Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Mahmut Koca: Soruşturma Açılması Yasal Mecburiyet

Ceza Hukuku Profesörü Mahmut Koca, karar.com’da Taha Akyol’un sorularını cevapladı. Söyleşiyi aşağıya alıntılıyoruz.

Mahmut Koca: Soruşturma Açılması Yasal Mecburiyet

(Peker’in iddiaları) Hukukumuzda Cumhuriyet savcısı ihbar veya başka suretle suçun işlendiği izlenimini veren bir hali öğrenir öğrenmez hemen işin gerçeğini araştırmaya başlamak mecburiyetinde.

Herkese açık bir platformda yayımlanan söz konusu konuşmalardaki iddiaların suça ilişkin olması ve somut olaylara dayanan basit şüphe bulunması halinde savcılar bunu ihbar kabul edip kendiliğinden harekete geçmeli.

Türkiye’de işlendiği iddia edilen suça ilişkin soruşturmaya başlayabilmek için bir merciin talebi aranmaz, hukuki engel de yoktur.

Cumhuriyet savcısı bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hali öğrenir öğrenmez hemen işin gerçeğini araştırmaya başlamak mecburiyetindedir… Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının soruşturma başlattığını öğrenmiş bulunuyoruz. Soruşturmanın kapsamlı yapılması, iddiaların doğru veya yanlış açıklığa kavuşturulması gerekir.

Bir kadının kolundaki bileziği cebir veya tehditle alarak yağma suçunu işleyen kişiye, denetimli serbestlik suretiyle cezanın kurum dışında infazına izin verilirken, aynı kadının herhangi bir kişisel verisini hukuka aykırı olarak kaydeden kişi bu imkandan yararlanamamaktadır.

AİHM ve AYM kararları herkesi bağlar. AİHM’nin kararlarının bağlayıcılığı Türkiye bakımından bir uluslararası yükümlülüktür. Anayasa’nın 90. Maddesinin de gereğidir. Ceza Muhakemesi kanununa göre mahkemeler İAİM ve AYK karalarına uymak zorundalar.

Hocam,100 bin kişiye düşen tutuklu ve hükümlü sayısının Avrupa’da 100’den ibaret, dünya ortalamasında 146 ama bizde 350 olduğunu belirtmiştiniz. Neden böyle?

Ülkemizde ceza infaz kurumlarında bulunan tutuklu ve hükümlü sayısındaki artış, uzun zamandan beri bir önemli bir sorundur. Türkiye’de, Temmuz 2020 tarihi itibariyle, ceza infaz kurumlarında 281,094 hükümlü ve tutuklu bulunmaktadır. Bu sayı nüfusa oranlandığında 100.000 kişide 335 kişiye tekabül etmektedir.

Bu açıdan Türkiye, gerek dünya, gerek Avrupa ülkeleri içerisinde üst sıralarda yer almaktadır. Türkiye, ceza infaz kurumlarında hükümlülere nazaran en çok tutuklu bulunduran ülkelerden de birisidir. 31 Aralık 2017 tarihi itibariyle, ceza infaz kurumlarında bulunan tutukluların oranı yüzde 43.1 olarak belirtilmiştir. Bugün de bu sayı ve oranlar büyük ölçüde böyle.

İnfaz kurumunda yaşanan doluluğu, Türkiye’de suçların çok işlendiğini gösteren bir olgu olarak değerlendirmemek gerekir.

‘YARGI KÜLTÜRÜ’ SORUNU

Bunun nedenlerinden birisi, infaz kurumlarındaki tutuklu sayısının yüksek olmasıdır. Ülkemizde tutuklama tedbirine kolay başvurulmaktadır. Bu durum kanuni düzenlemelerden kaynaklanmamaktadır. Zira bugüne kadar tutuklamayı zorlaştıran çok sayıda kanun değişikliği yapıldığı halde, sorun giderilememiştir.

Tutuklamayı bir tedbir olmaktan tamamen çıkarmak mümkün olmadığına göre, burada hakimlerin tutuklamayı kolaylaştıran “yargı kültürü”ne hapsolmasını önleyecek denetim mekanizmalarının etkin şekilde işletilmesi gerekir.

Sorunun diğer önemli nedeni ise 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren Türk Ceza Kanununun sisteminde suçların karşılığında öngörülen cezaların ve infaz kurumunda kalınması gereken sürenin yüksek tutulmuş olmasıdır.

Türkiye’de ceza infaz kurumlarındaki tutuklu ve hükümlü sayısının nüfusa oranının Avrupa ülkelerinin seviyesine çekilmesi gerekir. Bunun için, kısa süreliğine rahatlama sağlayan ve geçici çözümler getiren düzenlemeler yerine, bir ceza ve infaz siyaseti esas alınarak suçların yaptırımları ile bunların infaz rejimini bir bütün olarak ele alan kalıcı düzenlemeler yapılmalıdır.

Bu çerçevede “alternatif uyuşmazlık çözüm yolları” da infaz kurumundaki doluluk oranının makul seviyelere getirilmesinde bir enstrüman olarak devreye sokulmalıdır.

İNFAZDA ADALETSİZLİK

Son İnfaz Kanunu ile getirilen düzenlemelerin eşitsiz ve adaletsiz uygulamalara yol açabileceğine yönelik çok sayıda eleştiri yapılmıştı. Bu eleştiriler uygulamada karşılık buldu mu?

7242 sayılı Kanunla yapılan son infaz düzenlemesiyle (Geçici Madde 6) 1 Kasım 2020 tarihi itibariyle yaklaşık 104.000 kişi, denetimli serbestlik yoluyla cezanın kurum dışında infazı için tahliye edilmiştir. Kovid salgın hastalığı nedeniyle yaklaşık 85.000 kişi de halen izinli sayılmakta ve fiilen ceza infaz kurumunda bulunmamaktadır.

Bu düzenleme yapılırken bazı suçlardan mahkum olan kişilerin erken tahliye imkanından yararlanmasına izin verilmedi. Ancak kapsam dışı bırakılan suçların veya suçluların belirlenmesinde bir ölçüt de esas almadı. Bu tür düzenlemelerde tehlikelilik, örgüt mensubu olma, mükerrirlik gibi suçluyu esas alan kriterler gözetilmeli, işlediği suça göre farklı infaz rejimi öngörülmemelidir. Suçlar esas alınarak yapılan düzenlemenin eşitsiz ve adaletsiz uygulamalara yol açması kaçınılmazdır.

Yapılan infaz düzenlemesi örneğin bir kadının kolundaki bileziği cebir veya tehdit kullanarak almak suretiyle yağma suçunu işleyen kişiye, denetimli serbestlik suretiyle cezanın kurum dışında infazına izin verilirken, aynı kadının herhangi bir kişisel verisini hukuka aykırı olarak kaydeden kişi bu imkandan yararlanamamaktadır. Hatta aynı suçu işleyip de farklı ağır sonuçlara yol açan kişiler arasında dahi ayrım yapılmaktadır.

Örneğin başkasını kasten yaralamak suretiyle onun yüzünde sürekli değişikliğe yol açan fail getirilen imkandan yararlanamadığı halde, gebe bir kadına attığı tekme sonucu çocuğunun düşmesine neden olan fail yararlanabilmektedir. Bu örnekler de getirilen düzenlemenin eşitlik ve adalet ilkesiyle bağdaşmadığını göstermektedir. Esasında kapsam dışı bırakılan suçlar dahi, düzenlemenin infaz rejimine ilişkin olmayıp, özel af niteliğinde olduğunu ortaya koymaktadır.

Ancak Anayasa Mahkemesi, bu kanunun “özel af” niteliğinde olduğu gerekçesiyle açılan iptal davasını 7’ye karşı 9 oyla reddetti. Fakat esas yönden inceleme henüz yapılmadı. Bu itibarla düzenlemenin eşitlik, adalet ve hukuk devleti ilkelerine aykırı olduğuna yönelik eleştiriler, şu an itibariyle yalnızca teorik bir değer taşımaktadır.

‘MAFYA’ VE İNFAZ KANUNU

İnfaz Kanununda yapılan değişiklikte suç örgütü yani mafya kapsamında işlenen suçlardan hüküm giyenler de yararlandı. Ama aynı kanunda yapılan düzenleme ile bu tür suçların cezası da arttırıldı. Bunun mantığı, ‘ceza hikmeti’ nedir?

Aynı Kanunla bir taraftan ceza infaz kurumundaki hükümlü sayısının kurumların kapasitesinin çok üzerinde olması nedeniyle azaltılmaya çalışılırken, diğer taraftan bazı suçların cezasını artırmanın çelişkili olduğu açıktır.

Belirtmek gerekir ki, suç siyaseti mülahazalarıyla suç işlemek amacıyla örgüt kuran veya yönetenler için öngörülen cezanın alt sınırı aynı tutularak (iki yıl) üst sınırını on beş yıla kadar hapis cezasına yükseltmek daha isabetli olurdu. Fakat burada büyük ölçüde örgütlü suçlarla mücadelede kamuoyuna yönelik zaafiyet algısının oluşmaması ön planda tutulmuştur.

Ülkemizde bazı suçların sık işlenmesi halinde veya sosyal medyada gündeme getirilip toplumun tepki gösterilmesi üzerine, kanun koyucunun buna tepkisi hemen ilgili suçun cezasını artırmak şeklinde kendini göstermektedir. Halbuki Beccaria’dan beri tekrar edilen bir ilke vardır. “Suçları önlemenin yolu cezasını artırmak değildir, az da olsa cezanın mutlaka uygulandığını topluma göstermektir”.

SON İDDİALARA SORUŞTURMA

Son zamanlarda sosyal medya platformlarında suç örgütü lideri olarak kabul edilen kişilerin iddiaları hakkında bazı saygın hukukçular savcıları resen soruşturmaya açmaya davet ettiler. Siz ne derseniz? Yargı neden pasif?

Hukukumuzda Cumhuriyet savcısı ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hali öğrenir öğrenmez hemen işin gerçeğini araştırmaya başlamak mecburiyetindedir. Bu nedenle herkese açık olan bir platformda yayımlanan söz konusu konuşmalarda ileri sürülen iddiaların bir suç vakasına ilişkin olması ve ortada bir suçun işlendiğine yönelik somut olaylara, delillere dayanan basit şüphenin bulunması halinde, savcılar bu iddiaları ihbar kabul ederek kendiliğinden harekete geçip soruşturmayı başlatmaları gerekir.

Türkiye’de işlendiği iddia edilen bir suça ilişkin olarak soruşturmaya başlayabilmek için başka bir koşul, örneğin başka bir merciin talebi aranmamaktadır. Türkiye’de işlenen suçlarla ilgili olarak savcıların harekete geçmesini önleyen hukuki bir engel bulunmamaktadır. Nitekim basına yansıyan bilgilerden Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının konuyla ilgili olarak soruşturma başlattığını öğrenmiş bulunuyoruz. Bu soruşturmanın kapsamlı şekilde yapılması, iddiaların doğru veya yanlış açıklığa kavuşturulması gerekir.

AİHM VE AYM KARARLARI

AİHM ve AYM kararları ‘yönlenderici’ midir, ‘bağlayıcı’ mıdır?

Türkiye Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine bireysel başvuru hakkını 1987, Mahkemenin kararlarının bağlayıcılığını da 1989 yılında kabul etmiştir. AİHM’nin kararlarının bağlayıcılığı Türkiye bakımından bir uluslararası yükümlülüktür.

Ayrıca 2004 yılında Anayasanın 90. maddesinde yapılan değişiklikle temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalara kanunlara nazaran üstünlük ve bağlayıcılık tanınmıştır. Keza ceza muhakemesinde, bir ceza hükmü hakkında AİHM’in verdiği ihlal kararı yargılamanın yenilenmesi sebeplerinden biri olarak kabul edilmiştir.

Anayasa Mahkemesinin kararlarının bağlayıcılığı konusunda da tereddüt yoktur. Anayasa’ya göre “Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar”.

Anayasa Mahkemesinin ihlal kararlarının, ihlal kararı veren mahkemeyi bağlayacağı da ilgili mevzuatta açıkça belirtilmiştir. Buna göre ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlal ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde karar verir.

SORUŞTURMAYA MÜDAHALE

2014’te Türk Ceza Kanunu’nun 277. maddesi değiştirildi, soruşturma aşamasında savcılara ve tutuklama yetkisini haiz sulh ceza hakimlerine emir ve talimat vermek suç olmaktan çıkarıldı. Tekrar suç sayılması gerekiyor mu?

TCK’nın 277. maddesinde 18.6.2014 tarihli ve 6545 sayılı Kanunla yapılan değişiklikle maddede geçen “yapılmakta olan bir soruşturmada” ifadesi metinden çıkartıldı. Esasında bu ifade maddenin ilk halinde yoktu ve 2012 tarihinde yapılan değişiklikle maddeye girmişti. Böylece maddede adil yargılama hakkını ihlal eden, yargılamanın veya soruşturmanın doğruluk, dürüstlük ve gerçeğe ulaşma ilkelerine uygun olarak işlemesi yönündeki toplumsal beklentiyi zedeleyen tutum ve davranışlar cezalandırılmak istenmişti.

Şüphesiz soruşturma evresinde görev icra eden savcılar üzerinde de belirli bir yönde karar vermesi veya işlem tesis etmesi için talepte bulunulabilmekte ve böylece adaletin gerçekleşmesinin önüne geçilebilmektedir. Soruşturma görevini yapmakta olan süjelerin hukuka aykırı olarak etkilenmesi amacıyla gerçekleştirilen tutum ve davranışların da cezalandırılması gerektiği izahtan varestedir. Bu nedenle yapılacak bir kanun değişikliğiyle maddenin değişiklikten önceki haline getirilerek, soruşturma evresinde görevli olan süjeleri hukuka aykırı şekilde etkilemeye teşebbüs edilmesinin yeniden suç olarak tanımlanması yerinde olur.

HSK’YA KARŞI BAĞIMSIZLIK

Hakimlere coğrafi teminat yıllardır vaat ediliyor fakat olmuyor. Halbuki HSK bir basit bir yönetmelik maddesiyle ‘hakimleri farklı yerlere atamayacağım’ diyerek bunu sağlayabilir. Neden yapmıyorlar, yarattığı sorunlar ne?

Hakimlerin görevlerini yerine getirirken her türlü baskıdan uzak tutulması hakim bağımsızlığının bir gereğidir. Hakimler verdikleri kararlardan dolayı bulundukları yerden başka bir yere gönderilme endişesi taşımamalıdır. Hakimlerin bu endişelerini ortadan kaldıracak en önemli teminatlardan birisi de “coğrafi teminat”tır. Bunun için bir yasal düzenleme yapılmasına esasen gerek de yoktur.

Zira hakim bağımsızlığı ve teminatına ilişkin anayasal hükümler, hakimlerin kararlarından dolayı bulundukları yerden başka yere atanmasını engellemeye yeterlidir. Hakimin bağımsızlığı, hakimleri denetleyen, gerektiğinde disiplin veya ceza soruşturması süreçlerini işleten HSK’ya karşı da geçerlidir. Hakimin verdiği karardan dolayı görev süresi dolmadan bulunduğu yerden başka yere tayin edilmesi, açık şekilde hakimin bağımsızlığını zedeler.

Böyle bir korku içinde bulunan hakimin verdiği kararlar kendi kararları olmaktan çıkar ve kendisinden “beklenildiği şekilde” verilen kararlara dönüşür. Bu şekilde verilen karara hakim kararı da denilemez.

Bu nedenle hakimlerin huzur ve güven içinde görev yapmalarını sağlamlaştırmak için “coğrafi teminatın” yasal bir düzenlemeyle getirilmesi yerinde olur.

HUKUK FAKÜLTELERİ?

Türkiye’de 88 üniversitemizde hukuk okutuluyor. Son olarak iki tane daha kabul edildi. Bu popülizm değil mi? Hukuk öğretiminde temel sorunlar nelerdir?

Hukuk öğretiminde temel sorunlar oldukça fazladır ve bunların neler olduğu herkesçe bilinmektedir. Bu sorunların başında akademik kadronun gerek nicelik gerekse nitelik itibariyle yetersizliği gelmektedir. Her açılan hukuk fakültesi akademik yetersizliğin derinleşmesine yol açmaktadır.

Bu durum öğrencilerin akademik gelişimini olumsuz yönde etkilemektedir. Bu nedenle kurulan hukuk fakültelerinin nicelik ve nitelik itibariyle yeterli akademik kadroya sahip olmadan öğrenime başlamaması, bu süreci tamamlamasının beklenmesi sağlanmalıdır.

Devamı >>>



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER