Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

İnlalillah... Yılmaz Yalçıner İmanının öfkesini taşıyordu

Yeni Akit’ten Fatma Gülşen Koçak, bundan bir yılönce vefat eden gazeteci yazar Yılmaz Yalçıner ile ilgili, onun kader arkadaşı Yayıncı Yazar Mekki Yassıkaya Beyefendi ile merhumun hayatı hakkında bir röportaj gerçekleştirmişti.

İnlalillah... Yılmaz Yalçıner İmanının öfkesini taşıyordu

İşte o röportaj...

Geçtiğimiz hafta Rahmeti Rahmana uğurladığımız gazetemizin kuruluşunda büyük emekleri olan, basın dünyasının seçkin simalarından İslami hareketin içinde önemli hizmetlerde bulunan Merhum Yılmaz Yalçıner’i yakın dostu yol ve kader arkadaşı Yayıncı Yazar Mekki Yassıkaya Beyefendi ile konuştuk. Basın tarihi açısından önemli bir kayıt olacağına inandığım bu röportajı Yalçıner’e rahmet dileyerek siz değerli okuyucularımızın ilgisine sunuyoruz efendim. Ayrıca basına demeç vermeyen Yassıkaya’ya bizi kırmayarak röportaj teklifimizi kabul ettiği için hassaten teşekkür ediyoruz.

Yılmaz Yalçıner’le tanışma hikâyeniz nasıl oldu?

Bismillahirrahmanirrahim. Önce ağabeyime gani gani rahmet niyaz ediyorum Rabbimden. Rabbimin cennetiyle ve Cemaliyle müşerref olur inşaallah. Ben Isparta İmam Hatip okulunda okurken hem mahalli gazetelerde yazıyor hem de aynı zamanda İstanbul gazetelerine muhabirlik yapıyordum. Bizi fikren ve Anadolu irfanıyla donatan bir hocamız vardı. Kız İmam Hatip okullarının da banisi olan merhum Ömer Dursun Ayvaz benim gazeteciliğe olan ilgimden dolayı benim gazeteci olarak yetişmemi istiyordu. Okulu bitirince İstanbul’a gitmemi sağladılar 1970 yılında. O yıllarda günlük yayınlanan “Çarıklı erkân” olarak maruf M.Emin Alpkan’ın sahibi olduğu sağcı /muhafazakâr Bizim Anadolu Gazetesinde muhabir olarak çalışmak üzere beni işe başlattılar. Yılmaz abiyi ben orada tanıdım, sonra tanıştım. Ve böylece yollarımız kesişmiş/kader ortaklığımız başlamış oldu.

Bizim Anadolu Gazetesinde çalışan diğer kişilerden hangi yönüyle sizi etkiledi?

Bizim Anadolu Gazetesi hem milliyetçi hem de muhafazakâr tabana hitap ediyordu. Şimdi çoğu rahmeti rahmana kavuştu. Necdet Sevinç, meşhur Yörük Ali’nin torunu Ali Yörükoğlu, Raif Karadağ gibi o dönemin çok okunan yazarları Bizim Anadolu’da yazıyordu. Fakat ben nedense Osmanlı serlevhasıyla yazan Yılmaz Yalçıner’i kendi düşünce yapıma daha yakın görüyordum. Bir de onun celalli, heyecanlı hali beni de etkiliyordu zira o gazeteye adımını atınca bir heyecan dalgası hemen herkesi sarıyor gazetede müthiş bir atmosfer oluşturuyordu. Rahmetli M.Emin Alpkan, “hah geldi bizim Deli Oğlan!” derdi. Ama onun serdengeçti hali hoşuna da giderdi. Biraz da Osmanlı serlevhasıyla yazması onu diğerlerinden ayırmama yetiyordu.

Bizim Anadolu Gazetesinden sonra irtibatınız nasıl sürdü?

Sonra ben Batı Almanya’ya gazetecilik tahsili yapmaya gittim. Yılmaz abi de gazeteden ayrılmış Ankara’da Vesika Dergisini yayınlamaya başlamış. Haberdar oldum. Derginin Almanya temsilcisi/dağıtıcısı/muhabiri oldum. 1976 yılında Almanya’dan dönünce bu defa merhum Kadir Mısıroğlu’nun yayınladığı Sebil Gazetesinde birlikte çalışmak nasip oldu. Böylece kardeşliğimiz/dostluğumuz kuvvetlendi. Örnek aldığım gazeteciyle birlikteliğimiz bir aile halini aldı.

Ankara’ya gitti ama gazetecilikten kopmadı değil mi? Tutuklanmasına sebep olan Meşhur Şûra gazetesinin çıkışı nasıl oldu?

Gazete hastasıydı. Ankara’da kısa zamanda kendisine finans desteği sağlayacak bir dostunu bulunca haftalık Şûra gazetesini yayınlamaya başladı. İlk sayısının kapağı ŞERİATÇI GAZETE OLUR MU? İdi. Gazetenin mizanpajı, takdimi, muhtevası okuyucularca heyecanla, ilgiyle karşılandı. Bu ilk sayı yok sattı. Ama hem toplatılma kararı verildi hem de Yılmaz abi tutuklandı. Ben Sebil’de çalışmama rağmen ilk fırsatta Ankara’ya gittim. İkinci sayının hazırlanmasına yardımcı oldum. Gazetenin yazı işleri müdürü de tutuklandı vs. Bu aynı zamanda bundan sonraki sayıların ve gazetelerin de toplatılma, yazı işleri müdürlerinin tutuklanma serüveninin başlangıcı olmuş oldu. İstanbul’a döndüm, Sebil’den mesaim bitince Şûra’nın İstanbul dağıtımını üstlendim. Sonra da Sebil’den ayrıldım.

O zor dönemde Şeriatçı bir gazeteye sistem tarafından baskı olmadı mı?

Gazetenin her sayısında Şeriat kelimesi haykırıldıkça ve muhtevası başta 163. Maddeye kafa tutmaya başladıkça, gazetenin her sayısına 10-15 dava açılıyor, her sayıya toplatma kararı veriliyor ama gazetemiz daha büromuza gelmeden tükendiği için üç beş gazeteden başka ellerine bir şey geçmiyordu.

Davalar çoğalmaya başlayınca gazete bürosunu ikiye ayırdık. Gazetenin hazırlandığı yazı işleri bürosunda Yılmaz abi ve diğer arkadaşlar duruyor ben ana büroyu idare ediyor gelene gidene muhatap oluyordum.

Şûra’nın tirajı neydi? Kaç sayı çıkabildi?

Şûra o dönem 40-50 bin baskı yapıyordu. En çok satan fikir aksiyon gazetesi idi. Hatta Cumhuriyet gazetesinin günlük tirajını 10 bin kadar aşınca olay olmuştu. Şûra 41. sayıda yayınına son verdi.

Şûra’nın cesur yayın yapması biraz da Yalçıner’in kişiliğiyle alakalı bir durum diyebilir miyiz?

Ülkemizde Şeriat diye cesurca haykıran ve insanımızın hayatına/zihnine bu kelimeyi nakşeden tek gazete idi ve bu tamamen Yılmaz abinin cesur ve insanların halet-i ruhiyelerini, beklentilerini okumasından kaynaklanıyordu. Gerçekten o kendi heyecanını etrafındakileriyle birlikte hitap ettiği topluluğa yükleyebilen biriydi. İyi coşkulu bir hatipti, kalemi çok güçlüydü... Şöyle geriye dönüp baktığınızda Şûra’nın birçok yeni şeyler söylediğini görebilirsiniz.

Mesela hangi yenilikleri öne çıkardı?

Bunlardan biri Hicri yeni yıl anmalarıdır. Hicri yeni yılı hayatımıza o dahil etmiştir ve ilk defa Hicri 1400. Yıl için afişler hazırlamış, idraki için yayınların yapılmasını sağlamıştır. İlk defa Veda Hutbesi’ni gündeme getirme fikri onundur. Merhum Hattat Yusuf Erzincani’ye Veda Hutbesini yazdırıp gazeteyle birlikte vermiştik. O günlerde gazetemizi alanların evlerinde belki de bu Veda Hutbesi levhası hâlâ duruyor olmalıdır. Daha nice orijinal heyecan veren yenilikler onun zekasının ürünüdür saymakla bitmez.

Tevhid gazetesini çıkarma macerası nasıl oldu? İran devriminin Türkiye’de heyecan uyandırdığı bir dönemde yayına başladı değil mi?

Şûra yayınına son verince yeni bir ekiple daha serinkanlı, biraz daha ılımlı Tevhid gazetesini yayınladık. Tevhid o dönemin siyasi havasından çok etkilendi. İran Devrim hareketi gazetenin yayınını da etkiledi haliyle. Bir nevi devrimin Türkiye sözcüsü gibi oldu. Hatta o kadar önemli haberler yayınlamaya başladık ki Hürriyet gibi günlük gazeteler bizim haberlerimizi kullanmaya başladı. Tevhid de 40 bin bandında satış yapıyordu. Her ne kadar Şûra kadar olmasa da çok cesur manşetleri olurdu. Tabii her sayısına davalar açılıyor toplatmalar devam ediyordu.

İslamcı camiada ilk kadın dergisini de Yalçıner çıkardı diye biliyorum. Ondan da bahseder misiniz?

Evet, o da ayrı bir yeniliği Yılmaz abinin. TEVHİD 32 sayı sonra biraz da üzücü bir şekilde yayınına son verdi ekip dağıldı. Biz Yılmaz abi, Ömer Yorulmaz, Ali Galip Vural’la birlikte kaldık. Boş durmak Yılmaz abinin en hoşuna gitmeyen yaşam şekliydi. Bir gün bizi topladı heyecanla yeni bir dergi çıkaracağımızı söyledi. Hayırdır dedik. Bu defa Kadın Dergisi yayınlayacağız dedi. Şaşırdık çünkü içimizde hiç kadın yazar yoktu. İsmini bile koymuştu. Adı Rayet olacaktı.

Neden Rayet? Manası nedir?

Hiç birimiz RAYET ne demek, ne anlama geliyor bilmiyorduk. İnanıyorum ki bugün bile çok az kişi bilmektedir. Peygamberimizin siyah renkli sancağıdır. Biz de ondan öğrendik.

Rayet’le hangi mesajı vermek istedi?

Yani hanımlara “başörtünüz Peygamberimizin sancağıdır. Ona öyle değer verin” mesajını vermek istiyordu Yılmaz abim. O simgelerle mesaj vermeyi çok sever, önemserdi. Dergiyi öyle hazırladı ki, hatta hanımlar için örgü modelleri bile yaptı, ek olarak her sayı verdik. Tabii bunlarda da mesajlar vardı her birinde ayrı ayrı...

Neden kısa zamanda kapandı?

Rayet de 4. Sayıda sonlandı. İyi satıyordu ama muhtevayı hazırlamakta, içini doldurmakta zorlandık. Bu bilgiler ilk defa yayınlanıyor sayenizde. Belki de çok az anlatıldı.

Son gazete macerası Dürüst Gazete mi oldu?

Evet. Bir gün çıkan günlük gazete tecrübemiz Dürüst Gazete. Büyük bir heyecanla hazırladık. Mustafa Karahasanoğlu’nun maddi desteğiyle yola çıktık. Dürüst Gazete’de cezaevi hatıralarımızı da yazacaktık. İlk sayısı 50 - 60 bin tirajla basıldı. Yok sattı. İkinci sayısı maalesef basıldı ama dağıtılamadı. Matbaada kaldı. Dağıtım şirketi gazeteyi dağıtmak istememiş. Böylece Yılmaz abinin gazete serüveni de noktalanmış oldu.

Yalçıner’le sadece yayıncılık yapmadınız. Tarihe geçen bir eyleme imza atarak Diyarbakır uçağını kaçırdınız. Sonrasında uzun hapishane süreci başladı.

Hapishanede neler yaşadınız?

Evet, 11 sene 7 aylık bir hapishane hayatı yaşadık. 1980 Askeri Darbesi olunca her birimiz tutuklanma ile karşı karşıya kaldık. Malum uçak kaçırma olayı sonrası Diyarbakır 2 Nolu Askeri Cezaevinde iki sene, 9 küsur sene de Malatya E Tipi Cezaevinde kaldık. İşkencelerin en kötüsü Diyarbakır Cezaevinde yaşananlardı. İki türlüsü vardı yaşanan işkencelerin, biri maddi/fiziki diğeri de manevi/psikolojik. Biz her ikisini de tattık. Hangi birini anlatayım ki... Ama psikolojik olanı sürekliydi ve daha tahripkârdı... Düşünün akşamın bir vakti koğuşların pencereleri açık ve sabaha işkence görenlerin feryadı arşı kaplıyor ve size bunu dinletiyorlar... Şu an bile tüylerim diken diken oluyor.

Yılmaz Yalçıner, iyi ki Diyarbakır uçağını İran’a indiremedik demiş bir röportajında. Bu özeleştiri çok kıymetli. Siz ne dersiniz?

Benim kanaatim, o bugünleri görüp yaşamasından dolayı böyle söylüyor olmalı. Bu konuyu kendi içimizde fazla tartışmadık. Tabii ki hepimizin düşüncelerinde değişmeler oldu. Yılmaz abi fazlasını söylemiş. Tabii o sözün bağlamına da bakmak lazım. Gerçekten başarılı olsaydık sonucu ne olurdu? Bilemiyoruz. O farklı şeyler olacağı kanaatini taşıyor gözüküyor söyledikleriyle. Ben farklı bakıyorum olaya. Biz Diyarbakır’da kaldık ve birçok çocuk ve gencin doğru yolu bulmalarına vesile olduk diye düşünüyorum. Kader bizi bu uçakla çok daha anlamlı, güzel bir amelle buluşturdu.. İmtihanımızın bir cüz’ü demek ki böyle olacakmış.

Yılmaz Yalçıner’in yazarlık yönü hakkında ne dersiniz?

Yılmaz abi velüd bir yazardı. Bir konu ile alakalı anında yazı kaleme alabilirdi. Tarih ve coğrafya bilgisi olağanüstüydü. Özellikle tarih bilinci üst seviyede idi. Olaylara bakışı, değerlendirmesinde bu bilincin etkisi hayli fazla idi. MHP’lilik döneminden rahmetli Dündar Taşer’in etkisinde kaldığını söylerdi. Bir de meşhur Fuad Şemsi’yi tarih şuurunu edinme noktasında beslendiği kişi olarak söylerdi. Birçok konu da malumat sahibiydi. Her gazetecide olmayan FİKRİ TAKİP olayı onda çok gelişmişti o sebeple de onunla kimse tartışmaya giremezdi.

Çok iyi de bir polemik yazarıdır. İmanının öfkesini taşıyordu. İddiasına hâkimdir ve taviz vermez. Heyecanlıdır. Heyecanını yazılarına da yansıtırdı. İyi bir gözlemci ve eleştirmendir. Eleştirilerinde çok kırıcıdır o sebeple seveni azdır. Onunla uzun süre çalışmak zordur. Hata kabul etmez yapısı vardı. Keyfi yerinde olduğunda, iyi bir işi istediği gibi çıkardığında sohbetinin tadına doyum olmaz. Velhasıl kabına sığmayan, heyecanlı, idare edilmesi güç zor biriydi merhum.

Kendi özeleştirisini yapar mıydı?

Çok sık özeleştiri yapan, başkalarında olduğu gibi kendisini de acımasızca eleştirebilen bir yapısı vardı. Çabuk kırılır, küser uzlete çekilir ama özür dilemesini de tatlı diliyle yapar gönül almasını bilirdi.

Kamuran Akkuş, Yalçıner hakkında kaleme aldığı yazıda merhumun katıldığı yayın kurulu toplantılarının elektrikli geçtiğini söylüyor. Bu konuda size bir şey söylemiş miydi?

Evet. Böyle olduğu için de bana anlattıklarına istinaden Vakit’teki yayın toplantılarının bir hayli elektrikli geçtiğini, artık bu yapısının o toplantılara zarar verdiği kanaatine vararak bir daha toplantılara girmeme kararı verdiğini sonra İstanbul’u terk ederek internetin avantajlarından yararlanarak gazeteye uzaktan katkı vermek için önce Yalova’ya sonra da Marmaris’e taşınmıştı. Başkalarına zarar vermek yerine kendine zarar vermeyi yeğlerdi.

Gazeteciliğin farklı alanlarında da yeteneği vardı değil mi?

Evet. Mesela çok iyi bir gazete sayfa sekreteriydi o. Ressamdı. Karikatüristti. Mimar olabilecek derecede çizime hakimdi. Çok iyi bir grafikerdi. Sayfalarını hep kendisi yapardı. Aynı zamanda güzel yazı ustasıydı. Hatta hiç hattat yanında bulunmamış olmasına rağmen iyi bir hattat kadar ayet istifleri yapabiliyordu. Cezaevinde iken yazmış olduğu hüsn-ü hatlarından bir kısmını ben ceviz kaplama üzerine işlemişimdir. Hâlâ saklarım.

İnternette dolaşan meşhur Ayasofya çizimini de o yapmış değil mi?

İyi bir ressamdı demiştim; evet 1977 yılında MSP’nin Taksim mitingi için Fatih Camii avlusunda hiçbir resmine bakmadan devasa boyutta Ayasofya’nın resmini bez üzerine yapmış üstüne “Bir Cuma günü açacağız” yazmıştı. Bu dev afiş, mitingte iki tane vinç vasıtasıyla sergilenmişti. Daha sonra bu Ayasofya için slogan olarak kullanılagelmiştir. ZİNCİRLER KIRILACAK AYASOFYA AÇILACAK! Nihayet bir Cuma günü zincirler kırıldı ve Ayasofya açıldı. Böyle nice sloganlar üretmiştir Yılmaz abi. Merak eden Şûra ve Tevhid’in kapaklarına bakabilir.

Yarım kalan çalışması oldu mu?

Ama asıl yazmakta olduğu VİCDAN NEDİR? kitabını önemsiyordu. Son rötuşları yapıyordu. Çok içten şevkle kaleme almıştı. Belki sahasının ilk ve önemli eseri olacaktı. “Hukuk Fakültesi talebelerinin başucu kitabı olacak” iddiasındaydı. Ömrü vefa etmedi bitirip basımını göremedi. Ama ben o haliyle yayınlayacağım inşaallah. Bir de HATIRATINI yazıyordu. O da yarım kaldı. Bana eksik kalan yerleri sen ve Ömer, Hasan tamamlarsınız diyordu.. Bakacağız...

Son zamanlarında Türkiye’nin siyasi atmosferi hakkında düşünceleri nelerdi?

Az önce söylediğim gibi kendini kitap çalışmalarına vermişti. Ben de teşvik ediyordum. Bunlarla uğraşmasa akıl sağlığı bozulabilirdi. Bir de Facebook sayfasında ülke siyasetiyle alakalı güzel şeyler yazıyordu. Yazılı ve görsel basınımızın göremediği yazamadığı şeyleri bulup yazıyor eleştirilerini yapıyordu. Ben de ona “işte aradığın şey, gazeteciliğini burada gösteriyorsun diyordum. Galiba belli etmese de hoşuna gidiyordu. Tayyip beyi seviyor çoğu icraatını tasvip ediyordu.

Ülkeye yeni bir İslami hava getirdi

İslami mücadelede nasıl bir misyon yüklendi?

Bir kere inandığı doğruları haykırdı. Önce kendi yaşadı. Sonra bunu insanlara aktarmaya çalıştı. Öncüsü olmadığı hiçbir şeyi dillendirmedi. Cesurdu. Ülkeye yeni bir İslami hava getirdi. Hareket getirdi. İnsanımızın inandığını söyleyebilme cesaretine kavuşması için çabaladı. Özgürlük aşığıydı. İnandığımı söyleyebilmeliyim derdi. Onun mücadelesini verdi. İslam’ın yaşanması noktasında birçok konunun tartışılmasına vesile oldu yaptığı yayın ve ele aldığı konularla. Bazen yanıldığı ve okuyucuları hataya sürüklediğini söyler özeleştiri yapar, üzülürdü. Radikal İslam’ın sözcüsü oldu dersem belki isabetli olur. O bir devrimci ve lider ruhlu biri idi. Kendini böyle hiç tariflemedi, öyle görmedi ama ben öyle görürüm. Yayınladığı gazeteler onun şahididir.

Hatırasının yaşatılması için neler yapılmasını istersiniz?

Bir kere kendisi için hiçbir talebi olmadı yaşarken. Hatta cenazemi Üstaddan mülhem 4 inanmış adam kaldırsın, nümayiş istemem derdi. Galiba bu dileği de yerine geldi. Çok sade bir törenle Rabbine uğurlandı. Ne yapılabilir konusunu ben hiç düşünmedim, doğrusu düşünecek durumda da değilim. Daha kendimi toparlayamadım. Bana çok ağır geldi. Ardından çok ağladım, gözyaşı döktüm. Ortak hayallerimiz vardı. Yarısını yanında alıp götürdü. Yarım kaldım. Öksüz kaldım. Hâlâ yokluğunu kabullenebilmiş değilim. Sanki telefonu çalıp, “Mekki, hâlâ kitapları göndermedin” diye hesap soracak diye bekliyor telaşlanıyorum. Zira vicdan çalışması için göndereceğim kitabın biri masamda kalakaldı. Bilmem ki son görevimi ona hakkıyla yapabildim mi? En azından istediği mezarlığa defnini yaptırabildim. Denizi çok seviyordu, Nakkaştepe’nin tepesinden denize de nazır yatıyor artık. Bununla teselli oluyorum. Avunuyorum işte neylersiniz. Ruhu şâd olsun.

 

Kaynak: yeniakit.com.tr



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER