Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Kuryelerle hemdert olanlar, olamayanlar...

Fatma Barbarosoğlu yazdı;

Kuryelerle hemdert olanlar, olamayanlar...

Haberlerden haberdar olmak ile dünyanın gidişatı hakkında bilgi sahibi olmak arasında zannedildiği gibi belirgin bir doğru orantı yoktur.

Haberlerden haberdar olarak, hayatın anlamanı kavramak da pek mümkün değildir.

Bu iki önermeyi, bir habere muhatap olduğumuzda, bir görüntü bütün ülkeyi ele geçirecek kadar yaygınlaştığında ya da “Aman bir şey kaçırmayayım!” diye üç ekrana bitişik bir hayat sürdürmeye kalkarak hayat enerjimizi kendi elimizle tükettiğimiz her anda hatırımızda tutalım lütfen.

Haberlerden haberdar olarak “gidişatı anlama”nın mümkün olup olmayacağını, 29 Kasım 2021’de İstanbul’da patlayan lodos fırtınasını zihinlere kazıyan, sosyal medyada üzerine ahkam kesilen, fikir yorulan bir görüntü üzerinden “deşelim.”

İstanbul lodosu ile meşhur. Ancak pazartesi günü patlayan fırtına, denetimden uzak yüksek katlı gecekondu kültürü, kaldırım üstü “kafe medeniyeti”, “küresel iklim krizi” haberleri ile kol kola korku kapitalizmine katkı sağlayacak bir hayli zengin görüntü sundu. Evdeki ile yoldakinin birbirine mesafesini ortaya koyan görüntüler...

Yolda olanların işi zor. Lakin tuzu kuruların canı sıkılıyor. Kül rengi bulutlarla kapalı gökyüzü bazılarının iştahını kabartıyor. Canı sıkıldıkça ekrana teslim. Ekrana köle oldukça iştah tavan. Ne yesem-ne içsem, ne satın alsam diye bakmalara, sipariş vermelere doyamıyor.

O sipariş, o fırtınalı günde, çıktığı adresten teslim olacağa adrese nasıl ulaşacakmış, ne gam.

Ağaçların kökünden söküldüğü, çatıların firar ettiği o günü “duygu tarihimiz”e kaydedecek bir vidyo yayınlandı. Vidyo yıllar sonra da hatırlansın diye tasvir edeyim:

İki otobüs birlikte koşulmuş at gibi, aynı hızda ilerliyor. Aralarında sıkı sıkı saf tutmuş motorlu kuryeler.

Görüntünün altında şu ibare var:

“İki metrobüs şoförü, oldukça yavaş seyrederek, kuryeleri rüzgardan korumaya çalışıyor.”

Görüntü sosyal medyada hızla yayıldı. Herkes kendi bulunduğu noktadan olaya dahil oldu. Etekte ya da zihinde tutulan taşlar “dayanışma görüntüsü” üzerinden sosyal medyaya atıldı. Ortada tek bir görüntü var, biraz önce size tasvir ettiğim, ama bir kaç saniyelik o vidyo “mürekkep lekesi testi” misali ahalinin duygularına tercüman.

Duyguları kabaca şöyle tasnif etmek mümkün:

1- Sosyologlar bunu açıklasın! Nasıl oluyor da biz hem bu kadar dayanışmacı hem de incir çekirdeğini doldurmayacak mevzular için bu kadar kavgacı olabiliyoruz?

2- Emekçiler ancak birbiri ile dayanışma içine girebilir. Helal olsun şoför abilere.

3- Biz muazzam bir milletiz. Helal olsun. Asın asın bayrakları. (Tweetinin sonuna birkaç Türk bayrağı emojisi yerleştirmeyi de ihmal etmemiş.)

4- Helal sana İmamoğlu, adam gibi şoförler almışsın İETT’ye.

5- Bu iki şoförün dirayetini de İmamoğlu’nun hanesine yazanlar çıkar şimdi.

6- Yakında yapay zeka robotlar girecek devreye. Mis. Rüzgarmış, fırtınaymış vız gelecek. Biz de verdiğimiz siparişin akıbetini düşünmeyeceğiz. (Tuzu turu, keyfi tıkır online vatandaş mı?)

7- Kendisine kahve yapmaya bile üşenen insanların keyfi için kuryelerin can güvenliği tehlikede. İşverenler böyle durumlarda kuryelerin canını tehlikeye atmamalı, ama maaşlarını tam olarak ödemelidir.

8- Zaruri olmadıkça lütfen ağır hava şartlarında sipariş vermeyin.

Gelelim bu görüşlerin analizine:

Son iki görüş, bireysel ve toplumsal sorumluluğu dile getiriyor, rasyonel bir yaklaşımla teklif sunuyor. Toplumsal dayanışmanın gerçekleşmesi, şartların iyileştirilmesi, ama öncesinde sorunların dile getirilmesi, bu iki görüşte ortaya çıkan bakış açısının, böyle bir yaklaşıma sahip olanların kendilerini ifade edebilmelerine, ifade etme hürriyetinin olmasına bağlı.

Diğer “görüş sahipleri”, haberin içeriğine odaklanmadan her türlü olay için hazırda tuttukları cümleleri tekrarlıyorlar. Olaylar değişir, özneler değişir bu tiplerin bakış açıları hiç değişmez. Onlar Türkiye’nin “sosyal holiganları”. Siyasi görüşler üzerinden kavgaya tutuşurlar, lakin esasında bir banka reklamında dile getirilen “Yok aslında birbirimizden farkımız ama biz filan bankayız” cümlesi gibidirler. Günlerini siyasi tartışmalarla harcarlar, ama olan bitene dair hiçbir fikirleri yoktur. “Herkesin var kendine göre bir komplo teorisi” kıvamında ömür tüketirler.

Haberin içeriğine gelince... Kuryelerin köprüye girmeleri valilik kararıyla yasaklanmıştı. Peki yasaktan önce kendi bulunduğu yakada değil de siparişi teslim ettiği yakada bulunan kuryeler ne yapacaktı? Fırtınanın ne zaman dineceği meçhul. Belli ki Köprü’deki polisler karşı yakada ikamet eden kuryeler için İETT şoföründen yardım istiyor. Kendisi de motor tutkunu olan şoför yolcular olmasa kuryeleri içeri alabileceğini, ama içeride yolcu olduğuna göre bunun mümkün olmadığını söylüyor. Geriden gelen bir metrobüsü bekliyor ve zihinlerde yer eden o görüntü ortaya çıkıyor.

Kurye ile yemek siparişi mi, sefer tası ile öğün savmak mı?

İki metrobüs arasında korunmaya alınmış kurye görseli, sosyal medyada beğeni toplayınca, Türkiye’de sıcak kahve için bile internet üzerinden sipariş verildiği tartışması gündemde kendine yer buldu. Evinde, ofisinde oturan insanlar nasıl oluyor da fırtınalı bir günde kuryenin getireceği kahveyi sipariş edebiliyordu?

Özellikle yurt dışında yaşayanlar, İstanbul’da kurye ile kahve siparişi verilişini anlamakta bir hayli zorlandıklarını söylediler. Türkiye’de yaşayanlar “karantina günleri”nden itibaren “kahvem de geldi” görselini instagram hesaplarında görmeyi kanıksamış olduklarından mekanlara kurye ile sıcak kahve servisi hizmetinin verilmesine şaşıranlara, şaşırdılar.

Kurye ile sıcak yemek taşınırdı taşınmazdı tartışmasında mevzu Hindistan’a kadar gitti.1980’lerin “Türkiye İran mı oluyor?” sorusu 2021’de “Türkiye Hindistan mı oluyor?” sorusu ile güncellenmiş oldu.

KEŞKE Hindistan olsun diyenler ABD’deki Hintli CEO’ların konumunu ortaya koyarken; EYVAH Türkiye Hindistan mı oluyor diyenler kaygılarını, 2013 yılında vizyona girmiş olan Sefer tası /Luncbox filmindeki bir kare üzerinden dile getirdi. Tartışılan kare şöyle: (Türkiye’de sefer tasını kişilerin kendisi taşır) Hindistan’ın Mumbai şehrinde her öğlen kuryeler ev kadınlarının pişirip sefer tasına yerleştirdiği yemekleri alıp eşlerinin iş yerine götürüyor. (Filmi seyredin üzerine konuşalım inşallah.)

Hayatında sefer tasının adını HİÇ duymamışlar (ya da duymamış numarası yapanlar) ile pandemi ve artan enflasyon yüzünden, yiyeceğini-içeceğini sefer tası ile yanında taşıyan öğrenciler ve çalışanlar arasında hararetli bir tartışma oldu. Tartışma daha ziyade sefer tası ile yaşam kültürü, sefer tası ile fakirlik üzerinden cereyan etti.

2009 yılında yayımladığım, Cumhuriyetin Dindar Kadınları’nda Fakihe Güleç Hanımefendi (doğ.1929) Ankara Kız Lisesi anılarını anlatırken İsmet İnönü ve Kazım Karabekir’in kızının da aynı lisede olduğundan bahsettikten sonra, diğer öğrencilerden hiçbir farkları olmadığını anlattı, özellikle yemekhane bahsi çarpıcı idi: “Yemekhanede herkes sefer tasını açar, ocaklarda ısıtır yerdi. Kimse kimseyi özendirecek yemek getirmezdi. Farklı yemek getiren diğerlerine ikram ederdi.”

Sefer tasında taşınan yemekler yaş itibariyle bendenizi şaşırtmadı ama kitabı 2010’larda okuyan gençler o satırları anlamakta bir hayli zorlandılar. Cevabını bekledikleri soru şu idi: “O kadar köklü bir okulda neden kantin yoktu ki!?”

2021 yılında sağlığına ve bütçesine destek çıkmak isteyen bazı gençler “sefer tası ile yaşama kültürü” ne geçmiş bulunuyor.

Sefer tası ile öğün savma pratiğinde küresel ölçekte vegan ve vejetaryan beslenmenin giderek yaygınlaşmasının payı da unutulmamalı.

Yalnız sefer tası var, sefer tası var. Yani sınıf farkı, alım gücü “sefer tası” markasında aşikar olmaya devam ediyor. Sefer tasının içine konulanlardan bahsetmiyorum bile.



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz