Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Post-Ulusal Söylem Olarak Türkiyemerkezciliği

İrfan Burulday Yazdı;

Post-Ulusal Söylem Olarak Türkiyemerkezciliği

Türkiyemerkezciliğin Kürtler üzerinde nasıl bir iktidar ağı kurduğuna ilişkin tartışmaya başlamanın önemi çok açık. Türkiyemerkezci politikaların, dini ve kültürel okumaların yanı sıra ön kabullerinin sistemli bir eleştirisini de ayrıca yapmak gerekir.  Sonrasında ise anayasa merkezli eşitsizliğin ve bu eşitsizliklerin gerek eğitim uygulamalarında ve gerekse de devletin kamusal alanı ve toplumsal işleyişte nasıl yürütüldüğüne ilişkin etraflıca bir tartışmaya acil ihtiyaç olduğu gün geçtikçe çok daha öne çıkıyor. Türkiyemerkezciliği/Türkiyelileşme ve bu bağlamda sömürge uluslarda cereyan eden post-kolonyal politikalar tüm bu tartışmaların yapılmasının en temel nedenini oluşturur. 

Günümüzde Türkiyemerkezciliği bağlamında “post-ulusal” ve sonrası hakkında yürütülen tartışmaların yeni boyutu nedir? Bu tartışmalarda yeni sayılabilecek bir boyut var mı? Bunun benzeri soruları yanıtlayabilmek için konuya ilişkin incelemeleri kapsamlı iki bağlama yerleştirmek mümkün. Birinci bağlam, Türkiyemerkezci tezinin bizatihi Kürt kimlikli Türkiyeci sosyalist bürokratlar ve politikacılar tarafından dillendirilmesi, ikinci bağlam ise “Batılılaşma” ve “Avrupamerkezciliği” gibi düşünsel geleneklerle aynı olmasa da kısmen benzer özellikler taşımasıdır. Çalışmada, Türkiyemerkezciliğin eleştirisini iki ana eksende yaparak merkezcilik ve Türkiyelileşme/Türkiyelilik kavramları da sorgulamaya değer. Öncelikle Türkiyeliliğin homojen, tekdüze ve muayyen bir post-ulusal kimlik olarak ele alınması gerektiği inancı taşıdığımızı baştan belirtelim.  Zira Türkiyemerkezcilik olarak kavramsallaştırdığımız şeyin, zaman içinde değişen ve farklı unsurların etkisiyle dönüşen post-ulus bir anlatı olduğunu biliyoruz.

 O halde yeni bir “ulus-biçim”, ulusal ideoloji ve milliyetçilik olarak Türkiyemerkezciliğin gerek soykütüksel anlamda ve gerekse de devlet kurumları, hukuki normlar açısından farklı ulusları içerleyen bir imgelemi temsil etmediği söylenebilir. Bu nedenle şu gerçeğin altını çizmek gerekir: Türkiyemerkezcilik “ulusallık”, uluslaşma ve ulus toplum üretebilen; kendini hakiki bir buyruk biçiminde sunan; başka toplum/ulusları yutan ya da onları topluluk olma kimliğinden kopararak işlevsizleştiren bir yapının kavramıdır. Her ne olursa olsun, devlet ya da siyasal erk, kendi gerçekleşimleri içinde bulunabilecek düzeyde çeşitlilik nasıl olursa olsun, “Türklük” merkezli ideolojik ve ulusal bir kimliği varsayar. Dolayısıyla iki çeşitli ideoloji ya da kimliğin örtüşmeyeceğini başından itibaren belirtmek yerinde olur. Burada ideoloji teriminden kasıt; yalnızca politik/siyasi, düşünsel fikirler değil, bir toplumun zihinsel çerçevesini, ulusal kimliğini, inançlarını, dünya ile olan ilişkilerini ifade tarzını da içerir. Herhangi bir toplum veya kültürde en fazla dolaşıma sokulan ya da geçerlilik kazanan şey, o toplumun çıkarlarını yansıtan ve onu yeniden üretenidir.

 Türkiyelileşme ve Türkiyemerkezciliğin aşılması Kürt entelektüellerince yeterli düzeyde olmamakla birlikte, bir kısım eleştirilerin de Türk ulus kimliğinin tarihsel paradigmasının ötesine geçememiştir.

Bu tez bir kez kabul edildiğinde, mevcut tartışma birkaç boyuta ayırt edilebilir. Gerçekte aynı konjonktür içinde, bir yanda ulusallık ve yurttaşlığın istikrasız bireşimi ve diğer yanda ise ulusallık modelinin monolitik yapısı konusundaki tartışmalarda patlamaya tanıklık eden post-ulusal söylemin ortaya çıkışını ele alan söylemlerin üretiliyor olması, tartışmaları daha farklı platformlara taşınmasını gerektirir.

İlk planda masumane bir görüş sergileyen Türkiyemerkezciliğin, idealize edilerek bir başlangıç/nirengi noktası-imgesi ya da devrimci bir uğrak olarak ele alınması,  ulusal modeller arasında farklılık gibi yansıtılması veya politik bir ulus modeli şeklinde ileri sürülmesi yanıltıcı görünüyor.  Söz konusu bu sembolik başlangıç tipinin toplumsal kültüre, inanca gönderme yapması, çoğulcu ve plüral bir anayasa inşa edeceği/edileceği anlamına gelmez.  Bu tür karşılaştırmaların içerdiği döngüden çıkmak için başlangıç tezi olarak düşünülen ama içerimsel olarak hâkim ulusun egemenliğinin bir ifadesi olan tarihin ve tarihsel gelişmenin gerçekte nasıl bir hâl alacağı iyi yerden hesap edilmeli.

Özellikle olay ve olgulara bağlı olarak Türkiyemerkezciliği, Türk ulusçuluğunu yeniden üretme ve onun bekasını güvenceye alma, ya da ister doğrudan, ister uzun dönemli sonuçlar dolayımında ulusun çökme sebebini belirlemeden en etkili çare olarak söylenebilir. Bu nedenle Türkiyemerkezciliği yeni bir post-ulus üretmeye ve onu güvence altına almaya uygun bir kavramsallaştırmadır denilebilir. Zira yeni bir “ulus biçim”/”post-ulus” olarak Türkiyemerkezciliği hipotezi hegemonik bir eşitsiz gelişime, zaman ve mekânın koşullarına göre egemen ya da hükümran bir biçime dönüşebilir. Bugün toplumsal ve siyasal pratikler bunu doğrular niteliktedir. Söz konusu merkezciliğin muktedir ulusal kimlikten özerk olduğunu ileri sürmek, özdeşliğine bağımlı eklentilerini görmezden gelmek, ideolojik ve kültürel pratiklerini formülleştirmeye çalışmanın faydası yok.

Elbette bu düzeyde bir tanımlama ve tasvirler dizgesi, yapabileceğimiz en makul yöntemdir. Türdeş/homojen bir şekillendirme birkaç alanda daha da etkili araçlarla öne çıkabilir. Örneğin ekonomik ve dini araçlarla bir baskılama, birçok alandan daha etkili olabilir.  Şayet durum buysa, bir adım daha ileri giderek ekonomik, dini ve politik güçler için gerekli şart Türkiyemerkezciliği kavramsalında bir türdeş/ homojenleştirme eylemidir. Kuşkusuz bu eylem gerek devlet ve gerekse de devleti özneleştiren bir ulus için kaçınılmazdır.

Türkiye’de farklılıklar vurgusu üzerinden ileri sürülen demokrasi, insan hakları ve özgürlük tartışmalarının Kürtlere nasıl yansıtıldığını ve Kürtlerin bu kavramlar evreninde nasıl ve ne şekilde ele alındığı/alınacağı ise tam bir muamma.  Kürtlerin yok sayılmasına yönelik eleştirilerin hız kazanması olumlu bir durum olsa da, henüz istenen bir seviyede olmadığı çok açık. Haliyle Türkiyelileşmenin bir ürünü olarak öne çıkan post-kolonyal çabalar görmezden gelinemez.

 Öte yandan Osmanlı ve Türkiye modernleşmesinin Kürtler üzerindeki yıkıcı etkilerinin post kolonyal politikalar ile günümüze dek sürdürüldüğünü görüyoruz.  Bir post kolonyal ve post-ulusal düşünce olarak öne çıkan Türkiyelileşmenin merkezileştirilmesinin nasıl olup da Kürtler arasında önemli bir gerçeklik iddiası kazandığını sorgulamak yerinde olur. Kürtlerin yok sayılmasını içerleyen tikel bir anayasa ve neredeyse tüm siyasi, sosyal ve kültürel çalışmalarda Türkiyelileşmeyi merkeze alan hukuki uygulamalar, Türk düşüncesinin Kürt dünyası içerisindeki mevcudiyetinin derinliğini gösterir.  Türkiyelileşmenin merkezi konumda olması, asıl olması gereken yere yani, asıl merkezine (Türklük) çekilmesi gerektiği gerçeğini dikkate alarak, Kürt ulusçuluğuna dayalı merkeziyetçi bir anlayışın filizlendiğini de söyleyebiliriz. Bu yönde bir ilerleme ve tarih anlayışının Kürtlerin geleceğinde önemli rolü olacaktır.

Kürtlerin gericilik, modern dışı ve taşralı olarak görülmelerinin arkasında işte bu Türkiyemerkezciliği/Türkiyelileşme fikri yatar. Oysa söz konusu bu anlayış, sadece seküler sol toplumcu düşünürlerin değil, İslamcı bürokrasi ve düşünce ehlinin de teolojik ve teleolojik dünyasını teşkil eder. Türkiyemerkezciliğinin düşünsel anlayışı ile temellenen dinin, dini geleneğin ve geleneksel kültürün post kolonyal çalışmalardan bağımsız bir okuma yapmanın mümkün olmadığını vurgulamak gerekir. Dolayısıyla Kürt okumuşların çalışmalarında, müntesibi oldukları ulusun hak ihlallerine maruz kalmasını “evrensellik”, “demokratikleşme” ve “sınıf diyalektiği” adına göz ardı etmeleri, tarihsel başarısızlığın ne denli yerleşmiş olduğunu gösterir.

Bu açmaz, Türkiyemerkezciliği anlayışın demokrasi, insan hakları ve kendi kendini yönetme (self-determinasyon) gibi taleplere verilen bir yanıt olmadığını gösterir. “Kürt sorunu”nda Türkiyemerkezciliğini ileri sürmenin yetersiz olduğunu da teslim etmek gerekir. Bu kavram üzerinden ortak bir miras yaratmak ve mezkûr bu mirasın Kürtlerin geleceğinde nasıl bir rol üstleneceği ya da bu düşünce ile ortak bir mirasın yaratılıp yaratılamayacağı, farklılıkları göz önünde tutarak doğru bir karara varmak ve toplumun mevcut bu arenada nasıl yer alacağı tartışılmış değil. 

Kürtlerin, Türkiyemerkezciliğine ulaşma gayretleri,  sistematik olarak savunusunu yapmaları ve demokrasi-demokratikleşme ile ilişkilendirmeleri ya da merkezi bir tema ve siyasal bir söylem olarak olarak öne sürmeleri anlaşılır değil.  Çünkü Kürt politik evrende bir siyasal teori şeklinde ileri sürülen bu söylemin bazı eğilim ve argümanları post-kolonyal politikalara, siyasi kararsızlığa ve siyasal-sosyal bir hegemonya inşasına izin verir. Kaba ifadelerle bir doku uyuşmazlığının yaşandığını söylemek yerinde olur. Kürtlerin salt politik bir söylem olarak değil, bir çözüm modeli olarak dillendirdiği Türkiyemerkezciliği tezi, her ne kadar siyasal bir durumu ifade ediyor gibi görünse de, tek ulusun kimlik tezine dayalı bir egemenlik kuramını da içermektedir.

 Buna göre, Kürtlerin Türkiyemerkezciliğinin teşviki ile eş güdümlü ve kalkış noktalarını bu terminoloji ile örneklemeye çalışmaları ikna edici değil. Bu minvalde, Kürtlerin dışarıda bırakıldığı bir mücadele hakkında konuşmak ise hayli zorlaşır. Ancak bu zorluk, Türkiyemerkezci bir anlayışın belirlediği tarihselci anlayış içinde kendisine yabancılaşan, ulusal varlık ve ulusal topluluk niteliğini yitiren bir toplumun oluşmasını kaçınılmaz kılar. Bu da bir farklılığın yok sayılması anlamına gelir ve Kürtlerin salt hayali bir ulus olarak kalmalarına veya ele alınmalarına yol açar.

Burada belirli ulusların ve hatta “ulus-biçimi”nin yeniden kuruluş ve oluşum evresinde olduğumuz, ulus-ötesi topluma geçiş ve homojenleşme sürecine girildiği vurgusuyla formüle edilen Türkiyemerkezci alternatif çözüm teorileri, ideolojik ve pratik düzeyde sorunlu olabildiği halde kuramlaştırma açısından temellendirilecek bir formül içermemektedir. Bu tür alternatifler yalnızca çözümsüzlük üretir ve ele aldığımız problemleri aydınlatmaya katkıda bulunmaz. Bu nedenle durum rahatlatıcı olmaktan uzaktır.

Günümüz dünyasında soğuk savaşın bitimi ve dünyanın ideolojik, askeri ve “ulusal bloklar”a bölünmesinin sona erişi, “ulus-devletin sonu” ya da toplumsal hayatta “ulusal hegemonyanın bitişi” söyleminin ortaya çıkışıyla birlikte, sol ve İslamcı zihnin programına aldığı evrenselciliğin Kürtlere yansıması, Türkiyemerkezciliğini içeren post-ulusal bir söyleme de kendisini bulur.

Öyle görünüyor ki, Türkiyemerkezciliği çerçevesinde bütünleşen  (hakikatinde ulusal partikülarizm) söylemin,  “ulusun sonu” ya da ulus ifadesinin önemini yitirdiği bir bağıntının yerine ikame edildiğidir. Kuşkusuz bu, Kürtler için vahim bir tehlikeye, döngü bellekli bir gerilime ve kriz semptomuna yol açar. Kesinlikle bu söylem ulussuzluğun “ulus ötesi” bir düşüncenin değil, ulusun/ulusçuluğun tarihsel bağını daha da güçlü kılar ve maskelenmiş post-ulusal bir hegemonyanın ortaya çıkışını hızlandırır.

 

Kaynak: Farklı Bakış



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz