Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Kadınlar… Davalar… Değiş-e-meyen Türkiye…

Fatma Akdokur Yazdı;

Kadınlar… Davalar… Değiş-e-meyen Türkiye…

İnsan, gerçekten bir meçhul mü; neyi, nerede, ne zaman ve ne sebeple hatırlar?.. Bir küçük gülüş mü onu hüzne boğan ya da bir gülün dikeni mi, ciğerlerine batan?.. “…Davîka min, dilé min, anacığım, annecim…” mısraını[1] okur okumaz bir şimşek çaktı zihnimde; kıvılcımları yaktı yüreğimi … Gözümden akan yaş mıydı, acziyetim mi; hayır hayır, insan yalnızca acziyetten ağlamaz!.. Özgürlük, hukuk ve adalet “savunuculuğun”dan, haksızlıklara duyarsızlığa ve hatta adaletsizlik ateşine odun taşıyıcılığına savruluşlara[2] öfkeden de ağlar!.. 

… … … … … … …

Zekiye Yağmurcu, lakabıyla “Lâ ilâhe illallâh Zekiye”.[3]  16 Ocak 2021’de vefat etmişti. Hasta bir kadının ölümü, ne anlamda basına yansıyacak kadar önemli olabilirdi; neydi onun için başsağlığı mesajları yayınlanmasını gerektiren?[4]    

Yüzlercesi gibi Zekiye Öğretmen de bir zamanların  “derin egemenleri”nin hışmına uğrayarak, “bin yıl sürecek” bir “postmodern darbe”nin kurbanlarından biri olarak öğrencilerinden koparılmıştı. “Sistem ilahları” o yıllarda başörtüsü kullanan kadınları hedef seçmiş; “gelen ağam giden paşam”cıların çarşaf çarşaf hazırladığı listelerle başlatılan soruşturmalar, “…devlet memurluğundan ihraç edildiniz” sonuç cümleli kararlarla neticelenmişti.

Yapılanlar elbette “hukuk dışı”, kararlar ise “âdil” değildi. Umutluydular; haklarını kullanacak ve bu “ne idüğü belirsizlerin” yaptıklarını yanlarına bırakmayacaklardı. Kimi illerde mahkemeye başvuru yapabilmelerine yardımcı olacak avukat bulmakta zorlansalar da, dayanışarak dava dilekçelerini “hukuk” arayışı ve umuduyla hazırladılar. Ancak, heyhat!.. Sanki mahkemeler bir duvar olmuştu önlerinde. Adalet terazisini elinde tutanlar “gözleri bağlı” hatta sağır idiler… Gerçekte haksızlığa uğrayanın “kim”liğine bakmamayı işaretleyen göz bağı, haksızlıkları görmemeye ayarlanmış gibiydi. Kurulmuş saatler ya da kodlanmış pandomim sanatçısı edası sinmişti üzerlerine, “brifinglenen” hâkimlerin; bir merkezden çıkar gibiydi kararlar: “…yerinde görülmüştür.”  Adalet ve hukuk mu? Galiba tuz kokmuştu…    

Ezkaza “… cezanın iptaline…” ifadeli bir kararla “dava kazanan” bir kadını duysalar, bütün haksızlıkları unutup umut çiçekleri açıyordu yüzlerinde; gözlerine “adalet ışığı” düşüyor, gayretlerini çoğaltmak için can suyu buluyorlardı, bir “üst mahkeme” kararı bozana kadar… Yıllar yılları kovaladı; nice hayatlar tarumar oldu… Adaletin yüzünün ancak bir “lütuf” gibi gösterildiği zamanlara erişti Zekiye Öğretmen, hiç değilse!.. Vefatı, adeta “o yılları unutmayın” dercesine bir “mahalle”yi hizalamaya ayarlı taziye ile dile getirildi… Oysa unutulmaması gereken, adaletin “lütuf” değil bir “hak” olduğuydu ve zalimler renk ve rol değiştirse de zulme direnç/itiraz sürdürülmeliydi…

… … … … …

Rakel Dink, bir “karanlığı” işaret ediyordu, 23 Ocak 2007’deki seslenişinde;[5] “sistem ilahları”nın yeni bir kurbanıydı sevgili eşi…  “Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılamaz kardeşlerim” diyerek… Davalar…  Tutuklananlar, serbest bırakılanlar ve tabi görülmez kılınanlar da vardı; mahkemeler bir karardan bir karara evrilirken…

19 Ocak 2021, Agos’un önü… Hrant Dink’in katledildiği yer… Rakel Dink’in, o “egemen güç odaklarını”[6] işaret ettiği günlerin üzerinden tam 14 yıl geçmişti. …“Burası unutturulmak istenen konuların hatırlandığı, hatırlatıldığı bir yer oldu. Burası acılarda kardeş olmayı öğrendiğimiz yer, acıları paylaşma, yüzleşme, yüzleştirme yeri oldu. Adalet ve doğruluk arayanların, isteyenlerin bir araya geldiği yer oldu…14 yıldır bu ülkede nice ittifaklar kuruldu, bozuldu. Ona göre bizim dava da renk değiştirdi durdu”[7] dertlenişi boşuna mıydı? Elbette hayır!.. Davaların, kararların belli “odaklar” dikkate alınarak sonuçlandırıldığı ya da sonuçsuz bırakıldığı süreçler artık mağdurları, mazlumları, kadınları “yoruyor”du… Zira yıllarca takip edilen, ama bir türlü bulunamayan bir kayıp iz olmuştu bu topraklarda “hukuk”; “adalet” ise mağdurlara ve mazlumlara aydınlık yüzünü göstermeye pek niyetli değil!..

… … … … …

Ayşe Buğra, parlamentodaki bütün milletvekillerine çağrıda bulunarak, “Artık bağımsız bir yargı süreciyle karşı karşıya olduğumuza inanmam çok zor. Eşim, ben ve annesi işkenceyle karşı karşıyayız” diyerek[8] sesini duyurmak istiyordu, eşinin tutukluluk hâline itiraz ederek. Davalar, sürekli renk değiştiriyor; bir beraatin ardından yeni bir suçlama ile yeniden “…tutukluluk hâlinin devamına…” denilerek farklı mahkemelerin yolu döşeniyordu, Osman Kavala için. Bir zamanlar meclis koridorları, başka “ötekiler” için hak, adalet arayışıyla aşındırılırken, şimdilerde ise “öteki”ler değişse de değişmeyen “ötekilik”, milletvekillerini duyarlı olmaya davet ediyordu. “Derin egemenler”, “şapka” değiştirir gibi, yeni “maşa”ları kullanmaktan çekinmiyor; bir zamanların “ötekisi” eliyle bugünün “ötekilerini” dövüyorlardı. Dünün “ötekileri” ise görünürde “egemen” sanısıyla aldatılmaya ne de teşne imişler…

“Son dakika haberine göre; Osman Kavala ve diğer sanıklar hakkında Gezi Davası’nda verilen beraat kararı kaldırıldı… mahkemesi… yargılamanın devamına karar verdi!” “Flash haber”,[9] makus talih tecellisi gibi, bir adalet arayışının daha akîm kalışını duyuruyordu… “Egemen güç odaklarıyla” işbirliği hız keser görünmüyordu: O renk olmazsa bu renk, o da uymadı ebruli… Kadınlar ise yine bir türlü hukukî seyirde sürdürül-e-meyen davalarla, mahkemenin loş koridorlarına yazgılı ve yine adaletin yüzü örtülüydü…       

Devamı >>>



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz