Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Medeniyetin çamurlu sularında yıkanmak

Süleyman Seyfi Öğün Yazdı;

Medeniyetin çamurlu sularında yıkanmak

Paris saldırısı ve akabinde yaşanan kitlesel ölçekli tahripkâr tepkiler son derecede düşündürücü. Ama bunlardan daha mühim olarak, hâdiselerin nasıl değerlendirildiği, yorumlandığına bakmak gerekiyor.

İlk tepki olarak, tıpkı daha evvel Norveç’deki Brevnik, Yeni Zelanda’daki Tarrant üzerinden yapıldığı gibi bu da münferit bir hâdise olarak bir “deliye” mâl edildi. Evet, hukukta suçun şahsîliği bir prensiptir. Âdi suçlarda mesele yok. Bu prensibi işletmek son derecede kolay olabilmektedir. En fazla -o da varsa- azmettiricilik, yardım ve yataklık etmek dâiresinde dâireyi bir miktar genişletmek kâbil olabilir. Ama siyâsal ve örgütlü suçlar devreye girdiğinde manzara biraz değişir. Daha toplu bir bakış ve değerlendirme gerekir. Bu durumda bile en fazla örgüt mensupları ve onunla iltisaklı olan çevrelere kadar uzanabiliriz. Ama en büyük sıkıntı, veri topluluklarda bir karşılığı olabilecek bâzı hassasiyetler temelinde işlenmiş olsa da bir suçun ne kadar fâil ile sınırlı tutulabileceği ile alâkalıdır.

Uluslararası göç hareketlerinin alabildiği yoğunlaştığı bir devirde yabancı düşmanlığı olarak bilinen duygular temelinde işlenen suçlar karşımıza sıklıkla örgütsüz, münferit bir şekilde çıkabilmektedir. Bilhassa, hoşgörü, açık kültür, ve demokrasi gibi incelmiş medenî değerlerin toplumsal ölçekte tutunum başarısı gösterdiği iddiasında olan Batı dünyâsında, aşağıdan gelen, sokakta karşılığı olan anonim, kitlesel bir yabancı düşmanlığı duygusunun varlığı gittikçe büyük bir sorun olmaktadır. Bu durumu halının altına süpürmekte ısrarlı göründükleri de bir vakıadır. Batı toplumlarının kâhir ekseriyetinin bu değerlere sâhip olduğu, yabancı düşmanlığının ise dar bir çevrede tutunduğunu iddia etmeyi bir itiyad hâline getirdiklerini görüyoruz. Buna göre, yabancı düşmanlığı bir ekâliyet meselesi olarak marjinalize edilmekte, toplumun ekseriyeti bunun dışında tutularak yıkanmaktadır.. Deliler işte tam da burada çok iş görüyor. Lâkin yapılan araştırmalar Batılı kamuoylarında yabancı düşmanlığının ortalama olarak %40 civârında olduğunu gösteriyor. Bu oranların partileşerek, giderek siyâsette de son derecede tesirli olmaya başladığını da biliyoruz. Yâni toplumları yıkma işi devâm etse de bu işte kullanılan su artık hayli çamurlu akıyor.

Diğer mühim bir husus ise Batı medeniyetini hedef hâline getirmiş kontra terör hâdiselerinde bakışın farklılaşmasıdır. Meselâ IŞİD mevzu ediliyorsa, ya örtük yâhut açık açık olarak, bunun Müslüman toplulukların inanç ve kültürlerinden geldiği bir peşin hüküm olarak ortaya konuluyor. Her Müslümanda Usâme Bin Lâdin’i görmek tuhaflığı… Zıtlık ise son derecede açık. Kendi terörlerini marjinalize ediyorlar; kendilerine hariçten gelen terörü ise toptancı bir yorumun konusu hâline getiriyorlar. Bu değerlendirmeler yapıldığı yerde kalmıyor. Sistematik bir dışlama olarak yaygınlaşıyor. Buna kısaca şeytanlaştırma da diyebiliriz. Buna canlı bir misâl verebiliriz. Rusya-Ukrayna savaşı başladıktan sonra, Batı insanı Rusları, Rusya’yı çağrıştıran her şeyden kaçmaya, onu kendisinden uzaklaştırmaya başladı. Onların gözünde her Rus, eğer çok açık bir Putin eleştirisi yapmıyorsa potansiyel bir Putin olarak algılanacak ve ona göre muameleye muhatap olacak demektir. Buna, akıl almaz bir şekilde Rus edebiyatı, Rus müziği de dâhil oldu. Yâni Tchaikovski veyâ Tolstoi’da bile Putin’i görüyorlar. Bu delilik değil de nedir? Bunu yapanlar avâmî çevreler olsa yine bir dururduk. Ama maalesef rafine çevreler yapıyor bu işi. V.Gergiyev gibi büyük bir maestronun işine son verenler Bavyera birahanelerinden çıkmadı. Bizzat o orkestranın yönetim kurulunun o kibar, zarif âzâları karar verdi buna.

Mesele, hâdiselerdeki diyâlektik bağlantıları kurup kurmamakla alâkalı görünüyor. Batı’nın medeniyet kurgusundaki bir sakatlıktır bu. Bu kurgunun bizzat kendisi medenî açıdan sorunludur. Esâsen medenî hâller kendi kültür dâiresini tecrit etmiş olmakla değil, kendisinden olmayana ne kadar kuşatıcı bir açılım kapasitesi taşıdığıyla ölçülür. Hâlbuki Batı’nın medeniyet iddiası, hattâ ideolojisi hep bir gayrı medenîye ihtiyaç duydu. Kendilerini parlatırken diğerlerini hunharca söndürdüler. Bu örüntüde (pattern) daha kuruluş kurgusu gayrı medenîdir. İlk düğmedeki iliklenme hatası Batı gömleğini çarpıklaştırdı. Kategorik yabancı düşmanlığı Batı medeniyetine rağmen gelişmiyor. Bizzât onun içinden geliyor.

Paris hâdiselerinde Fransa’nın resmî çevrelerinden gelen, bu deliyi Türkiye istihbâratıyla bağlantılandıran açıklamalar aklın sınırlarını aştı. Evvelâ bir deliye fatura ettiler. Hızlarını alamayarak, faturayı onun da elinden alarak Türkiye’yi suçlamaya yeltendiler. Esas delilik de bu gâliba..

Kamu diplomasisi son zamanların gözde bir alanı. Peşin hükümlü kamuoylarını dönüştürmek gayret ve faaliyetlerini ifâde ediyor. İtiraf etmeliyim ki bunlara hiç inanasım gelmiyor. Kırk yıllık Kânî olmuyor Yani…Einstein’ın dediği gibi peşin hükümleri parçalamak atomu parçalamaktan zordur…



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz