemeye çalışmaz, genel mantığı kavrar; zamanı ve yeri geldiği zaman yorumlayarak bildirirdi.

Tarihselcilik çıkmazı

Milli Gazete yazarı Siyami Akyel analiz etti...

Geçen haftaki yazımızda “ Kur’an’ın hem lafız hem de mana yönünden Allah-u Teâlâ’ya ait olduğu konusunda İslâm ulemasının ittifakı bulunduğunu yazmış ve bu konudaki tek şaz görüşün Batiniyye’ye ait olduğunu belirtmiştik. Abdülkahir el-Bağdadi “el-Fark Beynel Fırak” adlı eserinde bu zümrenin İslâm ümmetinden olmadığını söyler. Zira İslâm uleması da Batiniyye’yi Müslüman değil, Mecusi olarak görmüştür.

İslâm tarihinde sadece bu sapkın fırkanın gündeme getirdiği, son yüzyılda da oryantalistlerin ve etkiledikleri Tarihselcilerin gündeme getirdiği “Kur’an’ın lafzen Hz. Peygamber’e (A.S.) ait olduğu” iddiası, Prof. Dr. Mustafa Öztürk’ün videosuyla tekrar gündeme düştü. Videonun içeriğine bakmadan değerlendirenler linç kültüründen bahsetse de mesele sadece bu videodan ibaret değildir. Öztürk, daha önce yazdığı makale ve kitaplarında bu konuyu gündeme getirmiştir.

Mustafa Öztürk, bundan birkaç sene önce Kuramer’in sempozyumundaki “Cihad Âyetleri: Tefsir Birikimine, İslam Geleneğine ve Günümüze Yansımaları” adlı makalesinde Kur’an’ın lâfzının Allah’a ait olamayacağına dâir inancını şu sözlerle dile getirmektedir: “Tam bu noktada Kur’an vahyinin mahiyeti ve Hz. Peygamber’e hem lafız hem mana mı yoksa salt mana ve mefhum tarzında mı indirildiği meselesi de tartışmaya değer niteliktedir. Zira Kur’an’ın hem lâfız hem mânâ itibarıyla inzal edildiğini kabul etmek, cihad ve kıtal meselesinde kullanılan politik dilin bizzat Allah’a ait olduğunu söylemeyi gerektirir. Vahyin salt mânâ ve mefhum olarak inzal edildiğini kabul etmek ise söz konusu dilin Hz. Peygamber tarafından formüle edildiğini, dolayısıyla Allah katından genel muhteva ve perspektif olarak aldığı vahyin ışığında konjonktürel gelişmelerle ilgili yol haritasını kendisinin belirlediğini söylemek gerekir ki, bu ikinci ihtimal daha makul görünmektedir. Aksi takdirde “Allah’ın ahlâkîliği” meselesi gündeme gelir” (İslam Kaynaklarında, Geleneğinde ve Günümüzde Cihad, Kuramer, İstanbul 2016, s.155). Aynı eleştiriyi Tevbe 29’uncu ayete de getirmektedir (s.154).

Öztürk, kitap olarak da basılan söz konusu makalesinde, “Kur’an’ın lafız ve mana olarak Allah’a ait olmadığını, Hz. Peygamberin konjonktürel gelişmelerle bağlantılı olarak vahyi formüle ettiğini” iddia etmektedir. Öztürk, cihad ve kıtal meselesinde kullanılan politik dildeki sertliğin kaynağı olarak Hz. Peygamber’i görmektedir. Bu sert ifadeleri Allah’a yakıştıramamakta, yakıştırılması durumunda Allah’ın ‘Ahlakiliği’nin gündeme geleceğini düşünmektedir.

Buradaki en temel cehâlet, bir akademisyenin kendisini “Allah’ın ahlak sınırlarını belirlemeye” yetkili görmesidir. İşte en büyük hadsizlik budur. Bu mantığa göre, Kur’an’daki hangi ayetin Allah’ın ahlakiliğini gündeme getireceğini, hangisinin getirmeyeceğini birkaç Tarihselci, birkaç oryantalist mi belirleyecek? İşte Kur’an’a asıl müdahale çabası budur.

Makaledeki ikinci temel sapma, kendi görüşüne uygun düşmeyen, cihad ve kıtal ayetlerindeki sert üslupların sorumluluğunun Hz. Peygambere yüklenmesi ve Peygamberin ahlakiliğini gündeme getirmesidir. Üstelik Kur’an’daki Peygamberimiz (S.A.V.) hakkında “Şüphesiz sen çok büyük bir ahlak üzeresin” (Kalem, 4) buyrulmasına rağmen.

Kur’an’ın Hz. Peygamber tarafından konjonktürel gelişmelerle bağlantılı formüle edildiği iddiası “Daha vahiy aşamasında Kur’an’ın değiştirilmesinden habersiz ve müdahale edemeyen bir Allah tasavvurudur.” Kur’an’daki “Şüphesiz zikri (Kur’an’ı) biz indirdik. Onu koruyacak olan da biziz” (Hicr, 9) ayeti, bu tezvirâtı redde kâfidir. Kaldı ki, Kur’an’da Hz. Peygamber Aleyhisselam’ın Allah’tan aldığı vahye sadık kaldığı şöyle anlatılmaktadır: “Eğer (Peygamber) bize isnat ederek bazı sözler uydurmuş olsaydı, mutlaka onu kudretimizle yakardık. Sonra da O’nun şah damarını mutlaka keserdik” (Hakka, 44-46).

Kur’an-ı Kerim’deki “(Ey Muhammed). Onu (vahyi) çarçabuk almak için dilini kımıldatma” (Kıyamet, 16) ayeti, Kur’an’ın hem lafız hem mânâ olarak indirildiğine delalet eder. Zira Peygamber Efendimizi (S.A.V.) acele ettiren lafzen aktarma kaygısıdır. Peygamber Efendimiz (S.A.V.) Kur’an-ı Kerim’i iddia edildiği gibi konjonktürel gelişmelere uygun aktarmayı hedefleseydi lafzı tam eksiksiz ezberlemeye çalışmaz, genel mantığı kavrar; zamanı ve yeri geldiği zaman yorumlayarak bildirirdi.



Anahtar Kelimeler: Tarihselcilik çıkmazı

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz