Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

İslamcılığın Serüveni

Necdet Subaşı- 28.05.2018

İslamcılığın Serüveni

İslamcıların 80 sonrasında daha yoğun bir şekilde yaşadığı değişimin tartışıldığı bir toplantıda ben de Müslümanların okuma serüveni üzerine bir konuşma yapmıştım. Birkaç yıldır düzenli olarak tekrarlanan bu tür toplantılarda İslamcılığın serüveni derinlemesine ele alınıyor ve bu bağlamda söylemin nereden nereye evirildiğine dair ilginç sunumlar yapılıyordu. 

Ben de ilkinden itibaren düzenlenen bu toplantıların hepsine katıldım, hepsinde de birer bildiri sundum.

Üzerinde en rahat konuşabileceğimiz dönemin 80´lerden itibaren içine dahil olduğumuz süreçler olduğunu söylemekte sakınca yok. 60´lar kulaktan duyma, 70´ler hayal meyal, ama 80´leri hemen her yönüyle yaşadığımız açık. 

İçinde büyüdük desek yalan değil, başımıza ne geldiyse ondan ne kazandıysak ondan ne kaybettiysek ondan desek bilmem alınan olur mu, sevinen olur mu?

Bu dönemler hakkında canım ileri geri birkaç şey söylemek istese de bunu başkası yaptığında fena halde bozuluyorum.

Bizim kuşağın dışarıdan nasıl göründüğü tabii ki önemli. Bizimle aynı hikâyenin parçasına dahil olanların zaman zaman içeriden bir dille söyledikleri şeyler yabana atılır değil, ama işte bilmem nedendir, insan eleştiri dışarıdan gelirse "Hadi neyse!" diyor; ama içeriden bir yerden gelince fena hâlde asabileşiyor.

Kendimizi inkâr edecek hâlimiz yok. Başından itibaren anlam dünyası birtakım müdahalelere maruz kalsa da üç aşağı beş yukarı İslamcı dediğimizde anladığımız şey şöyle bir şeydi: Kişisel yaşamından toplumsal muhayyilesine kadar dine, din olarak İslam´a komplekssiz, riyasız ve yüksek bir referans düzeyinde itibar etme, onu her durumda bir meşruiyet kaynağı olarak görme, bir kılavuz, bir düzenleme biçimi ve tabii ki bütün bir düşünce dünyasını kuşatan bir ana çerçeve, her durumda onaylanması gereken bir bilişsel harita.

Neyse fazla teknik, fazla kuramsal bir cümle oldu, ama bu genel geçer tanımlamadan bir İslam devleti arzusuna ulaşanlar olduğu gibi, bu dil içinde kalarak kendini İslami referans ağından beslenen aydın ya da entelektüel ilgilere yönlendirenler de oldu.

Bu koca tarifin herkese yeten genişliğinde radikal Müslümanlar da yer aldı sufi meşrep Müslümanlar da. Bu resmin altında içeriğine nüfuz edilemeyen garip oluşumlar da yer aldı hemen her durumda İslam´ın yüksek çıkarlarını siyasi dile taşıyan Milli Görüşçüler de.

Yaş ilerledikçe sahip olunan tecrübe ya da hemen her virajda birkaç yükten kurtulma ihtiyacı artık bu genişlikte bir haritayı taşıma ve sahiplenme gücü bırakmıyor.

Daha da daralıyor insanın emelleri, gerçekliğin gündelik deneyimlerle buluşan doğası insanda ne keyif bırakıyor ne de huzur...Neyse.

Ben şahsen İslamcı söylemin özellikle zoru silah olarak kullanmayı itiyat hâline getirmiş bir devlet aygıtıyla neredeyse birebir aynı gramere tabi bir şekilde ortaya çıkan formlarından rahatsızım.

İslamcı söylemin değerini küçümsüyor ya da onu hayatımızdan çıkaracak bir uyanıklık içinde kendimden vazgeçiyor değilim.

Bilinen yaygın tariflerinden zerre ölçüde sapmışlığım yoktur, tarife bir diyeceğim yoktur, ancak bu hikâyenin en azından kendi tarihimden itibaren nasıl işlediği konusunda ciddi tanıklıklarım ve esaslı tedirginliklerim var. Bu da inkâr edilemez.

Uzatmayacağım, ama bir örnekle de olsa ne dediğimin bu aziz ramazan gecesinde anlaşılmasını istiyorum.

80´lerin ortalarında darbe ikliminde kendini kaybetmiş pek çok Müslüman gibi beni de entelektüel donanımımın çoğunu gündelik kültür kaynaklarından devşiriyordum.

Sıkça dinlenen kasetler, seyrek de olsa kulak verilen vaazlar, ev ortamlarında ya da kahve köşelerinde oluşan sohbet halkaları.

Şimdi dostlarım çok iyi hatırlayacaklardır. Herkes aklındakini söylesin.

80´lerin ilk beş yılından vazgeçtik, herkes can derdindeydi, amenna. Ama sonrasını konuşalım. Temel sorunlar neydi?

Bir bakalım: aklıma gelenlerini kronolojiyi filan düşünmeden hemencecik sıralayayım:

Devlet tarafından resmen görevlendirilmiş imamların arkasında namaz kılınır mı? 

Türkiye darü´l-harp mi darü´l-islam mı? Memlekette Cuma namazı kılınır mı?

Kadınların üniversiteye gitmesi caiz mi?

Şirk nedir?

Müşrik nedir?

Tağut ne demektir? Kim tağuttur?

Demokrasi şirk midir?

Yaşar Kaplan´ın başına binbir bela açan o risaleyi bir hatırlayalım.

Tevhid nedir? Tasavvuf ve tarikatlar İslam nazarında nasıl bir yerdedirler.

Hafızaları yoklayalım ve rahmetli Ercüment Özkan´ın herkesi etkileyen İktibas´ını ve ?İslamcı yazar? İsmail Nacar´ın Hacıbayram çevresini aşağılayan yazılarını hatırlayalım.

Sonra, Aylık Dergi´nin Ehli Sünnet sayısını bir düşünelim. Neydi, ne yapılıyordu?

Ardından İskender Paşa´nın İslam´ını, Erenköy Cemaati´nin Altınoluk´unu ve bir de Haydar Baş´ın İcmal´ini, sahip oldukları misyon, dahil oldukları mecra ve ürettikleri iktidar alanı içinde yeniden bir gözden geçirelim.

Cesareti olanlar Kocatepe´deki mevlit törenlerini, Gülen´in Sızıntı´sıyla birlikte kamusallaşan ataklarını gözlerinde canlandırsın.

Konunun çok dağıldığının farkındayım. Biz hangi kelimeleri, hangi kavramları yerinde, sağlıklı ve tutarlı bir şekilde kullanıyorduk?

Bence soğukkanlı bir şekilde, sorumluluğu çoğu çoluk çocuğa bırakılmış, aklı başında olanlarının bile gençlerin ürettiği uçuk dil akışlarına teslim olduğu bir düşünce akışını hatırlayın.

Hemen bir örnek: 80´lerin ortalarında sık dinlenilen kasetlerin toplumsal bakiye içinde ortaya koyduğu değer ve anlamlar üzerine bir düşünmek ne güzel olurdu. Aklıma gelen "Mute Destanı"mesela. Başka şeyler de vardı, "Hudeybiye", "Hicret",  "İmamın Öldürülüşü". Ardından yeni tarz müziklerin de devreye girmesiyle birlikte çoğalan bir cihad havası.

Bunu asla küçümsemiyorum. O günlerin bilgi ve kültür ortamı dikkatle incelenirse memlekette İslamcılık adına saf tutmuş her kim varsa, onlardan her birinin komut bekler bir dikkat ve ciddiyet içinde sefere hazır bir şekilde zihnen konuşlandıklarını iddia bile edebilirim. Benim derdim bütün bu öğrenme süreçlerinin sonradan birkaç 10 yıl sonra nasıl bir felaketi gündelikleştirdiğinin altını çizmek.

Şimdi aklıma geldi, şu sözü kim hatırlamaz. ?Ramazanda Müslüman şevvalde demokrat.?Anlamını tabii ki bilmiyor değilim.

Kimilerinin ramazan gelince İslam´ı kimseye bırakmayan ilgileri, ama aydan çıkınca da?demokratlıkları?, yani gâvurlukları.

Burada Müslümanlıkla demokratlığın bu kadar net bir şekilde karşı karşıya getirilmesinin hesabını kim nerede ödeyecektir.

İslamcı söylem böyle bir tercihin ortaya çıkardığı yıkımların ruzi mahşerde gündeme gelip gelmeyeceği hakkında neler söyler?

O günün tuhaf ve herkesi aynı sese çağıran panik hâllerinde, demokratlık hakikaten çok sorunlu bir kavramdı ve asıl ağırlığını da Müslümanın karşısında konuşlanışından alıyordu.

Bunlara kafa yorulmuş muydu?

Düşünülmüş müydü?

Ramazanla şevval arasındaki zikzakların eğer açıklanacaksa başka bir şekli yok muydu?

İslamcı söylemin tam bir tıkanıklık ya da iç içe geçmiş birer kargaşa süreci olarak da değerlendirilebilecek yakın dönemleri için bugün yeniden, ama artık fazlasıyla samimi ve anlamayı ve kavramayı önceleyen bir vicdani sorumlulukla yeni bir durum analizi yapmanın vakti gelmiş de geçmektedir.

Zihni savrulmuşluk, söz cambazlığı, dünyayı ihmal eden bir dünyevileşme, ahireti hiçe sayan bir mistisizm? Ah ah?



Anahtar Kelimeler: İslamcılığın Serüveni

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz