Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

KISSADAN HİSSE: “HER KULA HELÂL, MÜSLÜMAN’A HARAM!”

Fahrettin Dağlı, fahrettindagli.com’da “KISSADAN HİSSE: “HER KULA HELÂL, MÜSLÜMAN’A HARAM!”” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Yazıyı aşağıya alıntılıyoruz.

KISSADAN HİSSE: “HER KULA HELÂL, MÜSLÜMAN’A HARAM!”

Bir dost Osmanlı döneminde yaşanan bir hikâyeyi paylaşmış. Hikâyeyi okurken yine yıllar önce bana anlatılan yaşanmış benzer bir hadiseyi çağrıştırdı. Müsaadenizle ilk önce onu nakledeyim ve sonra da dostumun gönderdiği hikâyeyi paylaşmış olayım.

Muhtemelen sıkı yönetim dönemlerinin yaşandığı 1960 veya 70’lı yıllar. Düzce’de ilmi ve belagati güçlü bir imam varmış. Özellikle Cuma günleri o imamın görev yaptığı cami dolup taşarmış. Ülkede sıkı yönetimin sebep olduğu antidemokratik bir sosyal ve siyasal iklim var. Yine bugünlerde olduğu gibi insanlar sevmediklerini, haset ettiklerini ilgili makamlara ihbar ediyorlar; ispiyonluyorlar. İşte benzer sebeplerden dolayı birisi imamı ilgili birime ihbar etmiş. Ve polisler tam da vaaz ettiği esnada camîye gelip imamı kürsüden indirip cemaatin arasından alıp götürürlerken cemaatten birisi ayağa kalkıp imamın kulağına “Oh olsun. İşte belanı buldun. Ağzına çıkana sahip çıksaydın bunlar başına gelmezdi” demiş.

Bana bu hikâyeyi nakleden arkadaş dedi ki, bu imam, yaşanılan bu hadiseden dolayı topluma karşı büyük bir umutsuzluk, hayal kırıklığı ve kırgınlık yaşadı. “Bu cemaate yıllardır hakkı ve adaleti anlatıyorum. Güya beni sevip, sayıyorlardı. Polisler arasında alınıp, götürülürken kimse ‘Hocamızı nereye götürüyorsunuz?’ gibi bir tepkide bulunmadıkları gibi birileri kalkıp ‘Oh oldu’ dedi. Demek ki, yıllardır cami kürsüsünden yaptığım vaazların hiçbir faydası olmamış diyerek ve kahrederek, dini tüm görevlerden uzaklaştı.”

Şimdi gelelim kıymetli dostumun gönderdiği hikâyeye…

Vaktiyle Bursa’ da bir Müslüman, bugünkü adı Arap Şükrü olan muhitte çeşme yaptırmış ve başına bir kitabe eklemiş: “Her kula helâl, Müslüman’a haram!”

Bursa başkent, tabii Osmanlı karışmış, bu nasıl fitnedir diye…

*Gitmişler kadıya şikâyete, adam yakalanıp yaka-paça huzura getirilmiş. “Bu nasıl fitnedir, dini İslâm, ahalisi Müslüman olan koca devlette sen kalk, hayrattır, sebildir diye çeşme yap, ama suyunu Müslüman’a yasakla! Olacak iş midir, nedir sebebi, aklını mı yitirdin?” diye çıkışmışlar adama.

Adam:

– “Müsaade buyurun, sebebi vardır, lâkin ispat ister, delil şarttır…” dedikçe kadı kızmış:

– “Ne delili, ne ispatı? Sen fitne çıkardın, Müslüman ahalinin huzurunu kaçırdın, katlin vaciptir!” demiş. Demiş ama bir yandan da merak edermiş:

– “Nedir gerekçen?” diye sormuş. Adam:

– “Bir tek Sultan’a derim…” diye cevap verince, ortalık yine karışmış. Söz Sultan’a gitmiş, adam yaka paça saraya götürülmüş. Padişah da sinirlenmiş ama diğer yandan o da meraklanırmış:

– “De bakalım ne diyeceksen. Bu nasıl iştir ki, hem çeşmeyi yaparsın, hem de her kula helâl, Müslüman’a haram yazarsın?” Adam, başı önünde konuşur:

– “Delilim vardır, lâkin ispat ister.”

– “Ya dediğin gibi sağlam değilse delilin?”

– “O zaman boynum, hükme kıldan incedir Sultanım…”

– “Eeee!”

– “Sultanım, herhangi bir havradan (sinagog) rasgele bir hahamı izahsız yaka-paça tutuklayın, bir hafta tutun. Bakın neler olacak…” Dediği yapılmış adamın. Bütün azınlıklar bir olmuş, başlarında Museviler, “Ne oluyor, bu ne zulüm? Bizim din adamımıza biz kefiliz, ne gerekirse söyleyin yapalım, o masumdur, gerekirse kefalet ödeyelim…” Çevre ülkelerden bile elçiler gelmiş, elçiler mektup üstüne mektup getirmiş. Bir hafta dolunca, adam:

– “Sultanım, artık bırakmak zamanıdır” demiş. Haham bırakılmış, azınlıklar mutlu, bu sefer Sultan’a teşekkürler, hediyeler.

– “Aynı işi herhangi bir kiliseden herhangi bir papaz için yaptırınız Sultanım” demiş. Aynı şekilde bir papaz derdest edilip yaka-paça alınmış Pazar ayininden ve aynı tepkiler artarak devam etmiş. Haftası dolunca da serbest bırakılmış. Mutluluk ve sevinç gösterileri daha bir fazlalaşmış, teşekkürler, şükranlar… Din adamlarına kavuşmanın mutluluğuyla daha bir sarılmışlar birbirlerine… Sultan:

– “Bitti mi?” demiş adama.

– “Sultanım son bir iş kaldı, sonra hüküm zamanıdır izninizle” demiş.

– “Şimdi nedir isteğin?”

– “Efendim, payitahtımız Bursa’nın en sevilen, âlimini alınız minberinden…” Adamın dediğini yapmışlar, Ulucami imamını Cuma hutbesinin ortasında almışlar, yaka-paça götürmüşler.

Bir Allah’ın kulu çıkıp da, “ne oluyor, siz ne yapıyorsunuz? Hiç olmazsa vaazı bitene kadar bekleseydiniz”, gibi tek bir kelâm etmemiş, imamın peşinden giden, arayan-soran olmamış… Geçmiş bir hafta, “Nerede imam” diye gelen-giden yok! Halk hâlinden memnun, başlamış bir dedikodu, o geçen hafta tutuklanan koca âlim için:

– “Biz de onu adam bilmiş, hoca bellemiştik…”

– “Kim bilir ne suç etti de tevkif edildi!”

– “Vah vah! Acırım arkasında kıldığım namazlara…”

– “Sorma, sorma…”

Padişah, kadı ve adam izliyorlarmış olup-bitenleri. Sonunda Padişah çeşmeyi yaptırana sormuş:

– “Eee, ne olacak şimdi? Adam:

– “Bırakma zamanıdır. Bir de özür dileyip helâllik almak lâzımdır hocadan.” “Haklısın” demiş padişah, denilenin yapılması için emir buyurmuş ve adama dönmüş. Adam başı önünde konuşmuş:

– “Ey büyük Sultanım, siz irade buyurunuz lütfen, böyle Müslümanlara su helâl edilir mi?”

Sultan acı acı tebessüm etmiş:

– “Hava bile haram, hava bile!” demiş.

Evet, ibretamiz bir hikâye, değil mi?

Kıssadan hisse adına inşallah bugünümüz adına bir hisse kapmışızdır…

 

Kaynak: Farklı Bakış



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz