Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Öfke nefret cehalet el ele verince…

Hayrettin Karman, mevcut anayasaya göre h-kurulması mümkün olamayan İslam devletine yönelik bazı laik ve aynı zamanda da din konusunda (İslam) cahil kalemlerin hezeyanlarına ve süfli maksadına vurgu yapıyor.

Öfke nefret cehalet el ele verince…

Adam medyada, ağzından köpükler saçarak mealen şöyle diyor: Bu seçimi Erdoğan kazanırsa Arap usulü bir İslam devleti kuracaklar…

Bir sınırsız bayan vardı (yine var) o da, bundan önce Erdoğan Başkan olunca “Türkiye’ye şeriat geldi, siz uyuyun bakalım” mealinde bir şeyler söylemiş ve yazmıştı.

Bu yazıdan maksadım “Arap usulü bir İslam devleti” cehalet ve ajitasyonunu irdelemektir, ama bu “şeriat geldi, geliyor” efsanesine de bir dokunup geçmekte fayda var sanırım.

Adamlar 28 Şubat bilmem ne darbesini yaptıklarında gerekçe olarak 18 madde ilan etmişlerdi; hemen tamamı “irtica” yaygarasından ibretti. O dönemde de irticadan maksatları, bütünüyle İslâmî hayat nizamına dönmekti.

TC’nin bir anayasası var, bu anayasanın “değiştirme teklifini bile yasakladığı” maddeleri var, bu maddelerden biri de “laik demokratik cumhuriyet” maddesidir.

Bu madde ne diyor?

MADDE 2- Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devletidir.

Bu maddeye ve Türkiye’nin mevcut halk tabanına (ideolojik orana) göre Türkiye’ye şeriat (cahil tahrikçinin ifadesiyle Arap usulü İslam devleti) getirmek mümkün değildir; bunu da bilmeyecek ölçüde cahil olmadığına göre bu adamın ve benzerlerinin maksadı ajitasyondur vesselam.

Bu acınası insanlar eskiden, yalan dolanla belli mahrekleri kışkırtıyorlardı, şimdi bunlar yok oldu (çok şükür), ama yine de uyuyan/donmuş hücreler vardır ümidiyle bunu yapıyorlar.

Gelelim “Arap usulü İslam devleti” lafına.

Yabancı ve kasıtlı yazarların kitaplarını bile okusalar Hz. Peygamber’in büyük bir inkılapçı olduğu gerçeğini öğreneceklerdir. Biz Müslümanlara göre ise Peygamberimiz’in kurduğu dini, sosyal, siyasi… düzen vahye dayanır; yani Arap usulü değil, bütün varlığın yaratıcısı olan Allah Teâlâ’nın bütün insanlığı davet ettiği ve fıtrata (yaratılış özelliklerine) en uygun düzendir.

Allah Teâlâ vahyin lafzını ve sayısını öyle düzenlemiştir ki, müminlere açılan içtihat meydanı sayesinde bu din, her zaman ve her şartta insanlığın dini olmaya namzet olacaktır.

İşte bu meşru içtihat ve uygulamanın bir örneği Osmanlı usulü (yani yorum ve uygulaması olan) İslam’dır. Daha bunun tarihte ve günümüzde nice örnekleri var.

Öfkeli cahilin Arap usulü diye tu kaka yapmaya yeltendiği bu düzeni uygulayan Osmanlı bakın İslam vatanını hangi sınırlara ulaştırmıştı:

“Osmanlı İmparatorluğu gücünün doruğunda olduğu 16. ve 17. yüzyıllarda üç kıtaya yayılmış ve Balkanlar, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’nın büyük bir bölümünü egemenliği altında tutmuştur. Ülkenin sınırları batıda Cebelitarık Boğazı, doğuda Hazar Denizi ile Basra Körfezi’ne; kuzeyde Avusturya, Macaristan ve Ukrayna’nın bir bölümüne ve güneyde ise Sudan, Eritre, Somali ve Yemen’e kadar uzanmaktaydı.”

Bu kadar geniş fetih güce, zulme, şiddete dayanamaz; bunun arkasında İslam’ın adaleti, merhameti, -kendisine ve ötekine yönelik- hak ve hürriyet anlayışı ve uygulaması vardır.

Sayın Erhan Afyoncu’nun bir yazısından (Sabah, 28 Mayıs 2017) aşağıdaki alıntı ile yukarıdaki son cümlemi teyit ederek yazımı bitireceğim:

“…En güç koşullarda bile Ortodoksluktan vazgeçmeyen Bizans halkı, Latinlere borçlu kalmaktansa Osmanlılar tarafından yönetilmeyi tercih ediyorlardı. Nitekim Gennadius’un müttefikleri arasında en başta geleni Grandük Notoras, Bizanslıların duygularını “Şehirde Latin külahı görmektense Türk sarığını yeğlerim” diye en veciz biçimde ifade etmişti. Bu sözü Notaras’a, Ortodoksların 150 yıldır şahit oldukları ve dönemine göre çok ileri bir anlayış olan Osmanlı tecrübesi söyletmişti. Osmanlı Beyliği kurulduktan sonra fethettiği bölgelerdeki halkın dinine karışmamış, onlara ibadet özgürlüğü vermişti. Balkanlar’da Ortodoks bölgeleri ele geçiren Venedik ve Macarlar ise Katolikliği de yanlarında getirmişlerdi. Bu yüzden Balkanlar’daki Ortodokslar Osmanlı yönetimini Katolik Macar ve Venediklilere tercih etmişlerdi. Aynı durum Bizans’ta da gerçekleşmişti…”



Anahtar Kelimeler: nefret cehalet verince…

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz