Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Taksim Cami

Altan Tan Yazdı;

Taksim Cami

En az 70 yıldır yapımı tartışılan ve yılan hikayesine dönen Taksim Cami nihayet Mayıs ayının son cuması açıldı.

Caminin yapılış macerasını çok sayıda kişi yazıp anlattığından bu süreci tekrarlamıyorum.

Türkiye’de on binlerce cami yapılırken bir caminin yapımı neden bu kadar çok tartışıldı ve uzadı diye soracak olursanız bunun tek bir cevabı var:

Laikçiler!

Türkiye’yi zorla ve tepeden inme bir yöntemle tek bir kalıba sokmak isteyenlerle, ihtiyaca bakmaksızın olur olmaz her yere bir cami yaparak kendilerince kimlik yarıştıranların kavgası en azından Taksim’de noktalandı.

‘Cami yaptırma işi’ derin bir meseledir.

Aslında bu ‘derin mesele’ camiden de öte, kilise, havra ve Budist tapınaklarını da içine alacak şekilde tüm mabetler için geçerlidir.

Dünyanın her yerinde halkı elde etmenin, prestij kazanmanın ve göz boyamanın en önemli yolu görkemli tapınaklar inşa etmektir.

Bu Sümer’de, Babil’de, Mısır’da, Roma’da, Mumbai’de, İstanbul’da ve dahi her toplumda aynıdır.

Bir arkadaşımızın ironisi ile inşa edilen tapınak ne kadar büyük ve gösterişli ise inşa eden sultan, şah, padişah, kral ve prensin günahı da o derece büyüktür.

Bir başka ifade ile ‘Ne kadar büyük günah, o kadar büyük mabet!’

Mimari bir şaheser olan Süleymaniye Cami’sini inşa ettiren Kanunu Sultan Süleyman 2 öz oğlunu ve çocuk yaştaki 5 torununu boğdurmuştur.

Mimar Sinan’ın en büyük ve ustalık eseri olan Selimiye Camisi’ni ise tarihe ‘Sarhoş Selim’ olarak geçen 2. Selim inşa ettirmiştir.

Bizim Diyarbekir’in Roma, Selçuklu, Akkoyunlu ve Osmanlı dönemlerinde yapılmış Sur içindeki minareli 13 büyük camisinin 7’si ‘Paşa Camisi’dir. (Fatih Paşa, Nasuh Paşa, Hüsrev Paşa, Ali Paşa, Behram Paşa, Melik Ahmed Paşa ve İskender Paşa camileri-Roma döneminde kilise olarak inşa edilen ve 639’da Hz. Ömer döneminde camiye çevrilen Ulu Cami’ye (Mar- Toma Kilisesi) minare sonradan yapılmıştır.)

Allah nasip etti Fas’ın başkenti Casablanca’daki  Kral Hasan Camisi’ni, BAE’nin başkenti Abu Dabi’deki Şeyh Zayed El Nahayan Cami’sini, Umman Maskat’taki Sultan Kabus Camisi’ni, Pakistan İslamabad’daki Ziya Ül Hak Camisi’ni ve Ürdün Amman’daki Melik Hüseyin Camisi’ni de gördüm.

Bunların her biri birbirinden görkemli büyük sanat eserleri.

Ancak inşa ettiren zevatın ne mal oldukları ise hepinizin malumu!

Hıristiyan aleminde de durum pek farklı değil, hatta daha da vahim.

Gelmiş geçmiş tüm peygamberler içinde en sade yaşayanlardan biri Hz. İsa’dır. Hayatta olduğu süre içinde küçücük bir mescidi (kilisesi) bile yoktur.

Sonraki yıllarda Hıristiyan krallar tarafından başta Ayasofya olmak üzere Milano’dan, Köln’e; Paris’ten Roma’ya; Barselona’dan, Malta’ya kadar tonlarca altın harcanarak muhteşem kilise ve katedraller inşa edilmiştir.

Üzerine giyecek doğru düzgün bir elbisesi bile olmayan Hz. İsa’nın takipçisi olduklarını iddia eden Kardinal ve Papaların giysileri altın işlemelerle doludur.

İslami ahlaka göre cami yapımındaki en önemli iki ölçü ihtiyaç ve sadeliktir.

Mescitler sade olmalıdır ve ihtiyaç var ise yapılmalıdır. İhtiyaç yok ise hayır ve hasenat için yol, köprü, çeşme, hastane, medrese…yapılmalıdır.

En başta Hz. Muhammed’in Mescidi  oldukça mütevazidir ve minaresi bile yoktur.

Allah’ın Evi (Beytullah) Kabe ise dünyanın en sade mabedidir ve sadece oldukça mütevazi dört duvardan ibarettir.

Bu konuda bir diğer çok önemli ölçü de estetiktir.

İslam ülkelerindeki camiler, özellikle de Türkiye’dekiler estetik yönünden birer faciadır.

Çok azı hariç yapılan camilerin büyük bir kısmı eski Osmanlı camilerinin birer çok kötü kopyasıdır.

En çarpık anlayışlardan biri de Osmanlı tipi kubbeli camilerin halk tarafından  birer dini farz olarak algılanmasıdır.

Halbuki ‘dini’ bir cami mimarisi yoktur ve kubbe de özellikle Ayasofya’dan esinlenerek Bizans’tan alınmıştır.

Arap ülkelerindeki camilerin çoğunda kubbe yoktur.

Bugünkü perişanlığın ve cahilliğin en başta gelen sorumluları bu konuda en ufak bir çaba göstermeyen Müslüman mimarlardır.

Yeni teknoloji ve malzemelerle özgün projeler üretilememektedir. Bu konuda diğer İslam ülkeleri  birkaç adım da olsa Türkiye’den ilerideler. Az da olsa başarılı projeler var.

Gelelim Taksim Camisi’ne;

Bana göre Taksim’e cami yapılması ihtiyaç açısından da, dayatmacı laikçilerin her türlü engellemelerine karşı bir kimlik ifadesi açısından da gerekliydi ve yapılmalıydı.

Çok şükür yapılırken bir estetik cinayeti işlenmedi.

Taksim Cami eski ve yeninin gayet başarılı bir şekilde harmanlanması (neo-klasik) ve abartıya kaçmayan (‘ne büyük, ne de küçük’) mimarisi ile estetik yönünden de başarılı bir eser oldu.

İstanbul’un Sultan Ahmed Meydanı’ndan sonra en önemli meydanı olan Taksim Meydanı’na güzellik kattı.

Taksim Meydanı’nın genel görünüşü ise ne yazık ki Beyazıt meydanı gibi berbat.

Her iki meydana da mutlaka yeni bir düzenleme gerekiyor.

Ne yazık ki yüz yıllardır doğru düzgün bir meydan inşa edemiyoruz.

Halbuki Batı’da şehir demek aynı zamanda meydan demektir. Neredeyse kasabaların bile kendi ölçeğinde mutlaka bir meydanları vardır.

Bizim ise koskoca ülkede Sultan Ahmed Meydanı’ndan başka ‘meydan’ diyebileceğimiz bir meydanımız yok.

O da Bizans’tan kalma!

İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun kendini kanıtlaması için önünde büyük bir fırsat bulunuyor.

İnşallah iki güzel proje ile hem Taksim hem de Beyazıt meydanlarının çirkinliklerine son verir.

Taksim Cami hayırlı olsun.

Kaynak: Farklı Bakış



Anahtar Kelimeler: Taksim

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz