Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

STK’lar, Silahsız Türk Kuvvetleri…

Hasan Dündar, hikmetakademisi.com’da “STK’lar, Silahsız Türk Kuvvetleri…” başlıklı bir yazı kaleme aldı.

STK’lar, Silahsız Türk Kuvvetleri…

Geçmişi hatırlayınca hepimiz aynı duayı yaparız; “Allah o günleri bir daha bize göstermesin”… 

Stk'lar, Silahsız Türk  Kuvvetleri…

Geçmişi hatırlayınca hepimiz aynı duayı yaparız;” Allah o günleri bir daha bize göstermesin”.  Kim bu duayı yapıyor yada hangi zaman ve ne için yapıyor dersiniz?… Sağcılar mı? Solcular mı? İslamcılar mı? Kürtler mi? Aleviler mi? Ulusalcılar mı? Laikler mi? Bence bu sayılan ve sayılmayan ülkedeki bütün renk ve çeşitlilikteki kesimlerin bu ülke tarihi boyunca şimdiye kadar “ötekileştirildikleri, kıstırıldıkları, seslerinin kısıldığı, haykırmak yerine yutkundukları, işkenceden geçirildikleri, faili meçhullere dahil edildikleri bir günleri, bir zamanları mutlaka olmuştur. Hayali balon düşmanlık sebepleri ile devlet, düzen, rejim, v.s. v.s düşmanı ilan edildikleri yetmiyormuş gibi birbirlerine düşman edildikleri de işin cabası olmuştur. Bugün her şey bitmiş, her şey süt liman olmuş demek istemiyorum tabi ki. (1) Fakat bugünün Türkiye’si dünün Türkiye’si değildir. Ve geriye de dönmeye hiç mi hiç niyeti yoktur.        

Hani bazı yazar ağabeylerimiz derler ya “Devlet dün düşman oldukları ile bugün yüzleşmelidir”. Bence biz, yani dün birbirine düşmanlık edenlerimiz öncelikle birbirimizle yüzleşmeliyiz. Birbirimizin gerçekliğini bilerek birbirimizle yüzleşebilmeliyiz. Yani geçmişte kalmanın bize faydası olmadığı gibi hiç kimseye de faydası olmayacaktır. Ama geleceği kurgularken de geçmişte nasıl kullanıldığımızda unutmamamız lazım diye düşünüyorum… Bilenler bilir, unutanlara ibreti alem için tekraren hatırlatma babında yazının başında kullandığım STK’lar, Silahsız Türk Kuvvetleri deyimini 28 Şubat günlerinden kopyaladığımı bilmenizi isterim. 28 Şubat hani şu bin yıl sürecek dedikleri ve bu ülke insanlarına karşı sürdürülen ötekileştirme operasyonu çerçevesinde genelde İslamcılara karşı yapılan kadife darbe dönemi. 28 Şubat sonrası ayrı bir filmin senaryosu olduğundan şimdilik kenarda kalsın…             

1996 yılı aralık Ayı’nın ortalarıydı. Refahyol hükümetinin altıncı ayı idi. Merhum Necmettin Erbakan ve Tansu Çiller hükümeti’ni düşürmeyi kafasına koymuş cunta harıl harıl çalışıyordu. 28 Şubat’ın beyin adamı deniz kuvvetleri eski komutanı Güven Erkaya cunta ile yakın temasta bulunan politikacılara iş adamlarına sivil toplum kuruluşları liderlerine “bu defa işi silahsız kuvvetler halletmeli diyordu.”

Güven Erkaya paşanın silahsız kuvvetler dediği Türk kuvvetleri aslında birtakım çevrelerce adı   BEŞLİ ÇETE’ye çıkmış beş adet S.T.K idi. (2)                 

Bu açıklamadan bir süre sonra, önce Türk-İş, DİSK ve TESK Başkanları bir araya geldi. 5 Şubat 1997 tarihinde ortak bir açıklama yaparak “devleti ele geçirmeye çalışan uyuşturucu bağlantılı çetelerin ve insanların dini duygularını istismara dayalı yasadışı örgütlenmelerin” karamsarlığı artırdığını söyledi. Bu üçlü 6 Mart 1997 günü milletvekillerine gönderdikleri mektupta ülkenin yaşamsal sorunları için parti farkı gözetmeksizin bir araya gelmelerini istediler. 27 Mayıs 1997 günü Ayazağa Harp Akademileri Komutanlığı’nda aralarında işveren örgütleri ve sendikacıların da olduğu bir gruba bir brifing verildi. TİSK Başkanı Refik Baydur bu toplantıyı “anlamlı bir kucaklaşma” olarak 3 Mayıs 1997 tarihli Yeni Yüzyıl’da yazdı: Baydur yazısında “Biz, sivil toplum örgütleriyle, sendikalar bu görevi gerekiyorsa ordu mensupları ile beraber yürütelim” diyordu. Nitekim öyle olacaktı. Daha sonra TİSK ve TOBB’un katılmasıyla “üçlü sivil girişim” beşli hale geldi.  TOBB, TESK, TÜRK-İŞ, DİSK ve TİSK 21 Mayıs 1997 tarihinde ortak bir açıklama yayınladı. Açıklamada “irtica, günümüz Türkiye’sinde demokrasi için büyük bir tehlike haline gelmiştir” ifadelerine yer verildi. Açıklamada “halkımızın artık, bu hükümete güveni kalmamıştır. Bu anlayıştaki hükümetin yerine (…) güvenilir bir hükümetin bir an önce kurulması” isteniyordu. (3)           

Geçen yazımda bir alıntı ile başlamak istiyorum. “STK tanımına dahil edilen örgütlerin büyük çoğunluğunun gerçek anlamda STK sayılması mümkün değildir. Resmî ideolojilerle arasına sınır koymayı başaramayan, resmî ideolojiden bağımsızlaşamayan örgütlerin eninde sonunda rejim tarafından araçsallaştırılmaları, kullanılmaları, manipüle edilmeleri kaçınılmazdır. Bunun için batıdan alıntılanan STK’ların batıdaki asıl adı NGO [non -governmental organizations- hükümet dışı örgütlerdir]“. Bu yazı serisinin 1. bölümünde (4) STK olmayan STK’ların araç gibi kullanılmaya çalışıldığı dönemlerde nasıl STK hedeflerine aykırı bir biçimde araç oldurulduklarını izah etmeye çalışmıştım.            

Günümüz itibarıyla STK’lar hakkında o kadar çok şey yazılıp çiziliyor ve bütün bunların üzerine öyle duygu yüklü nutuklar atılıyor ki; İnanın duyma imkânı olmayan “sağırlar” bile neredeyse duygulanıp selpak mendillere sarılacaklar. Yani anlayacağınız şimdilerde mevcut STK’larla ilgili Allah muhafaza ters bir şey söylemeye gelmez. Çünkü bu STK’lar bizim her şeyimiz, varımız yokumuz, ancak bu STK’lar varsa biz varız. Yoksa kendimizi nasıl ifade ederiz, kabilinde say sayabildiğiniz kadar gerçek sandığımız hayal ürünü yanılsama. Bu işin sonu nereye varacak pek bilen de yok. Bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete cinsinden çeşit çeşit STK’lar. Şimdi tekrara lüzum yok. Camiye gelene abdest almayı anlatmaya benzemesin diye sizleri yok STK nedir ve ne içindir? Yok sivilleşme yada vesayet gibi bir sosyolojik ve felsefik tartışmanın içine çekmeyeceğim. Sadece mevcut durumu tespit için hatırlatırsak STK’lar artık bilcümle bizim vazgeçilmezlerimizdir. Solculardan ziyade özelliklede bastırılmış toplulukların, Kürtlerin, Alevilerin, Romanların, kısmen sağcıların özelliklede İslamcıların yanlarında sevindikleri ve gözleri gibi en değerli şeyleriymiş gibi muhafaza ettikleri STK’ları günümüzün en geçer akçesidir. Bu durumdan rahatsız mıyım? Diye kendime soracak olursam cevabım çok net: Asla ve kat’a. Peki nedir derdim? Toplumsal tepkisizliğimizin kökenine varmak isterken bazı düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Çünkü şimdilerde özgürlük alanını açmak veya zulme karşı duranlarla ortak bir dil oluşturmak başlangıcı ile “Daha çok demokrasi ama Herkes için demokrasi“ dediğimizde en mahrem yerleriyle bize gülmeye çalışan birileri dün de STK’lara çatarak atıp tuttuğunda yine ikaz edenler bizlerdik. STK’lara çok atmayın yarın birer STK’nın başında sizler olabilirsiniz derdik. Bizim güya bu çocuksu sözlerimiz onların dudak bükmesine vesile olur, bizim zavallılığımıza(!) acırlardı… Şimdi her biri bir STK’nın başında. Şimdiye kadar sizler yazdığım kısaltma STK’nın açılımını hala sivil toplum kuruluşu zannediyorsanız yanılıyorsunuz. Çünkü günümüz de sivil toplum kuruluşundan çok Silahsız Türk Kuvveti gibi yapılanmalar söz konusudur. Yani askerin yerine vesayeti de başka şekilde meşrulaştırmak için hazır kıt’a emre amade bekleyen kurum ve kuruluşlar. Yaşadığımız beldelerde veya ülke genelinde bırakın yanlışlara çıkmak hiç olmazsa iktidarın elini güçlendirmek için bile olsa “ortak akılla” çalışan, örgütlenen ve bu örgütlülüğünü canlı bir şekilde bütün çalışmalarına yansıtan gerçekten sivil kurum ve kuruluşlarımızın sayısı STK’ların yüzde onunu geçmez diye düşünüyorum. Geriye kalanlarımız ya illegalitenin resmi görüntüsü yada dostlar pazarda görsün kabilinde onların var niye bizim yok dercesine birer dernek yada vakıf. Bu sözüm ona STK’lar hangi örgütlülüğü sağlayacak ta ne iş yapacaklar? Bakıyorsunuz şehrimiz de bir şeyler oluyor kimsede tık yok. Hele hele iktidarın bir yanlışını yada yanlış anlaşılan bir şeyini Allah muhafaza gündeme getireni bırakın, gündemin yanın dan geçeni bile yok. Peki böyle olunca askeri vesayetin yerini sivil vesayet almıyor mu? Kısacası toplum veya bireyleştirilen ama camia adı verilen yapılanmalar otur otur, kalk kalk, Allah muhafaza öl öl gibisinden birer robot halini almıyorlar mı? Bırakınız demokratik hakları “onların işleri aralarında istişare iledir” hükmünü bile ıskalayan bir anlayışla başkanlıklar, yönetim kadroları hep şekil şartından ibaret hep derinlerde oluşturulmuyor mu? İnsanlar ağabeylerinin, üstadlarının, efendilerinin, şeyhlerinin v.b komitelerinin onaylayıp önlerine koydukları listeleri seçmiyorlar mı? Hatta yasama için seçilen vekiller, oluşturulan hükümetler hep bu anlayışla seçtirilen parti teşkilatlarının eseri değil mi? İşte sonuçta bu STK’lar yani Silahsız Türk Kuvvetleri hangi örgütlülüğü sağlayıp hangi faaliyeti gerçekleştiriyorlar? Yapılanları görmeyecek kadar kör değilim elhamdülillah ama tepkisizliğimizi, sessizliğimizi, uysallığımızı gördükçe bu STK bize yaramıyor diye aklıma geliyor. Bilmem siz ne dersiniz? Yani mücadele azmi bitmedi mi? Devrimcilik pardon mücahitlik rafa kalkmadı mı? İsar anlayışımız körelmedi mi? Yani yumuşayıp evcilleşmedik mı? Kısacası bu STK’lılaşma bizi mevcut düzen nezdinde “ehilleştirmedi” mi? Sürekli yanlış üstüne yanlış yapmıyor muyuz? Nasıl bir STK işleyişidir bileniniz var mı? Dostlar, STK’ları kapatalım yada illegaliteyi ön plana çıkaralım demiyorum. Ama mesela İslam’dan öncede bazı ibadet şekilleri vardı ama Allah vahiyle peygamberimize (SAV) onların içini boşalttı. Cahiliye adetleriyle içleri dolu olan bu ibadetler yeni şekil ve Formları ile Mekke’nin fethine vesile oldu. Biz de bunu başarabilir ve Mekke’mizi fethedebiliriz. Mesela Miladi yılbaşı aslında Mekke’nin fetih günüdür. Ama biz yılbaşına alternatif olsun diye her 31 ocakta Hicri takvimini bırakır miladi takvimi kullanırız…  Bilvesile düşünelim STK’lar bizim örgütlülüğümüz müdür yoksa bizi ehilleştiren birer aygıt mıdır? Yahut Silahsız Türk Kuvvetleri olmaktan nasıl kurtuluruz? Tabi vesayetten yana değilsek yoksa geçmiş olsun hayırlı işler…        

68 kuşağı solcular… değişen dünyaya yeni ama yeniden bir cevabınız yok mu? Siz de SSCB gibi dağılıp karşı olduğunuz emperyalizmin yeni adıyla küreselleşmenin engin kucağında kayıp mı oldunuz? Ya sağcılar soğuk savaş biteli yıllar geçti ve dünya artık tek patronlu, sizin bugünkü gündeminiz hala kominizim ile mücadele mi? Muhterem İslamcılar her biriniz yanınızdakilerle 73 fırkaya ayrılıp en çok düşmanlığı da yine birbirinize yaptığınız yetmedi mi? Kimlerin gerçekten kardeş olduğunu hala öğrenemediniz mi? Veya İslam’ın modern dönemlere ve çağa bir cevabı yok mu? Ey Kürtçülük yapanlar hepimiz akan kandan boğulmak üzereyiz. Hala Türk’lerinde Kürt’lerinde gözyaşlarının renginin aynı olduğunu öğrenemediniz mi? Alevi kardeşlerimiz sizi dindışı saymak isteyenlere hala Hz. Ali tokadı atmanın vakti gelmedi mi? Her yeri Kerbela’ya her günü aşura’ya çeviren Yezidlere karşı hala Hüseyin olmaya niyetiniz yok mu? Kısacası soğuk savaş döneminin radikal rüzgarlarına dayanamayıp ateşli ideolojik hastalık geçirdiğin de, haklı yada haksızca “devlet, düzen, rejim düşmanı ve bölücü örgüt üyesi” diye yaftalanan, yakalanan, yargılanan, cezaevinde yatırılan, aftan yararlandırılan yani “SAKINCALI“ sayılan herkesin bugün itibariyle durup düşünmesi lazım. Geçmişte kalmanın kime ne faydası olacak? Artık gerçekliğimizle yüzleşmenin sırası değil mi?        

Bunları söylerken kimsenin davasından, düşüncesinden vazgeçmesini istemiyoruz. Farklılıklarımız la bir arada yaşarken, inançlarımıza ve özgürlüklerimize saygı göstererek bir arada hukukun üstünlüğünün egemen olduğu adalet ve refahı sağlayamayız mı? Yani başladığımız bu süreci devam ettiremeyiz mi? Demokrasi ama sadece bizim için mi? Haklarımız ve özgürlüklerimiz sağlansın ama ötekiler bize ne mi olsun? Sadece kendimize mi Müslüman olacağız yani? Onlar yapmışlardı biz niye yapmayalım demek bize yakışır mı?

Bu satırların okuyucuları eğer sağcı iseniz hiç solcu arkadaşınız, solcu ise hiç sağcı arkadaşınız yok mu? Başı açık iseniz hiç başörtülü arkadaşınız, başörtülü iseniz hiç başı açık arkadaşınız yok mu? Alevi iseniz Sünni, Sünni iseniz alevi bir dostunuz yok mu? Kürtçü iseniz hiç Türk‘çü, Türk’çü iseniz hiç PKK’lı bir arkadaşınız yok mu? Yani bu karşıtları ne kadar çoğaltırsak çoğaltalım toplum da hiçbirimizin hiçbirimiz le bir problemi yok gibi. Varsa bile konuşa konuşa bir noktada buluşabiliyoruz. Yığınla bedel ödeyerek geldiğimiz bu noktada artık geriye dönüşe izin vermeyelim. Geçmişte kalmamak için gerçeklerle yüzleşmesini bilelim. Biz yüzleşmesini bilirsek bizim oluşturduğumuz toplumda yüzleşecek, devlette yüzleşecek, düzende yüzleşecek.

Bütün problemlerin taraflarına bakınız. Belki birkaç kişi, belki birkaç yüz kişi, belki binlerce kişi ama biz seksen üç milyonuz biliyor musunuz.?          

Şimdi gelelim “STK’lar ve BBK (Bulunmaz BURSA Kumaşı) Üyelerine. Evet aynen böyle. İnanmıyorsanız bağlı olduğunuz yani üyesi olduğunuz STK’nın yönetimine bir bakın. Yönetiminizdeki arkadaşlara, yoldaşlara yani kardeşlerinize bir bakınız. Sizin yönetiminizdeki birkaç kişi mutlaka başka bir STK’nın da yönetiminde bulunuyor. İz sürmeye devam ediniz lütfen. Hani derler ya biz kırk kişiyiz kırkımız da birbirimizi biliriz. Bu defa o yönetim deki birkaç kişi de başka bir STK’nın yönetimin de. Bunun ne mahzuru var dediğinizi duyar gibiyim. Hakikaten nüfusu yüz binlerce olan bir şehrin bütün aynı tarafta(!) olan STK yönetimlerinin hemen hemen aynı kişilerden oluşması sizce garip değil mi? Yahut normal bir işlem için belli bir yaş ve sonrası için tam teşekküllü hastahanelerden sağlık raporu istenirken başta devlet-hükümet idareleri vakıf dernek yani STK’lar için neden böyle bir kayıt istenmez…yahut tek adamlılığa karşı çıkar ve bu ney ya;  ben kendimi bildim bileli bu adam burada deriz de vakıf dernek yani STK’lar için neden böyle bir şey demeyiz… Bazen birileri benim gibi sorar gibi olunca “ birader doğru söylüyorsun da, maalesef adam yok ki” Yani deniliyor ki cevaben “bu kutsal yükü ancak bu bir avuç insan taşımaya adaydır. Başka kimse olmadığın dan…” Şimdi anlatabildim mi acaba “STK’lar ve bulunmaz Bursa Kumaşı üyelerini. Siz istediğiniz kadar “patiska, ipek yada kadife olduğunuzu haykırınız. Bu STK’larda Bulunmaz Bursa Kumaşı geçiyor.” kısacası inanmadığımız “demokrasi” için “film icabı demokratlık” bizim yaptığımız. Bu filmdeki rolümüzün esas artist olduğunu zannetmeyin, kıytırıktan bir figüranlık. BBK(Bulunmaz BURSA Kumaşı) ne eskir nede yaşlanır, yetmişlik dede de olsa farketmez ilk günkü gibi yaldır yaldır ve pırıl pırıl… Koltukta 20 yıl geçmiş olsa bile sen yürek çırpısına bak 18’lik maşallah… Çocukluğumda yöresel olarak en çok kırmızı pazen-patiska kumaş alındığı için esnaf elinde kalan başka renkleri satmak için şu kadar kırmızı alman için şu kadar başka renk kumaş alman lazım derlerdi… Bizim bu şansımız dahi yok bilesiniz !…Çünkü STK’lar bulunmaz Bursa kumaşından pardon hep bir avuç insandan oluşurlar…         

Demokrasinin mahiyetini anlamayan bazılarının zihninde teorik olarak böyle bir karışıklık var. Demokrasi bir inanç veya akide değil, toplumlarda inanç ve değerler sistemine, kendini özgürce ifade etmesini, pratik hukuk ve yönetmeliklerde somutlaşmasını sağlayan prosedürel bir Formüldür. İnanç ve değerler toplumdan topluma değişir. Avrupa ülkelerinde bir parlamento Lut kavminin çirkefliğinden olan homoseksüelliği serbest bırakmak için oylama yapabilir fakat Müslüman bir ülkedeki parlamento bunu yasaklamak için oy kullanır, sonuçlar zıt olmasına karşın, iki çalışma da şeffaf demokratik bir yolla gerçekleşir. İslam toplumundaki demokratik netice, şüphesiz İslam hükümlerine uygun olacaktır; gayri Müslim bir toplumdaki neticesi de başka olacaktır, bunun dışında başka bir şey beklenemez. (5)  Kısacası demokrasiye yüzde ellibir zırdelinin yüzde kırkdokuz akıllıya hükmetmesi gibi tanımlamalarla demokrasiye küfür demenin yolları aramanın üzerinden çok zaman geçti. Çünkü soğuk savaş döneminin alışkanlıklarından vazgeçenler sadece Mekke’nin resullerin yolu olmadığını; Resulün(sav) Medine’sinin de olduğunu gördüler. Bu görüş demokrasinin yüzde doksan dokuza rağmen yüzde birin haklılığının korunmasıdır tanımını da beraberinde getirdi. Yani uluslararası trafik renkleri olan kırmızı yeşil ve sarı renklerinin doğudaki olaylardan dolayı o bölgelerde nasıl bir “kullanılamaz” anlayışına bizi götürmüyorsa veya yasaklanması halinde nasıl bir hercümerç bizi bekliyorsa, işte demokrasi hakkındaki bu düşünce değişimi beraberinde demokrasinin unsuru olan “şeyleri” de kullanmamızı gerekli kıldı. Bunlardan biri STK’lar. Yani Sivil Toplum Kuruluşları.         

Biz her görüşte olanlar STK’lar aracılığı ile: Şehirlerimizde ve ülkemizde genç insanların mevcut bilgi paradigmalarını sorgulayabilecekleri bir tartışma ortamı oluşturuyoruz. Özgür, hoşgörülü bir çalışma, araştırma ve tartışma ortamı olarak oluşan bu STK’lar, evrensel, ulusal, mesleki bilgi ve düşüncelerin sorgulanması, yeniden üretilmesi, yaygınlaştırılması, insanlık yararına uygulanması yolunda çaba harcamakta, bu çaba içindeki yetenekli bilim ve düşünce insanlarına katkıda bulunmayı amaçlamaktadır.

Bireyin toplumla, toplumun doğayla uyum içinde yaşadığı bir küresel sistemin imkanına inanan STK’lar, böyle bir sistemin bilgi, inanç ve estetik temellerinin özgürce araştırıldığı bir ortamı hedeflemektedir. Bu STK’lar bir yandan çağdaş dünya toplumunun ana dinamiklerini anlamaya, diğer yandan kendi toplumunun tarihi köklerini bulmaya ve bu kökler üzerinde sağlıklı bir geleceğin inşasına katkıda bulunmaya çalışmaktadır. Bilginin üretimi ve organizasyonuna odaklanan bu STK’lar seminer, araştırma, sempozyum, panel ve yayın faaliyetlerini kurdukları bu merkezler vasıtasıyla yürütmektedirler.        

Toplumumuzun bir bilgi geleneği oluşturmasını zorlaştıran psikolojik ve entelektüel engelleri ortadan kaldırmaya odaklanan, İnsanın anlam ve değer dünyasına yatırım yapan, daha adil ve haktanır bir dünyanın/düzenin imkânını soruşturan sadece kendi kendine değil de farklı iklimlerin mensuplarını dahi buluşturarak. Bilgiyi dert edinen, talep eden her kuşaktan kişiye kapılarını açarak, Perspektifiyle medeniyet ve kültür birikimimize, tarihi ve coğrafi derinliğimize bir yolculuk yapma azmindedirler.          

Tüm insanlık olarak küresel düzlemde köklü değişim ve dönüşümlerin eş zamanlı yaşandığı bir dönemden geçiyoruz. Ülkelerimizin kendi bünyesinde barındırdığı -gerek kadim kültürlerin tecrübe birikimi, gerekse modernleşme sürecinin en temel ve karmaşık unsurlarını barındıran çok yönlü tarihi mirası gibi- farklı tarihi tecrübeler; yeni sentezlerle ufuklar açabilecek, Ülkelerimizi yerel sorunların aşılmasında ve evrensel bunalım alanlarında etkin kılabilecek büyük bir imkândır… Oluşturulacak yeni bir söylem ile ancak ve ancak kalitesi yüksek, ufku derin, bakış açısı geniş, geçmişine yaslanarak aslını inkar etmeden, öncelikle kendisiyle barışık ve kendi kendine yetebilen, dünya küresini yüreği ile birlikte avuçlarında taşıyan insan kaynağı ile üretilebilir. STK’ların şimdilerde yaptıkları ve yapmayı hedefledikleri iş budur kanaatimce. (6)           

Fakat İslam ülkelerinde, bazı İslamcılar kurulum evresini aşmaktan hâlâ acizler, bu da kimi İslami hareketlerin geç gelişmesinin ve İslami değişimin gecikmesinin nedenlerindendir. Yıllar geçmesine rağmen hiçbir merhale kat edemezler. Örneğin gizli çalışma sorunu, bu hareketlerin doğmasına neden olan baskı koşullarından dolayı, kurulum aşamasında İslami hareketler mirasının bir parçasıdır. Bazı Arap ülkelerinde halen gizli çalışma mecburiyeti devam ediyor. Ancak bazı İslamcılar, aleni hareket etme ve yetenekleri araştıracak, toplumsal değişim hareketinde hataları ortaya çıkartacak, kusur yönlerini belirtecek, açık alanda toplumla karşılaşma cesaretini gösteremiyorlar. Daha çok gölgede çalışmaya, karanlıkta hareket etmeye meylediyorlar, çünkü bu, ayıpları örter; hareketin dışından gözlemcilerin gözünden ve hareketin içinden uyanık hesap soran rakipten uzak kalmak için daha güvenilir. Ama karanlıkta çalışmak, diktatörlerin özelliğidir. Veyahut bunların hiçbirisini görmezden gelerek hala soğuk savaşın enstrümanlarını kullanmaktan vazgeçemeyen ve düşünme şekillerini terk edemeyenler diktatoryayı tercih ettiklerinin farkında olamıyorlar. (5)  Çünkü STK’larda hala niye seçim yapıyoruz ? Yahu ağabeylerimiz var ya… Onlar kimi işaret ederlerse biz ona tabi oluruz diyenler oluyorsa, daha çok yol almamız gerektiği ve daha çok çalışmamız gerektiği ortadadır. Buna şükür diyelim bir yanda ya seçimde neymiş şekil şartı yaparız biterden ziyade, bağlı oldukları STK’ların baş ve yönetimlerinden habersiz olanlarımıza ne demeli… Alışacağız…Alışacaklar diyordu rahmetli Özal… Demokrasiye küfür desek te (!) istişareye iman etmekten vazgeçemeyeceğiz…

D İ P N O T L A R :

1- Bakınız: https://www.hikmetakademisi.com/Article/24-donusumlu-otekilik

2-https://www.takvim.com.tr/yazarlar/erandac/2013/06/11/28-subatin-silahsiz-kuvvetleri.

3- Aziz ÇELİK-T24- 18 Nisan 2012. Yazısı: 28 Şubat, silahsız kuvvetler ve sendikalar…

4- Bakınız: https://www.hikmetakademisi.com/Article/323-g-o-n-g-o…

5- Şankıti’den ttps://www.timeturk.com/tr/2010/11/23/islamcilar-bu-roportaji-cok-tartisacak.html?utm_source=twitterfeed&utm_medium=twitter

6- özetle BİL-SAV v.b STK’lar…. https://ogrenmetasarimlari.com/turkiyede-bilim-ve-teknoloji-alaninda-calisan-bazi-sivil-toplum-kuruluslari-ve-dernekler/

 

Kaynak: farklı bakış



Anahtar Kelimeler: Silahsız Kuvvetleri…

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz