Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Kantarın topuzu

Yaşar Süngü, kendine has bir üslupla bazı kitaplardan ve bazı sosyal medya sayfalarından yaptığı “incelik eseri” alıntılarla insanın yaşadığı hayatta ölçülü olması gerektiğine işaret ediyor.

Kantarın topuzu

Derler ki, neyi çok dillendirirsen, onu çoğaltırsın.

Hep hastalıktan söz eden; Hastalıktan kurtulamaz.

Her şeyden şikâyet eden; Dertten kurtulamaz.

Hâline şükreden de; Nimetten nasibini alır.

**

Sordu:

– İnkılâp düşmanı mısınız?

Cevap verdim:

– Asla!

– Öyleyse geçmişin değerlerini niçin müdafaa ediyorsunuz?

– Yarının kökleri dünde olduğu için

– Gençlik düşmanı mısınız?

– Asla!

– Öyleyse onu niçin tenkit ediyorsunuz?

– Onu çok sevdiğim ve kurtarmak istediğim için

– Lâtin harfleri devam etmeli midir?

– Elbet.

– Öyleyse niçin Arap harflerini istiyorsunuz?

– Atalarımızın yazısını ve dilini okuyup anlamaktan aciz genç nesillerin dünya gençliği içinde bir acube hâlinde kalmaması ve millî kültür hazinelerine kavuşması için

– Türkiye geri bir memleket midir?

– Çok geri

– Öyleyse, millî kültürün ne değeri var?

– Türkiye üç asır evvel dünyanın en ileri memleketlerindendi. Bunu unuttuğunuz ve sebeplerini aramadığımız için, geriliğimize çare bulamıyoruz

– Hürriyet düşmanı mısınız?

– Asla!

– Öyleyse, niçin… ?

– Hürriyete sâhip olmak için lâyık olmak lâzımdır.

– En çok mahrum olduğumuz şey kalkınma ve ilerleme hamlesi midir?

– Asla!

– Öyleyse nedir?

– Ölçü!

Alıntı: Hicran Göze’nin sayfasından

(“Sordu cevap verdim” Peyami Safa. Milliyet, 25 Mart 1958)

**

Frankfurt’taki klinikte gece nöbetini yapan hemşire, taze, temiz, sporcu bir Alman kızıydı.

Gözünün bebeğinden ruhunun dibini görmek güç değildi.

Akşamın sekizinden sabahın sekizine kadar her gece, hiddetli zil seslerine, genç yaşlı, sinirli veya bunak türlü türlü hastaların ağrısına bağırmasına, şımarıklığına, nöbetine aynı sükûnla, aynı gülümsemeyle koşan ve her içine girdiği odaya bir şefkat serinliği getiren bu kızın hizmetinden o derece memnundum ki bir gün söz arasında ve bir iltifat olsun diye;

– Seni İstanbul’a götürelim dedim.

Tabii benim için buna imkân yoktu. Bu sadece bir nezaket yalanı idi.

Kız cevap vermedi.

On gün geçti.

Bir akşam ben çağırmadan odama geldi.

Çehresi sevinç ışıkları içindeydi.

– Teklifinizi mektupla anama babama bildirmiştim. Şimdi cevap aldım. Gitmem için müsaade veriyorlar.

Dona kaldım.

Alıntı: Hicran Göze’nin sayfasından

(Ahmet Hâşim / “Bir zihniyet farkı” “Frankfurt Seyahatnamesi”)

**

Eskiler bunu veciz biçimde ifade etmişler; Lisan-ı Hal, Lisan-ı Kal’den üstündür. Türkçesi; Vücut dili, ağızdaki dilden daha etkilidir.

Bu da o hikayelerden biri hem de yaşanmışlarından;

Babam biraz sert adamdır benim.

Mesela babam annemin elini hiç tutmadı,

“Seni seviyorum” dediğini bile hiç hatırlamıyorum.

Fakat çocukluğumdan beri hatırladığım bir şey var;

Hep evden çıkarken annemin ayakkabısını bağlardı. Misafirlikten döneceğiz eğiliyor bağlıyor falan…

Ben ergenliğe geçtiğimde artık ağırıma gitmeye başladı bu durum.

Çünkü dağ gibi adam yani, eğiliyor annemin ayakkabısını bağlıyor.

Benim akranlarım gülüyor

-Aaa Celil’in babasına bak…

Bir gün babama tüm cesaretimi toplayıp dedim ki; Babacığım neden böyle yapıyorsunuz? Annemin eli ayağı tutuyor, kendi ayakkabısını bağlayabilir.

Babam da bana dedi ki; Oğlum anneni bana o ayaklar getirdi.

Şimdi bu adam 'Seni seviyorum' dese ne olur?

Demese ne olur?

(Alıntı; Sosyal medya)

**

Bir zamanlar bir adam bir at satın aldı. Fakat alışverişin hemen arkasından atın hasta olduğunu fark etti.

Onu geri vermek istiyor ancak satan adamın atı geri almayacağından endişe ediyordu. Bu yüzden önce kadıya gidip işi resmi olarak halletmek istedi. Ancak kadıyı yerinde bulamadı, mahkeme ertesi güne kaldı, hasta at ise gece öldü.

Adam ertesi gün olanları kadıya anlattı, ne yapabileceğini sordu.

Kadı, “Zararını ben ödeyeceğim” dedi.

Şaşkınlıkla kadıya bakan adam; “Sizin konuyla bir ilginiz yok, niçin siz ödeyeceksiniz ki… ” dedi.

Kadı, şu manidar cevabı verdi;

”Evet, görünürde benim konuyla ilgim yok ama işin aslı öyle değil.

Sen dün geldiğinde ben yerimde olsaydım, atı geri verdirirdim, sende paranı geri alırdın.

At da senin elinde değil, sahibinin elinde ölmüş olurdu. Şimdi buna imkân kalmamıştır.

Senin zararına benim makamımda bulunmamam sebep oldu. O yüzden zararını ben ödeyeceğim” dedi ve ödedi.

O kadı kimdi?

Osmanlının ilk şeyhülislamı (1350-1431) Molla Fenari idi.

(Alıntı; Sosyal medya)

**

Babamın en çok tekrar ettiği öğütlerden biridir; İnsan ilişkilerinde kantarın topuzunu kaçırma.

Beceremediğimiz, eksik olan şey ölçü.

Yeni yıl başlangıç olsun, sevinirken de üzülürken de severken de kızarken de överken de öfkelendiğimizde de orantılı bir ölçü olsun.

Yeni yılımız hayırlı olsun…



Anahtar Kelimeler: Kantarın topuzu

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz