Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

İNSANIN ANLAM ARAYIŞI

Abdullah Denizhan'ın 'konuya dair' analizi...

İNSANIN ANLAM ARAYIŞI

Amr b. As Mısır fethinin komutanlığını yaptığı esnada Yeni Platonculuğun son temsilcileri Mısır’da bulunmaktaydı. Medenileşmiş toplumlarda rastlanılan bu birikim daha önce çöl hayatı içinde yaşamını, varlığını ve hakikati Muhammed (as) tarafından öğretilen bu toplum üzerinde ilk önce herhangi bir etki yaratmadı. Çünkü hakikat henüz sabit değildi ve insan(otorite) eliyle sabit-statik bir hale gelmemişti. İnsanları hakikat üzerine arayışa-cihada- davet eden Hatemü’l-Enbiya’nın mesajı henüz kulakların aşina olduğu bir çağrıydı. Ancak hakikat sabit olarak kalabilir miydi? Ya da insanların aynı ortak paydada buluşması “hakikat” olarak anılmalı mıydı? Temel olarak da hakikat tekel haline gelebilir/gelmeli miydi?

İnsan zorlukla karşılaştığı anda hiç beklemediği çözümleri bir anda bulabilirdi.[1] Tabiat, insana işlemesi için verilmişti. Unutulmamalıdır ki tabiatın her parçası üzerinde muhteşem bir kombinasyon vardır. Her canlı flora- faunası içinde kendisine ait olanın hududunu bilir ve saygı duyarak yaşar. İnsanda halife olarak bu tarz bir emanetin sorumlusu olmak zorundadır. Halife olmak arkadan gelmenin, ardılını anlamanın ve çözümlemenin adıdır. Çözümlenecek ilk aşamada insanlığın atası Âdem(a.s)in isimleri öğrenerek inşa ettiği ilk beyt’tir. Konum itibariyle inşa edilen bu evin tarihte doğa ve insan seleksiyonu içerisindeki dengesi gerçekten muhteşemdir. İnsan olmak için çıkılan bu yolun tipolojisi ise Halifeliğin anlamı üzerine başta Âdem(a.s) ve daha sonra tüm peygamberlerin arkasından gelmektir…

Zorlukların ve düşünce krizlerinin çözümü için var olan birikimler üzerine eğilmeyi insan gerçekten tarihin belirli dönemlerinde bilmiştir. Tarih, bize öğretildiği, ama hiçbir zaman uygulanmadığı, hatta bazen köşe bucak kaçıldığı üzere geçmişi okumanın ve ondan anlam çıkarmanın ta kendisiydi. Geçmişe ait olan bir birikim varsa o değerler üzerine insan eğilmeliydi. Nitekim öyle de oldu… Özellikle Batı Felsefesi,  artık Yunan ve Roma ikliminden çıkmış, tekrar geri dönmek üzere Müslümanların zihin dünyalarına girmişti… Bugün bir kısım insanın çeviri hareketlerini özden kopma, gereksiz  bir işle iştigal etme olarak yorumlaması, sosyolojik bir temelden yoksundur. Çünkü etkileşimin olmaması için Bertrand Russel’in Felsefe Tarihi’nde ortaya koyduğu üzere İngiltere gibi ana- toprağa uzak olan bir ada içinde yaşayıp veya Mısır gibi ekonomik bütünleşmesini kendi içinde karşılayacak kadar zengin bir ürün hazinesine sahip olmayı gerektirir. Oysa İslamiyet’in en büyük şartlarından birisi iyiliği emredip kötülükten uzaklaşmaktır. Diğer bir hakikat ise sabrı ve hakkı birbirine tavsiye etmemenin hüsran ile sonuçlanacağını mıh gibi akılda tutmaktır. Medeniyetlerin ardı ardına geldiği bu coğrafyada böylesi zengin bir birikimin muhakkak kütüphanelerde ve insan zihinlerinde var olduğu bir gerçektir. Davetçi olmanın gerektirdiği husus, karşıdakine yaşadığı hayatın iyilikler ve güzelliklerle dolu olduğunu güzel bir dil ile anlatmaktır. Yoksa hangi düşünce olursa olsun, birey üzerinde herhangi bir farkındalık yaratmadan işliyorsa onun geçerli bir hükmü bulunmayacaktır. Müslümanlar bu bilgilere sahip kişilerin sorularını eğer cevaplamasalardı veya cevap bulmak için vesileler aramasalardı, o zaman davet hakikatinin ne anlamı kalırdı. Kimse sorulardan köşe bucak kaçan insanların peşinden gitmez, onları hakkın arayışı içinde olduğuna inanmaz… Sonunda bu zenginlik Müslümanlar ile karşılaşacak onları kabulü veya reddi gerektirecekti…

İnsan için sorgulamanın ilk aşaması veya başına bir musibet geldiğinde ilk kritik yaptığı düşünce onu yarattığına inandığı İlahıdır… Çünkü hayatı içinde görebildiği her şeyin geçerli olan yeter-sebep ilişkisi bulunmaktaydı. Bir tek ilahi kuvvet ve değerlere akıl erdiremiyordu… Aynı zamanda ilk neden veya ilk hareket insanın zihnini sürekli meşgul eden konuların başındadır. Zaten bu konular bugün dahi sorgulamanın ilk aşaması hakikatini sabitler. Deizm ve Ateizm çıkmazları insanın epistemolojik veya ontolojik bunalım krizi sonucudur diye cevaplandırmak doyurucu bir cevap değildir. Modern hayat Hobbes’u haklı çıkaracak bir şekilde kurtlaşan insanı merhametsizliğe ve en önemlisi de Oblomov olmaya iter… İlerlemeci Diyalektiğin insanı şefaat ehli kıldıran ve belki de sürekli olarak mantıksal hiçbir zemini bulunmayan “gönüllülük yasası” denilen safsata, bu vahşeti örtmek veya süslemek için birer perdedir. İnsanın Şefaat Ehli olması ise bu dünyanın merhamet için yeterli düzeyde Platonun iddia ettiği iyi ideasının tecellisine sahip olmadığı, ruh ve beden krizinin iyilik kavramını gerçekleştirecek birliği yakalayamadığı ve insanın sonu olarak da Septik bir Nihilizmin içinde kıvranıp, acıma, merhamet ve iyilik edinilecek mekanı ve zamanı ahiret için ertelemeyi gerektirir…

Bu konularda geçmişe ait birikimlerden yararlanan Müslümanlar, Yunan Felsefesinde bu konuya ait bilgilerin varlığını anlayınca büyük çeviri hareketlerine başladırlar. Çünkü Yunanlılar bu konuları daha önce aramışlardı.  Bu konuyu anlayarak yola çıktıklarında ise karşılarına çıkan soru Aydınlanmanın temelinde yatan soru ile aynıydı: NEDEN?

Neden; insanın var olması için, hayatını Müslümanca yaşayabilmesi için temel olarak ilk şartıdır. Hakikati noktaladığı anda insan artık natüralizmin içinde incelenecek bir deney tahtası haline gelir. Laboratuvar içinde kendisini kendisi olmadan adlandırılacak bir nesne olarak parçalanıp bütünleştirir. Kendisine ait olan her şey bir gelenek, değer, örf içinde sentezlenip, kütüphanenin mahzen köşelerine atılan kitaplar gibi artık tamamlanır. Tümdengelimsel olarak matematiğin soyut anlamları gibi insan üzerinde yapılan her incelemenin sonuç kısmı açık olur.  Neden; Allah’tan bana maddenin hakikatini göster diye edilen samimi duanın, yeryüzünde gezip dolaşın emrinin ve onun yarattığı hiçbir işte noksanlık bulamazsın gerçeğine uymak için en büyük vasıtadır. Eğer ki neden sorusu nasıla vardıysa artık hakikat Orta Çağ kilise mantığı içinde gerçekliğin nesneye olan uyumu içinde aranır. Bu uyumu belirleyeni de belki de Platon’daki filozoflara(erk) teslim ederek insanı iyice uysallaştırmaya itecektir…

Klasik üniversite tanımının belki de altında yatan temel sorudur nasıllık… Çünkü tarihin kendi içinde sürekli yeni anlayışlara açık olması ilimlerin toplamında doktrinel bütünlüğün oluşmasına izin vermeyecektir. İslam tarihinde karşılaşılan ilimlerin tedvin/tasnif dönemleri, artık bilgelik yolculuğuna çıkan kişinin Kant’ın epistemolojisine temel olarak koyduğu ön-deyiler gibi kuralların eşliğinde oluşan bir ilerleme(!) şeklinde ortaya çıkmıştır. Bu tıpkı siyaset felsefesinde karşılaştığımız toplum sözleşmelerinin mantıksal zemini gibidir. Taraflar arasında kabul edilen sözleşme, toplumu bireysel farklılıklarından soyutlayarak onları aynı kefeye koyup, terazinin eş gelmesine inanmaktır. Oysa sözleşmeye katılan toplum yenilendiği gibi aynı sözleşmeye uymak zorunda olan yeni bir nesilde yenilenmek zorundadır.  Belki de özellikle Batı’da Aydınlanma ile beraber bulduğumuz bilimlerde indirgemeci yaklaşımın kendisi de üniversite mantığının bu hale evrilmesi ile sonuçlanmıştır. Kişinin akademik hayat diye girdiği serüven parçacı bir şekilde alanı dışında hiçbir şeyle ilgilenmemeye, alanı dışına çıktığında başkasının özgürlük alanını işgal ediyormuş gibi bir havanın oluşması gibi anlaşılıyor… Oysa anlam sürekli tekrarların içinde kavranmaz. Geçmişe ait değerler bugün için belirli bir cevheri oluşturur. Yoksa Leibniz’in monadlarındaki gibi değişmez bir bilgi değeri taşıyan metafizik tözler değillerdir. Hakikat gecenin karanlığının efendiliğine inanıp gündüzün imkansızlığına inanan zihinler üzerine tezahür etmez. Nebevi metodun temelinde yatan tefekkür- tezekkür- teşhis- hicret formülü bizi bu anlam üzerine sebat ettirmeye zorlamalıdır…

------------------------------------------------------------------------------------------------

[1] Medeniyetin oluşmasında bu zorlukla karşılaşma anları insanın alet yapımına çok büyük bir etki vermiştir. Belki de İbn Haldun’da coğrafya faktörünün asıl etkili faktörü, iklim koşullarının insan üzerine bu zorlayıcı tesiri yaratması olarak kabul edebiliriz.

Kaynak: http://ozgunirade.com/insanin-anlam-arayisi/



Anahtar Kelimeler: İNSANIN ANLAM ARAYIŞI

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz